Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Emlak Vergisine Esas Değerlerin Tespitine Karşı Bireysel Dava Açma Hakkının Kullanıl(ama)ması PDF Yazdır e-Posta
28 Mayıs 2010

Image

Emlak vergisi, 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu (EVK) ile düzenlenmiş bir vergi olup, emlakin vergi değeri üzerinden tarh edilmektedir.

Vergi değeri;

a- Arsa ve araziler için, Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin hükümlerine göre takdir komisyonlarınca arsalar için her mahalle ve arsa sayılacak parsellenmemiş arazide her köy için cadde, sokak veya değer bakımından farklı bölgeler (turistik bölgelerdeki cadde, sokak veya değer bakımından farklı olanlar ilgili valilerce tespit edilecek pafta, ada veya parseller), arazide her il veya ilçe için arazinin cinsi (kıraç, taban, sulak) itibarıyla takdir olunan birim değerlere göre,

b- Binalar için, Maliye ve Bayındırlık ve İskân Bakanlıklarınca müştereken tespit ve ilân edilecek bina metrekare normal inşaat maliyetleri ile yukarıda belirtilen esaslara göre bulunacak arsa veya arsa payı değeri esas alınarak hazırlanmış (EVK md. 31) bulunan tüzük hükümlerinden yararlanılmak suretiyle

hesaplanan bedeldir (EVK md. 29).

Vergi değeri, mükellefiyetin başlangıç yılını takip eden yıldan itibaren her yıl, bir önceki yıl vergi değerinin VUK hükümleri uyarınca aynı yıl için tespit edilen yeniden değerleme oranının (VUK mük. md. 298) yarısı nispetinde artırılması suretiyle bulunur (EVK md. 29).

Vergi değerini tadil eden nedenlerle (EVK md. 33) mükellefiyet tesisi gereken hallerde (Herhangi bir sebep yüzünden bir şehir, kasaba veya köyün tamamında devamlı olmak üzere bina ve arazinin değerlerinde % 25’i aşan oranda artma veya eksilme olması durumu hariç (EVK md. 33/8)) vergi değerinin hesaplanmasında, VUK’a göre (VUK mük. md. 49/b) belirlenen arsa ve arazi birim değerleri, takdir işleminin yapıldığı yılı takip eden ikinci yıldan başlamak suretiyle her yıl, bir önceki yıl birim değerinin, VUK uyarınca aynı yıl için tespit edilen yeniden değerleme oranının yarısı nispetinde artırılması suretiyle dikkate alınır (EVK md. 29).

Bakanlar Kurulu, bu maddede belirtilen artış oranını sıfıra kadar indirmeye veya yeniden değerleme oranına kadar artırmaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu bu yetkisini, Belediye Gelirleri Kanunu (BGK) uyarınca belirlenen belediye grupları (BGK md. 95) itibarıyla farklı oranlar tespit etmek suretiyle de kullanabilir (EVK md. 29).

Önceki yıllarda mükelleflerin beyanına dayalı olarak yapılan vergileme, 09.04.2002 tarihinde Kanun’da yer alan beyan hükümlerinin kaldırılmasıyla kalkmış(1) ve emlak vergisi yukarıdaki şekilde tespit edilen değerler üzerinden uygulanmaya başlamıştır.

II- EMLAK VERGİSİNE ESAS DEĞERİN TESPİTİ VE DAVA AÇILMASI


VUK’a göre; bina metrekare normal inşaat maliyet bedelleri, uygulanacağı yıldan dört ay önce müştereken tespit ve Resmi Gazete ile ilân edilmekte ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği bu bedellere karşı Resmî Gazete ile ilânını izleyen on beş gün içinde Danıştay’da dava açabilmektedirler (VUK mük. md. 49).

Aynı hükme göre; takdir komisyonlarının arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin dört yılda bir yapacakları takdirler, tarh ve tahakkuk işleminin yapılacağı sürenin başlangıcından en az altı ay önce karara bağlanarak, arsalara ait olanlar takdirin ilgili bulunduğu il ve ilçe merkezlerindeki Ticaret Odalarına, Ziraat Odalarına ve ilgili Mahalle ve Köy Muhtarlıkları ile Belediyelere, araziye ait olanlar il merkezlerindeki Ticaret ve Ziraat Odalarına ve Belediyelere imza karşılığında verilmektedir (VUK mük. md. 49).

Büyükşehir belediyesi bulunan illerde takdir komisyonu kararları, Vali veya vekâlet vereceği memurun başkanlığında, Defterdar veya vekâlet vereceği memur, Vali tarafından görevlendirilecek Tapu Sicil Müdürü ile Ticaret Odası, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası ve Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nce görevlendirilecek birer üyeden oluşan merkez komisyonuna imza karşılığında verilecek,  merkez komisyonu kendilerine tebliğ edilen kararları on beş gün içinde inceleyecek ve inceleme sonucu belirlenen değerleri ilgili takdir komisyonuna geri gönderecektir. Merkez komisyonunca farklı değer belirlenmesi halinde bu değerler ilgili takdir komisyonlarınca yeniden takdir yapılmak suretiyle dikkate alınacaktır (VUK mük. md. 49).

Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları on beş gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler. Vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine on beş gün içinde Danıştay’a başvurulabilir. Kesinleşen asgari ölçüde arsa ve arazi birim değerleri, ilgili belediyelerde ve muhtarlıklarda uygun bir yere asılmak suretiyle tarh ve tahakkukun yapıldığı yılın başından Mayıs ayı sonuna kadar ilân edilmektedir (VUK mük. md. 49).

Buna göre, Danıştay ve vergi mahkemelerinde dava açılması halinde, davalının on beş gün içinde vereceği tek savunma ile dosya tekemmül etmiş sayılmakta, Danıştay ve vergi mahkemelerince bu davalar, dosyanın tekemmül ettiği tarihten itibaren en geç bir ay içinde karara bağlanmaktadır (VUK mük. md. 49). Görüldüğü üzere gerek dava açma süresi ve gerekse yargılama süreci 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’ndan (İYUK) farklı olup adeta hızlandırılmış bir yargılama yapılmaktadır. Aşağıda yer vereceğimiz Anayasa Mahkemesi karar gerekçesi incelendiğinde bunun nedeni de ortaya çıkacaktır.

Bu açıklamalarla ortaya çıktığı üzere Kanun, yapılan değer tespitine karşı bireye (emlak vergisi mükellefine) dava açma hakkı tanımamakta ve dava ehliyetini sadece belirli kişi ve kurumlara vermektedir(2).

III- EMLAK VERGİSİNE ESAS DEĞER TESPİTİNDE BİREYİN (MÜKELLEFİN) DAVA AÇMA HAKKININ ORTADAN KALDIRILMASI ANAYASA’YA AYKIRILIK TEŞKİL ETMEKTEDİR


Emlak Vergisi, VUK hükümlerine tabi bir vergidir (VUK md. 1). VUK’a göre mükellefler ve kendilerine vergi cezası kesilenler, tarh edilen vergilere ve kesilen cezalara karşı vergi mahkemesinde dava açabilirler (VUK md. 377). Ancak Emlak Vergisi uygulamasında, Emlak Vergisine esas değerin tespiti aşamasında mükellefin dava açma hakkı olmadığına ve Emlak Vergisi de bu değere dayalı olarak tarh ve tahakkuk edildiğine, ortada ikmalen veya re’sen bir tarhiyat ve ihbarname olmadığına göre aslında fiilen bireyin dava açma hakkı ortadan kalkmış durumdadır(3).

Esasen, VUK’da yer alan ve vergi mahkemesinde dava açılabilmesi için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonları kararlarının tebliğ edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olmasını şart koşan ve devamında mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacaklarını düzenleyen hüküm; dava açmanın önünde başka bir engeldir (VUK md. 378). Yine aynı hükmün devamında yer alan ve vergi hatalarına ait hükümlerin mahfuz olduğu yönündeki hüküm de değer tespitinin şu veya bu şekilde yapılmış olması bir vergi hatası kabul edilmediğinden olayımızda bir anlam ifade etmemektedir.

Bu açıklamalar ortaya koymaktadır ki oluşan fiili durum, Anayasa’nın; “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” (Anayasa md. 36)  ve “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” (Anayasa md. 125) hükümlerine uygun düşmemektedir.

Her şey, VUK’un mük. 49. maddesinin (b) fıkrasının 2. bendinde 3239 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle yapılan değişiklik ile “Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları 15 gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler. Vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine 15 gün içinde Danıştay’a başvurulabilir.” hükmünün getirilmesiyle “bu hale” gelmiştir.

Aslında konu daha 3239 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sırasında Anayasa Mahkemesi’ne taşınmış ve Anayasa Mahkemesi, aşağıda yer verilen Kararı ile Anayasa’ya aykırılık iddiasını reddetmiştir.

Anayasa Mahkemesi karar gerekçesi aşağıdaki gibidir:

“3239 sayılı Yasa’nın 4. maddesi ile 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3210 sayılı Kanunla değişik mükerrer 49. maddesinin (b) ve (d) fıkraları değiştirilmiş ve dava dilekçesinde (b) fıkrasının ikinci bendinin Emlak Vergisi mükelleflerinin dava açma hakkını ortadan kaldırdığı ve bu nedenle Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olduğu öne sürülerek iptali istenmiştir.

Dava konusu 4. maddenin (b) fıkrasının ikinci bendi aynen şöyledir:

“Takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları 15 gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabilirler. Vergi mahkemelerince verilecek kararlar aleyhine 15 gün içinde Danıştay’a başvurulabilir.”

Bu metinden açıkça anlaşıldığı gibi takdir komisyonlarının kararlarına karşı, Emlak Vergisi mükelleflerine doğrudan bir dava hakkı tanınmamıştır. Ancak, bu durumun, dilekçede öne sürüldüğü gibi Anayasa’nın “hak arama hürriyeti”ni düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrasına, dilekçede değinilmediği halde söz konusu iddia ile ilgili olan ve gerekçe ile bağlı olmayan mahkememizin re’sen dikkate aldığı “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” diyen Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasına aykırı bir yönü yoktur. Çünkü, mükellefin dava hakkı; takdir komisyonlarının kesinleşen asgarî arsa ve arazi birim değerleri üzerinden vergi tarhiyatı yapılıp, mükellefe tebliğ edildikten sonraki aşamada mevcuttur. Her ne kadar beyan sahibinin beyan ettiği matraha itirazı söz konusu değilse de, asgarî ölçüdeki beyanın, ihtirazı kayıtla verilmesi mümkün olduğu gibi, asgari ölçünün altında beyanda bulunmayı engelleyen bir hüküm yoktur. Söz konusu madde ile, takdir komisyonlarının kararlarına karşı mükellefe doğrudan itiraz ve dava açma hakkı tanınmaması, milyonlarca mükellefi bulunan Emlak Vergisinin tahakkuk ve tahsilini mümkün kılmak amacına yöneliktir. Verginin tarh edilip tebliğinden sonra, mükellefin takdir komisyonu kararlarımda kapsayan dava hakkı doğmaktadır. Bu nedenle söz konusu fıkranın ikinci bendinin Anayasa’nın 36 ve 125. maddelerine aykırı bir yönü yoktur.”(4)

Ancak 1987 tarihli bu Karar ile düzenleme Anayasa’ya aykırı bulunmadığı halde daha sonra 09.04.2002 tarihinde 4751 sayılı Kanun’un 7/b maddesiyle emlak vergisinde beyan esası kaldırılmış ve hal böyle olunca Anayasa Mahkemesi kararında yer alan ihtirazı kayıtla beyan ve konuyu bireysel olarak yargıya taşıma yolu kapanmıştır.

Özetle, durum 1987 yılında Anayasa’ya aykırı bulunmazken Anayasa Mahkemesi tarafından ortaya konulan gerekçe, zaman içinde aslında 2010 yılında Anayasa’ya aykırılığını açıkça ortaya koyar bir hale gelmiştir.

IV- BİREYİN DAVA AÇMA HAKKINI ÖNLEYEN VERGİ USUL KANUNU HÜKMÜ KARŞISINDA NE YAPILABİLİR?


Emlak vergisine esas değerlerin tespitine yönelik kararlar için bireylerin dava açma hakkı bulunmadığına, zaten bunun için de süre geçtiğine göre bu yolun kullanılması mümkün bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, ortada bir beyanname olmadığına göre ihtirazı kayıtla beyan yolu da kullanılamayacaktır. Ayrıca ikmalen veya re’sen tarhiyat da olmayacağından bu yolun kullanılması da mümkün değildir(5). Şikâyet yolu ile müracaat yolunun, konunun hukuki tartışma gerektirmesi nedeniyle kullanılması mümkün görünmese de(6) bu süreçte davanın önüne geldiği yargı organının Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bularak Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapması olasılığı yine de mevcuttur.

Bu durumda sağlıklı yol olarak, Emlak Vergisine ilişkin yapılacak ödeme öncesi bir ihtirazı kayıt dilekçesi verilmesi, ödemenin buna göre yapılacağının beyan edilmesi ve daha sonra konunun Anayasa’ya aykırılık iddialarını da içeren bir dilekçe ile yargıya taşınması görünmektedir(7).

Bu durumda, tahsilâta konu Emlak Vergisi ve dolayısıyla bu verginin tarhına dayanak (matrah) tespit edilen değer yargı denetimine açılmış olacak, eğer daha önce değer tespit kararına karşı açılmış bir davaya ait karar varsa bu uygulanacak (dava devam ediyorsa karar beklenecek) açılmış bir dava söz konusu değilse de yargı yerince bireysel davada yeni bir karar verilecektir.

V- BİR KARARIN ANALİZİ


Görüşümüz bu şekilde ise de konuyla ilgili ulaşabildiğimiz bir Danıştay kararında aksi yönde gerekçelerin kabul edildiği görülmektedir(8).

Anılan karar;

“Uyuşmazlıkta; yükümlünün satışını yaptığı taşınmazın asgari birim değerinin yüksek olduğu, bu değerin yeniden belirlenmesi gerektiği yolunda yaptığı başvurunun reddine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle açılan davayı kabul eden vergi mahkemesi kararının bozulması istenilmektedir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49. maddesinin 3239 sayılı Kanunla değişik (b) bendinde; takdir komisyonlarının arsalara ve araziye ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin takdirleri genel beyanın yapılacağı sürenin başlangıcından en az altı ay önce karara bağlanarak, arsalara ait olanların takdirin ilgili bulunduğu il ve ilçe merkezlerindeki ticaret odalarına, ziraat odalarına ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıkları ile vergi dairelerine (01.03.1986 tarihinden itibaren belediyelere) araziye ait olanların il merkezindeki ticaret ve ziraat odalarına ve vergi dairelerine (01.03.1986 tarihinden itibaren belediyelere) imza karşılığında verileceği, takdir komisyonlarının bu kararlarına karşı kendilerine karar tebliğ edilen daire, kurum, teşekküller ve ilgili mahalle ve köy muhtarlıklarının 15 gün içinde ilgili vergi mahkemesi nezdinde dava açabileceği hükme bağlanmıştır.

Açıklanan bu madde hükmüne göre arsa ve arazilere ait asgari ölçüde birim değer tespitine ilişkin takdir komisyonu kararlarına karşı hangi kurum ve kuruluşların vergi mahkemesinde dava açabilecekleri sayılmış olup, belirtilen değerin düşük veya yüksek olup olmadığı ancak yasada belirtilen sürede vergi mahkemesinde açılmış bir davada incelenebilecektir.

Olayda ise davacının, yukarıda bahsi geçen yasa hükmünde sayılan kişi ve kuruluşlardan olmadığı ve işlemin dayanağı olan takdir komisyonu kararının ilgili kuruluşlar tarafından dava açılmayarak kesinleştiği görülmüştür.

Bu durumda yapılan başvurunun davalı idarece reddedilmesinde kanuna aykırılık bulunmayıp, Vergi Mahkemesince, açılan davanın reddi gerekirken kararda yazılı gerekçe ile kabulünde isabet bulunmamıştır.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, ... Vergi Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı kararının bozulmasına 22.12.2000 tarihinde oybirliği ile karar verildi.”

şeklinde olup, yukarıda irdelediğimiz noktaların ve Anayasa Mahkemesi iptal karar gerekçesinin söz konusu karar gerekçesinde yer almadığı açıktır. Üstelik karar, 1998 yılında gerçekleşen ve dava konusu yapılan bir olay ile ilgili olup 22.12.2000 tarihini taşımaktadır. Yani ne davanın açıldığı olayın vuku bulduğu 1998 yılında ve ne de karar tarihi olan 22.12.2000 tarihinde henüz ortada 09.04.2002 tarih ve 4751 sayılı Kanun yoktur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi Kararı(9) ayniyle gerekçesini zaten muhafaza etmektedir.

Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında; “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” şeklinde yer alan hükümde iptal kararlarından değil mahkeme kararlarından söz edilmektedir.

Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin iptal istemini reddeden bir kararı da aynen iptal kararı gibi değerlendirilecek ve içeriği/özü/gerekçesi itibariyle yasama, yürütme ve doğal olarak da yargıyı bağlayacaktır(10).

Anayasa Mahkemesi’nin, VUK’un mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının 2. bendinde 3239 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle yapılan değişikliği Anayasa’ya aykırı bulmama gerekçeleri kararında açıkça gerekçelendirilmiş, üstelik Yüksek Mahkeme konuyu başvuruda yer verilmeyen Anayasa hükümleri yönünden dahi incelemiştir.

Anayasa Mahkemesi kararları, gerekçeleriyle, bir yandan genel olarak yasama işlemlerini değerlendirme ölçülerini içerirken diğer yandan da yasama organının etkinliklerini yönlendirme işlevi de görmektedir. Bu nedenle yasama organı, yasa çıkarırken iptal kararlarının sonuçları ile birlikte, gerekçelerini de göz önünde bulundurmak zorundadırlar(11).

Bu durumda, VUK’un mükerrer 49. maddesinin (b) fıkrasının 2. 3239 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle bendinde 04.12.1985 tarihinde yapılan değişikliğin Anayasa’ya aykırı olmamasına gerekçe olarak o tarihte Emlak Vergisi Kanunu’nun 10 ve 20. maddelerinde beyan esasının yer almasına dayandırıldığı dikkate alındığına göre, 09.04.2002 tarihinde 4751 sayılı Kanun’un 7/b maddesiyle Emlak Vergisi Kanunu’nda yapılan değişiklikler sırasında bir şekilde söz konusu Anayasa Mahkemesi kararı gerekçesinin yasa ya da yasalar metnine dahil edilerek mükellefin dava açma hakkının temin edilmesi / korunması gerekirken bunun yasama organı tarafından bilinçli ya da hatalı olarak yapılmamış olması bireyin Anayasal hakkı olan idari işlemlere karşı dava açma hakkını ortadan kaldırmayacaktır.

VI- SONUÇ


Emlak vergisine esas değerlerin tespitine ilişkin kararların doğrudan bireyler tarafından dava konusu yapılamaması, hukuk devleti olmanın gereği olarak idari işlemlerin yargı denetimine tabi olması ve bireyin hak arama hürriyeti ile ilgili hükümler yönünden Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.

Konu önceki yıllarda Anayasa Mahkemesi gündemine gelmiş ve Vergi Usul Kanunu’nun. 49. maddesinde yapılan düzenleme Anayasa’ya aykırı bulunmamış ise de, o günden bu yana karara gerekçe alınan ve bireysel dava açılmasına dayanak alınan beyanname sistemi kaldırılmış olduğundan aynı karar gerekçesi bu gün durumun Anayasa’ya aykırılığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Buna göre konunun yargıya taşınabilmesi ve Anayasa’ya aykırılık iddialarının ciddi olup olmadığının görülmesi açısından, emlak vergisi ödemelerinin ihtirazı kayıtla yapılması ve akabinde dava açılması sağlıklı tek yol olarak görülmektedir.

Ancak, arzumuz her durumda Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49/b-iki bendinin değiştirilmesi ve bireylere de dava açma hakkının tanınmasıdır. (Tabiî ki bu hükmün muhafaza edilmesi isteniyorsa, tekrar beyan sistemine dönüş yapmak da bir seçenektir.)

Aksi halde, “Boğaz’daki cadde ile Urfa’nın caddesinin değeri aynı olur muymuş”, “İstanbul’un Bankalar Caddesi ile Bursa’nın Altıparmak Caddesi eşit miymiş”, “İstanbul’un Bağdat Caddesi ile İstiklal Caddesi nasıl eşit olurmuş” türünde yine eleştiriler gündeme oturmaya devam edecektir(12).

Akın Gencer ŞENTÜRK*
Yaklaşım

*          Avukat

(1)         4751 sayılı Kanun md. 7/b ile yapılan değişiklik.
(2)         Konuyla ilgili ayrıntılar için Bkz. Şükrü KIZILOT, “Emlak Vergisinde 2010 Yılı Şoku Yaşamayın”, Hürriyet, 26.08.2009 ve ayrıca “Sonuç olarak, vergiyi ödeyecek olan vatandaşın, yani emlak vergisi mükellefinin,  belirlenen emlak vergi değerlerine karşı dava açma hakkı yok. Bu durum hukuki olmasa da maalesef kanuni. Yani yasa bu şekilde. Ticaret odaları, ziraat odaları  ile muhtarların dava açma hakkı var. Dolayısıyla, arsanız için belirlenen yeni emlak vergi değerine karşı dava açamazsınız. Artırılan vergi değerleri üstünden hesaplanan emlak vergileri, kuzu kuzu ödenecek.” Görüşü için Bkz. Ekrem SARISU, “Emlak Vergisi Ödeyecek Olanın Dava Açma Hakkı Yok”, Posta, 10.01.2010.
(3)         Ayrıntılar için Bkz. Şükrü KIZILOT, “Muhtarınız Sizin İçin Dava Açtı mı?”, Hürriyet, 13.07.2005.
(4)         Anayasa Mahkemesi’nin, 19.03.1987 tarih ve E.1986/5, K.1987/7 sayılı Kararı.
(5)         “…EVK’nın 4751 sayılı Yasa ile 09.04.2002 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yapılan değişiklikler ile beyanname verme ödevinin ortadan kaldırılarak vergi değerini tadil eden sebeplerin varlığı halinde bildirim verilmesi esasının getirildiği, anılan Kanun’un 21. maddesinde, ilgili belediye tarafından 29. maddeye göre hesaplanan vergi değeri esas alınarak verginin yıllık olarak tarh olunacağının, bu suretle tarh olunan verilerin tarh edilen tarihte tahakkuk etmiş sayılacağının ve mükellefe bir yazı ile bildirileceğinin hükme bağlandığı, olayda vergi değerini tadil eden sebepler dolayısıyla beyanname verilmesini gerektirecek bir durum bulunmaması ve verginin beyanname marifetiyle tahakkuk etmemesi nedeniyle verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini ifade edecek bir durum görülmediğinden…” (Dn. 9. D.’nin, 07.07.2008 tarih ve E.2008/1570, K.2008/3487 sayılı Kararı.).
(6)         Düzeltme, şikâyet ve dava açma süreci ile ilgili olarak Bkz. Şükrü KIZILOT, Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara 1999, s.107 vd.
(7)         Konuyla ilgili olarak Bkz. Serkan AĞAR, Vergi Tahsilâtından Kaynaklanan Uyuşmazlıklar ve Çözüm Yolları, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara 2009, s. 138 vd.
(8)         “Ancak Danıştay tarafından bu konuda verilen bir kararda ise özetle davacının, VUK mükerrer 49'uncu maddede sayılan kişi ve kuruluşlardan olmadığı ve işlemin dayanağı olan takdir komisyonu kararının ilgili kuruluşlar tarafından dava açılmayarak kesinleştiği ileri sürülmüştür (Ayrıntı için Dn. 9. D.’nin, 22.12.2000, E. 1999/4337, K. 2000/4144). Anayasa Mahkemesi takdir aşamasında emlak vergisi mükelleflerinin dava açma hakkının olmamasında Anayasa’ya aykırılık görmüyor. Ancak dava açma hakkının beyan sonrasındaki tarh ve tebliğ işlemlerini müteakiben yapılabileceğini söylüyor. Danıştay tarafından ise Anayasa Mahkemesi'nin bu kararında yer alan açıklamalar dikkate alınmamaktadır.” ve devamı görüşler için Bkz. Mustafa TAN, Referans, 12.10.2006.
(9)         Anayasa Mahkemesi’nin, 19.03.1987 tarih ve E.1986/5, K.1987/7 sayılı Kararı.
(10)       “Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik kararlarında da belirtildiği gibi bağlayıcılık, kararların sonucu kadar gerekçeleri yönünden de geçerlidir.” Bkz. Anayasa Mahkemesi’nin, 12.12.1991 tarih ve E.1991/27, K.1991/50 sayılı Kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: 27, Cilt:1, s. 700-703. Ayrıca, “…Üstelik yasama organı kararların yalnız sonuçları ile değil, bir bütünlük içinde gerekçeleri ile de bağlıdır…”, Anayasa Mahkemesi’nin, 16.09.1993 tarih ve E.1993/26, K.1993/28 sayılı Kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: 29, s. 337-340.
(11)       Anayasa Mahkemesi’nin, 16.09.1993 tarih ve E.1993/26, K.1993/28 sayılı Kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: 29, s.337-340 ve ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin, 05.07.1994 tarih ve E.1994/50, K.1994/44-2 sayılı Kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: 31, s. 347-350.
(12)       Nitekim DOĞRUSÖZ’ün bir köşe yazısından alıntı yaptığımız bu ifade 2010 yılı için de aynen yaşanmıştır yaşanmaya devam etmektedir. Bkz. A. Bumin DOĞRUSÖZ, “Arsa Değerlerinin Tespitinde Keyfili”, Referans, 30.04.2009. Bu satırların yazarı da DOĞRUSÖZ’ün aynı yazıda ifade ettiği “Bu, hukuk değildir. Bilindiği gibi hukuk ile kanun kuralları farklıdır. Bazen, burada olduğu gibi çelişebilir. Çelişkinin olduğu her yerde, hukuksuzluk olabilir, arsa değerleri keyfi saptanabilir veya kamu lehine yüksek vergi geliri sağlayacak şekilde belirlenebilir. Dolayısıyla da basına malzeme olur.” görüşüne aynen katılmaktadır.