Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
İbrahim Öztürk - Ekonomide kafa karıştıran mevzulara toplu bir bakış (19.11.2007) PDF Yazdır e-Posta
19 Kasım 2007
Türkiye tecrübesi, ekonomi alanında zengin dersler sunuyor. Esas olan, ucuz lobiciliği bırakıp gerçeklerden ders çıkartmak ve öğrenmektir. Bu çerçevede üzerinde düşünülmesi gerektiğini düşündüğüm bazı gözlemleri şöyle sıralayabilirim:

1-Enflasyon ve faizler birlikte düşebilir. Bunun kalıcı şartı, toplam faktör verimliliğindeki sürdürülebilir artıştır.

2-Yüksek faiz, son tahlilde yüksek enflasyonun sonucudur. Enflasyon tutmadığında şikâyet edilen şimdiki faizler daha da artar. Yüksek fon ve cari açık ile göreceli yüksek borç döndürme oranı bunu tetikler. 2006 sonrasında olan da budur.

3- Enflasyon bir ülkeyi büyütmez, tersine, bir ülkenin potansiyel büyüme seviyesini aşağı çeker. Geçici büyüme adına enflasyona katlanmak, ödenebilir bir bedel değildir. Türkiye'de 1970'lerden 2001 yılına kadar büyüme oranı tedricen gerilerken, enflasyon yükselmiş ve kronikleşmiştir. Sürdürülebilir yüksek oranlı büyüme için fiyat istikrarı, tercih değil, şarttır. 2002 sonrasında olan da budur. Yüzde 70 enflasyon ve yüzde 98'lik borçlanma faiz döneminde ilan vererek buna direnmeyi aklına getirmeyenlerin, bu son iki dersi dikkatle okuması gerekir.

4- Mali istikrar ile parasal sıkılaştırma birlikte kullanılmalıdır. Aksi takdirde, daraltıcı para politikası tek başına enflasyonu düşürmez, tersine enflasyonun nedeni bile olabilir. 2007 yılında bu süreç derinleşmektedir. Bunu da hem Merkez Bankası hem de hükümet dikkate almalıdır. Sermaye girişinin hacmine ve kompozisyonuna bakıldığında Türkiye'de faiz düştü diye sermaye kaçmaz, döviz kuru da yükselmez. Şimdilik sadece faizle enflasyon arasında ilişki kurmak gerekir ve bu ilişkinin zayıflaması için yapısal reformlar derinleştirilmelidir.

5- Sermaye girişleri uzun vadeli olarak artarak devam etme eğilimindedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları varlık satın almaları ve yeni yatırımlara kaymaktadır. Türkiye'de birikimli olarak (bütün kategorilerde) 340 milyar dolar civarında bir yabancı sermaye vardır. 2005-2006'da dışarıya transfer edilen kâr miktarı 5 milyar dolar civarındadır. Bu, çok yüksek değildir. Zira rekabet ederek büyümek için yabancılar kârını içeride yeniden yatırıma dönüştürme eğilimine girmişlerdir. Bu önemli bir gelişmedir.

6- Değerli YTL ile ihracat hacmi ve kârlılığı arasında birebir bağlantı kurulamaz. Bu etki sektörler arasında farklı dağılmaktadır. Süreç, ağırlıklı olarak yerli girdi kullanan tekstil ve hazır giyim gibi sektörlerin aleyhine, ithal girdilere bağımlı olan sektörlerin ise lehine gelişmektedir. Türkiye'de sektörler ağırlıklı olarak ithal girdiye bağımlı olduğundan, çok ucuz YTL sanayiye daha çok zarar verir. 1990'lı yıllardaki büyük devalüasyonların Türkiye'nin ihracatına yaptığı reel katkı yok denecek kadar azdır. 2002 yılından beri ortaya çıkan gelişmeler ise, ihracatın ithalat artış hızından kopmadığını, ihracatın ithalatı karşılama oranının da endişe verici düzeye gerilemediğini göstermektedir. Ayrıca ucuz kur nedeniyle Türkiye bir tüketim cennetine dönmüş değildir. Toplam ithalat içindeki yüzde 14'lük tüketim malı ithalatı son 6 senede istikrar bulmuştur.

7- Optimum/denge kur düzeyi en isabetlisidir. Ancak sermaye girişleri buna izin vermemektedir. Türkiye'nin ucuz kura, yatırımların finansmanı, enflasyonu düşürmesi ve borç ödemeleri nedeniyle de ihtiyacı vardır. Resmin tamamına bakıldığında, kurun pahalı olmasındansa ucuz olması yeğdir. Ancak alt ve üst dalgalanma aralığı tanımlanmış bir kur modeli bizce en isabetlisi olacaktır.


<p>Büyüme ve enflasyon eğilimleri (yüzde)
<p>                1970-79    1980-89   1990-01     2002-06
<p>GSYİH       4,8              4           3,2                7,2
<p>TÜFE         24,1          49,6        74,8             14,8

 

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=615027