Rüştü Bozkurt - Adam olmak, hesap verebilmektir (05.11.2007) |
05 Kasım 2007 | |
"Karnından konuşma" alışkanlığı sadece biz insanlara özgüdür. "Karanlıkta göz kırpmayı" da biz insanlardan başkası asla beceremez. "Pusu kurarak arkadan vurma becerisini", başka hiçbir canlı insan kadar inceltip cilalamamıştır. Kifayetsiz muhteris hırsının batağında yarattığı dayanılmaz kokuları üretmede insanın eline başka bir canlı su dökemez. "Açıklık erdemlerin en büyüğü" sözünü söylediği halde, "ilkesiz gizlikten" en çok yararlanan da odur. Binlerce yılın çileli örslerinde dövülen, çok sıkı imbiklerde damıtılarak kristalleşen sözlerden biri de Afrika insanlarının ortak aklından üremiştir: "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma!" Göçerken yiyecek bulma peşinde çile çekmiş... Tohumu toprağa attıktan sonra da yağmur yağmış sel almış, rüzgar esmiş yel almış. Kurak olmuş umutsuz, aşsız kalmış. Kahramanca savaşmış başsız kalmış. Akın yapanın önünde sel kütüğü gibi sürüklenmiş, çok acılar çekmiş, çok çilelerin ateşinde pişmiş bizim Anadolu insanı da, yüzlerce yılın akıl imbiklerinde damıtarak ne güzel söylemiştir: "Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içindedir!" Fulkner'in dediği gibi Biliyorum insanın alacası içindedir ama Fulkner'in dediği gibi hem gülebilen, hem de ağlayabilen tek canlıdır insanoğlu. O her şeyi olduğu gibi ve olması gerektiği gibi gören ender varlıklardan biridir. Laslie Lipson, Fulkner'in sözlerine hak verdikten sonra, "...İnsanı insan yapan şey bilinçli oluşudur. İnsan olarak bizler geçmişi hatırlarız; bir gelecek beklentimiz vardır; hem sürekliliğin hem de değişikliğin farkında oluruz. Ne düşündüğümüzü ve nasıl hissettiğimizi konuşarak ya da yazarak ifade eder, diğerleriyle paylaşırız. Şu anda var olan şeylerin daha iyisini hayal edebiliriz. Sonucunu görebilecek kadar yaşayamayacağımızı bile bile, geliştirilmesi on yıllarca sürebilecek programlar tasarlayabiliriz. İnsanın yaşamını kaçınamayacağı tek bir koşul yönetir -her birimizin bir gün öleceğine ilişkin kesin gerçek- O gün gelinceye kadar, içlerinden bazılarını seçme özgürlüğüne sahip olduğumuz pek çok olanak önümüzdedir" şeklindeki saptamaları da insan soyumuz içindir. Biz insanların yazık ki iki yüzü vardır: Aydınlık yüzü, açıklığın, uygarca rekabetin, ilkeli davranışın, "sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma" diyen ahlakın altın kurulanının uygulandığı alandır. Karanlık yüzü de, ilkesiz gizliğe, bilgisiz fikir üretmeye, kapalı kapılar ardında dedikodu yapmaya olan eğilimidir. Meydan okumasını bilmeliyiz İnsan meydan okumasını bilmelidir. Düşüncelerimi yazıyla aktarmaya beni iten önemli duygudur bu. Belge bırak ki, insanlar senin kapalı kapılar ardında söylediklerinle, açık ortamlarda söylediklerini karşılaştırabilsin. İlkelerin kalelerimiz olduğuna inanırım. O nedenle başladığım her ciddi işte,başkalarını değil, kendi davranışlarımı sınırlayan bir "anayasa" yazarım; o işte karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde olacağım insanlarla paylaşırım. Kırk iki yılı aşan çalışma yaşamımda, ilkelere dayalı anayasalarımın beni hiç yanıltmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Anayasalarıma yön veren bazı temel düşüncelerim gizli de değil, saklı da: Birincisi, özellikle iyi yönetimin "bireyin çıkarları ile kuruluşun, kurumun ve toplumun çıkarlarını dengeleme ustalığı" olduğu ilkesinden hiç şaşmam. O nedenle, bir işle ilgili kesin yargılar vermek istiyorsam, o işin nasıl yürütüldüğüne ilişkin "istihbarat" toplarım. Bulundukları ortamda herkes özgürce konuşabiliyorsa, insanlar en saçma düşüncelerini bile dillendiriyorsa; orada dinamik bir gelişme, katılımcı bir yönetim, ortak akla saygı duyan bir liderlik olduğuna inanırım. Tersi ise işlerin "...miş gibi" yapıldığını anlarım. O nedenle, başarıların da başarısızlıkların da açık ortamlarda tartışılmasının her fırsatta altını çizerim. Öncelikle, sizinle şu gerçeği paylaşmalıyım: "Önemli mevkilerde", "bol unvanlı", "yüksek makamlı" ve "tanınmış" insan gördüm ki, yanına yaklaştığınız zaman "cüceleşiyor". Ne sizde saygı uyandıracak bir "özellikleri", ne de size ilham verecekleri bir "fikirleri" olmadığını kavrayınca şaşırıyorsunuz. Çoğunluğunun tek derdi, sistemin ve bireylerin zayıf yanlarını yakalayarak kendilerini gündemde tutma. Ne yazık ki, sığ günlük yaşam kültürü içinde bu insanlar yer de bulabiliyor. İkincisi, "açıklık dışında erdem" olmadığına yürekten inanıyorum. Bir insan yaptığı işleri "açık ortamlara" taşıyamıyorsa; mutlaka bir "karanlık yüzü" vardır; onlara çok dikkat etmek gerekir. O nedenle imzasız yazılardan, göndereni belli olmayan mektuplardan nefret ederim. Üçüncüsü, yapacağım işlerde gücümün sınırlarını saptamaya gayret eder; gücümü nasıl ve ne zaman kullanacağımın hesaplarını ayrıntıda yapar ve gücümü kullandıktan sonra geri dönüşlerin etkilerini göğüsleyip, göğüsleyemeyeceğimi hesaplamak için olağanüstü çaba gösteririm. Aynı ölçüyü "...ağızdan çıkana kadar benim esirim olan, ağızdan çıktıktan sonra beni esir edeceğini" bildiğim sözlerim için de kullanırım. Rolümü belirlerken ve başkalarının rolünü tanımlarken de içinde bulunduğumuz koşulu, insanların objektif niyetleri kadar, subjektif niyetlerine de saygı gösteririm. Ne düşünüyorsam, yazıyorum En azından otuz yıldır, ne düşünüyorsam hepsini yazıya aktarıyorum. Her yazının geriye dönüş yapılabilecek belge olduğunu biliyorum. İnsanların, kifayetsiz muhterisliğin arkasına saklanarak dedikodu üretmeleri yerine, belgelere dayalı tartışmalar yapmalarının ahlaki yol olduğuna inanırım. Belge, bilgi ve ayrıntı özeni olmadan yapılan tartışmaları, mahalle dedikodusu seviyesizliği olarak adlandırırım. İnsan meydan okumasını bilmelidir. Bu hem hatamızla yüzleşebilme özgüvenidir; hem de ilkeli yaşamanın kalelerine güvenme işidir. Hesap verebilir olmak, adam olmanın gerek şartıdır. Yeter şartı da, işimizi iyi yapmaktır. İşimizi iyi yapıp yapmadığımı gerekçeleriyle eleştirenler gerçek dostumuzdur. Her zaman kendimize ayna tutmalıyız. Bu yazının somut bir hedefi olsaydı, adını da adresini de yazardım. Sizi bütün içtenliğimle temin ederim ki yazardım. Kimseden emir almayan, kimseye de emir vermeyen, her saban Vaclav Havel'in veda konuşmasını okuyan biriyim. Hayatta nelerin yeri olduğunu, nelerin boş olduğunu artık biliyorum. Etrafta bolca gördüğüm iki yüzlülüklere öfkelendiğim için yazdım bunları. Bu öfkelerimi okuyucu ile paylaşmayacağım da, kiminle paylaşacağım? Biri çıkıp sorunun yanıtını verebilir mi bana?
http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=332946&dept_id=80 |