Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
''Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'' TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.‏ PDF Yazdır e-Posta
23 Temmuz 2010

Image

TBMM Genel Kurulunda, ağırlıklı olarak vergi konusunda düzenlemeler içeren ''torba tasarı'' kabul edilerek yasalaştı. 

Başta vergi kanunları olmak üzere otuziki kanunda değişiklik öngören “Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” 23.07.2010 tarihinde 6009 sayılı Kanun olarak yasalaştı. Kanun’un kısa sürede Cumhurbaşkanlığınca onaylanarak yürürlüğe girmesi beklenmektedir.

Yürütme ve yürürlük maddeleri hariç, dokuz geçici maddeyle birlikte yetmiş maddeden oluşan Kanun’un; 24 maddesi vergi uygulamalarıyla ilgilidir. Kanun’un 10 maddesi ile Gelir İdaresi Başkanlığının kuruluş ve organizasyon yapısıyla ilgili değişiklik yapılması öngörülmekte olup, 36 madde ise diğer bazı konuları düzenlemektedir.

Kanun’un vergi kanunlarında değişiklik öngören düzenlemeleri ile Gelir İdaresi Başkanlığının organizasyon yapısı ve çalışma şekliyle ilgili bazı düzenlemeleri aşağıda özetlenmiştir.

1. Gelir Vergisi Kanunu’nda Yapılması Öngörülen Değişiklikler

a) Gelir Vergisi Tarifesi

Gelir Vergisi Kanunu’nun 103. maddesinde yer alan gelir vergisi tarifesinin son gelir dilimine uygulanan % 35 oranı, Anayasa Mahkemesinin 08.01.2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararıyla, ücret gelirleri yönünden iptal edilmiştir. İptal kararı, kararın Resmi Gazetede yayımından 6 ay sonra 09.07.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

6009 sayılı Kanun’la Gelir Vergisi Kanunu’nun 103. maddesi Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle değiştirilmiştir.

Yapılan düzenleme sonrasında gelir vergisi tarifesi aşağıdaki şekilde olmuştur:

Tasarıda Ücret Gelirleri İçin Öngörülen Gelir Dilimleri

Vergi Oranı (%)

8.800 TL’ye kadar

15

22.000 TL’nin 8.800 TL’si için 1.320 TL, fazlası

20

50.000 TL’nin 22.000 TL’si için 3.960 TL

(ücret gelirlerinde 76.200 TL’nin 22.000 TL’si için 3.960 TL), fazlası

27

50.000 TL’den fazlasının 50.000 TL’si için 11.520 TL

(ücret gelirlerinde 76.200 TL’den fazlasının 76.200 TL’si için 18.594 TL), fazlası

35

Görüldüğü üzere, Anayasa mahkemesi tarafından mevcut tarifenin % 35 oranı ücret gelirleri yönünden iptal edilmekle birlikte, tasarıyla iptal edilen oranın yerine yeni bir oran belirlenmemiş, bunun yerine, gelir dilimlerinde değişiklik yapılarak Anayasaya uygun bir düzenleme yapılmak istenmiştir.

Yapılmak istenen düzenlemeden ve gerekçesinden açıkça anlaşılamamakla birlikte, 2005 yılında uygulanan tarifedeki vergi yüküne eşit vergi yükü yaratan bir gelir dilimi belirlenerek Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi karşılanmaya çalışılmıştır.

Yapılan düzenlemenin Anayasaya uygun olup olmadığı yine açık değildir. Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesine uygun bir düzenleme yapılmış olsa da, bu defa da başka yönleriyle yapılan düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu söylenebilir. Bu çerçevede, özellikle yapılan düzenlemenin geriye yürütülmesi ve yüksek ücretliler için diğer gelir gruplarına göre bir farklılık yaratılmasına rağmen düşük ücretliler için böyle bir düzenleme yapılmamasının Anayasaya aykırılığı iddiası bizce kayda değer bir iddiadır.

Düzenlemenin Anayasaya aykırılığı bir yana bırakılsa da, önerilen tarifenin sadece mevcut davalar dikkate alınarak vergi iadesi yapmamaya veya en aza indirmeye odaklandığı, bilimsel gerçeklerden ve vergileme ilkelerinden uzak olduğu açıktır.

Yapılan düzenlemeyle;

- Yeni tarifenin 01.01.2010 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girmesi,

- 2010 takvim yılına ilişkin olarak yapılmış ücret ödemeleri için Kanunun yayımlandığı tarihe kadar yapılmış olan gelir vergisi tevkifat tutarlarının bu Kanunla yapılan düzenleme uyarınca hesaplanan vergiden;

         - Fazla olması hâlinde, fark vergi tutarının terkin edilmesi, tahsil edilmişse mükelleflerin sonraki dönemlerde ödeyecekleri gelir vergisinden mahsubu, mahsup olanağının olmaması hâlinde ise red ve iade edilmesi,

         - Eksik olması halinde farkın, vergi sorumluları tarafından Kanun’un yayımlanmasından sonra yapılacak ilk ücret ödemesinden kesilerek bu ödemenin ait olduğu döneme ilişkin muhtasar beyannamenin verilme ve ödeme süresi içinde topluca verilecek ayrı bir beyanname ile beyan edilerek ödenmesi,

         - Bu beyanname için ayrıca damga vergisi hesaplanmaması, süresinde düzeltilen söz konusu fark için gecikme faizi ve vergi cezası aranmaması, eksik tahakkuk etmiş olan verginin bu süre içinde tamamlanmaması halinde bu tarihte vergi ziyaı doğmuş olduğu,

hükme bağlanmıştır.

Kanun TBMM de yasalaşmış olmakla birlikte, Cumhurbaşkanı’nca onaylanıp Resmi Gazetede yayımlanmadığından henüz yürürlüğe girmemiştir. Kanun’un Temmuz ayı sonuna kadar yayımlanmaması durumunda, personel ücretlerini ay sonunda ödeyen işletmeler açısından, ödemelerin yapıldığı gün itibariyle yeni tarife yürürlüğe girmemiş olabilecektir.

Ödeme günü itibariyle yeni tarifenin yürürlükte olmaması ve değişikliğin Ağustos ayında yürürlüğe girmesi halinde uygulamanın aşağıdaki gibi yapılabileceği düşünülmektedir:

- Mevcut tarifeye göre (Anayasa Mahkemesince iptal edilen tarife, 50.000 liranın üzeri için % 27 vergi oranı) verginin hesaplanması ve Temmuz ayı muhtasar beyannamesinin de buna uygun olarak hazırlanması.

- Ağustos ayında yeni tarifeye göre verginin yeniden hesaplanması, tarifenin değişmesinden kaynaklanan farkın, Eylül ayında (Ağustos ayına ait) ayrı bir muhtasar beyannameyle beyanı.

Yukarıda da açıklandığı üzere, yeni düzenleme 1 Ocak 2010 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girecektir. Bu durumun şimdiden bilinmesinde, eksik kesilen verginin personelden geri alınması veya işletme kaynaklarından ödenmesi gerekeceği dikkate alınarak, gerekiyorsa ücret ödemelerinde İş Hukukunun izin verdiği sınırlar içinde önlem alınmasında yarar vardır.

Bu arada, yeni tarifenin Anayasaya aykırılığı da değerlendirilmeli, düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu düşünülüyorsa ek muhtasar beyanname veya ücret gelirlerinin beyan edildiği aylık muhtasar beyannameler ihtirazi kayıtla beyan edilmeli ve Anayasaya aykırılık gerekçesiyle dava açılmalıdır.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi iptal kararının yürürlüğe girdiği 08.07.2010 tarihi öncesinde ödenen ücretler üzerinden kesilen gelir vergisini ihtirazi kayıtla beyan edenlerin yargı kararları doğrultusunda işlem yapmaları gerekmektedir. Yeni yapılan düzenlemenin 1 Ocak 2010 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girmesi nedeniyle,

- 2009 yılına ilişkin olarak açılmış davaların kazanılabileceği ve fazla ödenen vergilerin alınabileceği,

- 2010 yılına ilişkin davaların ise yeni düzenleme çerçevesinde sonuçlanacağı ve Gelir Vergisi Kanunu’na eklenen geçici 78. maddesinde öngörülen şekilde alınacak iadeler dışında herhangi bir iadenin söz konusu olmayacağı,

- Yeni yapılan düzenlemenin, diğer gerekçeler yanında geriye yürütülmesi nedeniyle iptal davasına konu olabileceği,

düşünülmektedir.

b) Yatırım İndirimi

Anayasa Mahkemesinin 08.01.2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kararıyla, Gelir Vergisi Kanunu’nun yatırım indirimiyle ilgili geçici 69. maddesinde yer alan ve işletmelerin yatırım indirimi haklarını 2006, 2007 ve 2008 yılları ile sınırlayan düzenleme iptal edilmiştir.

6009 sayılı Kanun’un 5. maddesinde yapılan düzenlemeyle, Mahkeme kararı doğrultusunda yeniden hak kazanılan yatırım indirimi tutarının indirimi düzenlenmektedir. Düzenlemeyle yıl sınırlaması kaldırılmakta ancak bu defa da kazancın % 25’i ile sınırlandırılmaktadır.

Yapılması öngörülen düzenlemeyle ayrıca, yatırım indirimi sonrası kalan kurum kazancının % 20 oranında kurumlar vergisine tabi olması öngörülmektedir.

Tasarının gerekçesinde, Anayasa mahkemesinin iptal gerekçeleri dikkate alınarak, indirilemeyen ve sonraki dönemlere devreden yatırım indirimi istisnasından yıl sınırlaması olmaksızın yararlanılmasının sağlandığı belirtilmektedir.

Oysa Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçelerine bakıldığında, iptal kararının temel gerekçesinin yıl sınırlaması olmayıp, geriye dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının, hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması olduğu görülmektedir. Kararda, Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 69. maddesi kapsamındaki yükümlülerin 5479 sayılı Yasa’nın yayımlandığı 08.04.2006 tarihine kadar yatırım indirimi istisnasından yararlanacaklarını göz önünde bulundurarak yatırım kararı aldıkları ve yatırıma başladıkları, bu yükümlülerin indirimin yılla sınırlanacağını önceden bilmedikleri, yatırım indiriminden yararlanılacak tutara ulaşıncaya kadar yapılması gereken indirimin sonradan üç yılla sınırlandırılmasının verginin genellik, eşitlik, öngörülebilirlik ve kamusal yetkinin kullanılmasında yükümlülere hukuksal güvenlik sağlayan yasallık ilkelerine aykırılık oluşturduğu açıkça yer almaktadır.

Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi açıkça, geriye dönük kurallarla hakların kısıtlanamayacağına, yatırım kararı alan işletmelerin bu kararı aldıkları ve yatırıma başladıkları anda bilmedikleri dikkate alınarak, indirimin sonradan herhangi bir şekilde sınırlandırılmasının Anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir.

Özetle düzenlemeyle, Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptal edilen bir yasal düzenleme, yine Anayasaya aykırılığı açık bir başka düzenlemeyle değiştirilmiştir.

Anayasaya aykırılığı açık olan bu düzenlemenin öngörülmesinde esas etkenin, 2008 yılı sonu itibariyle var olan ve sonraki yıllara devreden, 3.000’den fazla mükellefin, yaklaşık 78 milyar TL tutarındaki yatırım indirimi hakkının vergi gelirlerinde yaratacağı düşünülen gelir kaybı olduğu ve bu kaybın yıllara yayılmak istendiği söylenebilir.

Anayasaya aykırılığı bizce açık olan bu düzenleme, iptal davasına konu olması durumunda tekrar iptal konusu olabilecektir. Bu çerçevede yeni düzenlemeyle kazanılmış hakları tekrar sınırlanan kurumların, beyannamelerini ihtirazi kayıtla vererek, yapılacak tarhiyatı Anayasaya aykırılık iddiası ile vergi mahkemelerinde dava konusu yapmaları mümkündür.

c) Yabancıların Bazı Faiz ve Alım-Satım Kazançlarında Gelir Vergisi Stopajı Oranı

Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 67. maddesine 5527 sayılı Kanun’la eklenen, dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için bazı gelirlerde stopaj oranının % 0 olarak uygulanmasını öngören hükmü Anayasa Mahkemesinin 08.01.2010 tarihli Resmi gazetede yayımlanan kararıyla iptal edilmiştir.

6009 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle, Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri dikkate alınarak, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının alım/satım ve itfa kazançlarında yerli-yabancı yatırımcı ayrımına dayalı stopaj uygulamasına son verilmiş ve sermeye şirketleri (yatırım fon ve ortaklıkları ile münhasıran menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası aracı getirileri ile değer artışı kazançları elde etmek ve bunlara bağlı hakları kullanmak amacıyla faaliyette bulunan dar mükelleflerden Sermaye Piyasası Kanunu’na göre kurulan yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları ile benzer nitelikte olduğu Maliye Bakanlığınca belirlenenler dâhil) için % 0 oranında stopaj yapılması öngörülmüştür.

Düzenleme sonrası, yerli-yabancı ayırımı son bulmuş, basit olarak ifade edilecek olursa sermaye şirketleri - gerçek kişi ve sermaye şirketleri dışında kalan kurumlar ayırımı yapılmıştır.

Düzenleme 01.10.2010 tarihinde yürürlüğe girecektir.

Düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 67. maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki gelirler üzerinden;

- Sermaye şirketlerine ödenenler (Türk sermaye şirketlerine benzer nitelikteki yabancı kurumlar dahil) için % 0,

- Yatırım fon ve ortaklıklarına ve Kanun’da tanımlanmış olan dar mükellef benzeri fon ve ortaklıklara ödenenler için % 0,

oranında stopaj yapılacaktır.

Yeni düzenleme tam mükellef gerçek kişilere yapılan ödemeler açısından bir değişiklik getirmemiştir. Bunlara geçici 67. maddenin birinci fıkrasında sayılan ödemelerden mevcut Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde aynı oranlarda stopaj yapılacaktır.

Yeni düzenleme sonrasında, dar mükellef gerçek kişilere yapılacak ödemelerde uygulanacak oran konusunda bir açıklık yoktur. Mevcut yasal düzenlemeye göre bu ödemelerden % 15 oranında stopaj yapılması gerektiği düşünülmektedir. Ancak Bakanlar Kurulunun kısa bir süre içinde yeni bir Kararnameyle bu oranları tam mükellef gerçek kişilerle eşitlemesi beklenmektedir.

Öte yandan, maddede yer alan oranların değiştirilmesi konusunda Bakanlar Kuruluna verilen yetki, sermaye piyasalarında ortaya çıkacak değişiklikleri de kavrayabilmek amacıyla genişletilmiştir.

2. Vergi Usul Kanunu’nda Yapılması Öngörülen Değişiklikler

a) Vergi İncelemelerinde Uyulacak Esaslar

Kanun’la Vergi Usul Kanunu’nda yapılan düzenlemelerle;

- Vergi incelemesine başlanmasının tutanağa bağlanarak bir örneğinin incelenen mükellefe verilmesi,

- İnceleme elemanlarının kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ ve sirkülere uymaları,

- İncelemelerin, tam incelemelerde en fazla bir yıl, sınırlı incelemelerde ise en fazla altı ayda bitirilmesi, bu sürelerde bitirilemeyen incelemeler için altı ayı geçmeyecek şekilde sürelerin belirli bir prosedür çerçevesinde uzatılabilmesi,

- İnceleme elemanları tarafından yazılan raporların, oluşturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından okunması ve zorunluluğu,

öngörülmüştür.

Görüldüğü üzere Kanun’la vergi incelemeleri belirli standartlara bağlanmaktadır. Bu yönüyle öngörülen düzenlemeler olumludur.

Tasarıyla yapılmak istenen ve yukarıda özetlenen düzenlemelerden bir kısmı zaten uzun zamandır yapılan uygulamaları öngörmekte olup yeni uygulamalar getirmemektedir. Bu çerçevede örneğin, bazı denetim birimlerinde incelemeye başlama tutanakla tespit edilmekte, raporlar da yetkili okuma komisyonlarınca okunmaktadır. Yönetmelikle düzenlenmiş olan bu konular Kanun’la yasal tabanı daha güçlü olarak düzenlenmekte, uygulamanın da bütün denetim birimleri ve inceleme elemanları için uyumlu olması sağlanmaktadır.

Kanun’un incelemede uyulacak esasları düzenleyen maddesi, 01.01.2011 tarihinde yürürlüğe girecektir.

b) Vergi İncelemelerinin Koordinasyonu

Kanun’la vergi inceleme birimlerinin birleştirilmesi projesinden vazgeçildiği, bunun yerine vergi incelemelerini koordine etmek üzere bir Koordinasyon Kurulu oluşturulduğu görülmektedir.

Bilindiği kadar bu oluşum yeni olmayıp, Bakanlık bünyesinde oluşturulmuş bir Koordinasyon Kurulu zaten vardır ve bir süredir görev yapmaktadır.

Kurulun yasal bir zemine kavuşturulması olumlu olmakla birlikte önemli bir yenilik getirmemektedir.

c) Yeni Özelge Sistemi ve Özelgelerin Hukuki Sonuçları

Gelir İdaresi Başkanlığınca bir süre önce yapılan düzenlemeyle özelge başvurularının yerel teşkilata yapılması, Başkanlıkça onaylandıktan sonra da mükellefe yine yerel teşkilat tarafından verilmesi öngörülmüştür.

Bu düzenleme sonrasında özelge sistemi önemli ölçüde işlemez hale gelmiş, son zamanlarda özelge talepleri büyük ölçüde zamanında veya hiç cevaplanamamıştır.

Kanun’la, Tebliğ ile oluşturulan ve işlemeyeceği anlaşılan yapı, çok fazla değiştirilmeden yasayla düzenlenmektedir. Oluşturulmak istenen yapının hızlı ve etkin olarak çalışıp çalışmayacağı zamanla görülecektir.

Öte yandan, tasarıyla özelge talepleri için harç ödenmesi öngörülmekte iken yasalaşma sürecinde bu düzenleme kaldırılmıştır. Dolayısıyla eskiden olduğu gibi özelge talepleri için herhangi bir ücret ödenmeyecektir.

Kanun’la özelge sistemi konusunda yapılan bir başka düzenleme de, özelgelerin ceza yanında faiz açısından da koruma sağlamasıdır. Bu düzenleme belki de Kanun’un en önemli düzenlemelerinden birisidir.

d) Yanılma ve Görüş Değişikliği

Vergi Usul Kanunu’nun 369. maddesinde yapılan değişiklikle;

- Yetkili makamların mükellefe yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları veya bir hükmün uygulanma tarzına ilişkin bir içtihadın değişmiş olması halinde vergi cezası kesilmemesi ve gecikme faizi hesaplanmaması,

- Genel tebliğ veya sirkülerle yaptığı açıklamayı değiştirmesi halinde, yeni tebliğ veya sirkülerin yayımlandığı tarihten itibaren geçerli olması ve geriye dönük olarak uygulanmaması,

öngörülmüştür.

Yapılan düzenlemeyle özelgelerin gecikme faizine karşı koruması öngörülmüş, bu düzenlemenin de kanun’un yayımı tarihinde yürürlüğe girmesi öngörülmüştür. Açık olmamakla birlikte, bu Kanun’un yürürlüğünden önce verilmiş olan özelgelerin de gecikme faizine karşı koruyacağı düşünülmektedir. Aksi halde geçmişte verilen bütün özelgelerin yenilenmesi gerekecektir ki, bunun makul ve yasal bir açıklaması yoktur.

Yapılan düzenlemeyle, bu kurala bir istisna konmuş ve yargı organlarınca iptal edilen genel tebliğ ve sirküler hakkında bu hükmün uygulanmaması öngörülmüştür.

Bir önceki bölümde de açıklandığı üzere, özellikle mükellef hakları ve öngörülebilirlik açısından, Kanun’un belki de en önemli düzenlemelerinden birisi budur. Tebliğ ve sirküler değişikliğinin geriye doğru yürütülmemesi önümüzdeki günlerde hukukçular tarafından çok tartışılabilecek bir konu olmakla birlikte, tebliğ ve sirkülerde yer alan açıklamalara uygun olarak işlem yapanların hukukunun korunması açısından son derece önemlidir.

d) Takdir Komisyonuna Sevk İşleminin Zamanaşımını Durdurması

Vergi Usul Kanunu’nun 114. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, vergi dairesince matrah takdiri için takdir komisyonuna başvurulmasının zamanaşımını durduracağı yönündeki düzenleme, Anayasa Mahkemesinin 08.01.2010 tarihli resmi gazetede yayımlanan kararıyla iptal edilmiştir.

Kanun’la, Anayasa mahkemesi kararı gerekçesi dikkate alınarak yeni bir düzenleme yapılmış, Takdir Komisyonuna başvurulmasının zamanaşımı süresini en fazla bir yıl süreyle durdurması öngörülmüştür.

Kanunda ayrıca, 01.01.2005 tarihinden önceki dönemlere ilişkin olarak, daha önce takdir komisyonuna gönderilmiş olup, takdir edilen matrah üzerinden 31.12.2012 tarihine kadar tarh ve tebliğ edilmeyen vergilerin zamanaşımına uğraması öngörülmüştür. Takdir Komisyonunda geçen süreyi sınırlayan yukarıdaki düzenleme ne kadar olumluysa, geçici maddede yer alan düzenleme de o kadar olumsuz ve bize göre de yine Anayasaya aykırıdır. Bu geçici madde bir anlamda, geçici bir süre için daha Anayasaya aykırılığa devam edilir demektedir. Konunun ekonomik büyüklüğü bilinmemekle birlikte, mevcut yapı çerçevesinde, böyle bir düzenlemeye hiç gerek olmadığı düşünülmektedir.

e) Elektronik Ortamda Tebliğ

Vergi Usul Kanunu’na eklenen 107/A maddesiyle, elektronik ortamda tebliğ yapılabilmesine olanak sağlayan bir düzenleme yapılmış, ayrıca Maliye Bakanlığına elektronik ortamda tebliğ ile ilgili gerekli altyapıyı kurma ve konuyla ilgili esas ve usulleri belirleme yetkisi verilmiştir.

Maliye Bakanlığının yetkisini kullanırken özenli davranmaması ve gerekli önlemleri almaması durumunda, mükellefler açısından önemli olumsuzluklar yaratması olasıdır.

f) Cezalar

Vergi Usul Kanunu’nun 353 ve mükerrer 353. maddelerinde yapılması öngörülen değişikliklerle;

- Belge basımı ile ilgili bildirim görevini tamamen veya kısmen yerine getirmeyen matbaa işletmecilerine bir takvim yılında kesilebilecek özel usulsüzlük cezası tutarı için üst sınır getirilmekte,

- Mükerrer 355. maddenin beşinci ve altıncı fıkralarında yer alan fiiller için öngörülen özel usulsüzlük cezaları, işlenen fiillerin ağırlığı ile orantılı olacak şekilde yeniden düzenlenmekte,

- Aynı maddenin dördüncü fıkrasının sonuna eklenen cümle ile de tahsilât ve ödemelerin bankalar, katılım bankaları veya posta idarelerince düzenlenen belgelerle tevsik edilmemesi durumunda kesilecek özel usulsüzlük cezasına ilişkin olarak takvim yılı bazında uygulanacak toplam ceza tutarı bakımından üst sınır getirilmektedir.

3. Gider Vergileri Kanununda Yapılması Öngörülen Değişiklikler

Kanun’un 1. maddesiyle Gider Vergileri Kanunu’nun 28. maddesinde yapılması öngörülen değişiklikle, banker sayılmak için aranan devamlılık şartı, finansal işlemleri esas iştigal konusu olarak yapanlar şeklinde değiştirilerek, ödünç para verme işlerini esas iştigal konusu olarak yapanların BSMV mükellefi olmaları, bu işleri devamlı olarak yapsalar da esas iştigal konusu olarak yapmayanların finansman hizmetlerinin ise KDV’ye tabi olması öngörülmektedir.

Görüldüğü üzere, yapılan düzenlemeyle banker sayılmanın temel ölçütü değiştirilmekte, devamlılık ölçütünün yerini esas iştigal konusu olma ölçütü almaktadır.

Değişiklik öncesinde, Maliye Bakanlığı ve Danıştay tarafından verilen görüşler çerçevesinde, kredi kullandırmanın devamlılığı varsa, krediyi kullandıran kurum Gider Vergileri Kanunu’nun 28. maddesi çerçevesinde banker olarak kabul edilmiş ve sağlanan finansman hizmetleri sebebiyle lehe kalan faiz ve kur farklarından BSMV hesaplaması gerekmiştir.

Süregelen içtihatlara göre, aynı takvim yılı içinde birden fazla kişiye ya da birden fazla olmak üzere bir kişiye veya birbirini izleyen yıllarda bir ya da birden çok kişiye ödünç para verilmesi halleri, borç verme işiyle devamlı ve mutad meslek halinde uğraşıldığının göstergesi sayılmıştır. Bu devamlılık tanım ve uygulaması, işletmelerin çoğunun banker sayılması ve BSMV BSMV mükellefi olmaları sonucunu doğurmuştur.

Yapılan düzenlemeyle bu uygulamaya son verilmek istenmiş, esas faaliyet konusu borç para verme işi olmayan kurumların, bu kurumlar devamlı olarak borç para verme işlemi yapsalar da, ticari icaplar gereği yaptıkları borç para verme işlemleri BSMV kapsamı dışına çıkartılmıştır. Bu düzenleme sonrasında söz konusu işlemler katma değer vergisine tabi olacaktır.

Kanun’un 2. maddesiyle Gider Vergileri Kanunu’nun 29. maddesinde yapılan değişiklikle de, BSMV mükelleflerinin, Türkiye’de kurulu vadeli işlem ve opsiyon borsalarında gerçekleştirdikleri vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri nedeniyle lehlerine kalan tutarlar için vergi istisnası getirilmiştir.

4. Damga Vergisi Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler

- Damga Vergisi Kanunu’na ekli (2) sayılı Tablonun IV. Bölümünde yapılan değişiklikle, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da yapılan tüketici kredisi tanımına bağlı olmaksızın, finansman şirketlerince kullandırılacak tüm kredilerin temini ve geri ödenmesi amacıyla düzenlenecek kâğıtlar damga vergisinden istisna edilmiştir. Değişiklik öncesi istisna kapsamına sadece bu Kanun’un 10. maddesi çerçevesinde kullandırılan tüketici kredileri nedeniyle düzenlenen kâğıtlar girmekte olup, istisnanın kapsamı genişletilmiştir.

- Damga Vergisi Kanununa ekli (2) sayılı tablonun (33) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle, sözleşmeli tarımı teşvik etmek amacıyla, Tarım Kanunu çerçevesinde tarım ürünlerine ilişkin olarak üretici ile alıcı arasında düzenlenen tarımsal üretim sözleşmeleri damga vergisinden istisna edilmiştir.

- Damga Vergisi Kanununa ekli (2) sayılı tablonun, "III- İşçiler, çiftçiler ve göçmenlerle ilgili kâğıtlar" başlıklı bölümüne eklenen bir fıkra ile, tarımsal destekleme programları kapsamında hibe desteği sağlanması uygun görülen yatırım projelerine ilişkin olarak proje sahipleri ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında düzenlenen kâğıtlar damga vergisinden istisna tutulmuştur.

5. Harçlar Kanunu’nda Yapılan Değişiklikler

Harçlar Kanunu’nun 28. maddesinde yapılan değişikliklerle;

- Ölüm ve cismani zarar nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında peşin alınan harcın oranının yirmide bir (diğer davalarda dörtte biri peşin) olarak uygulanması öngörülmüş,

- Anayasa Mahkemesinin 17.03.2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2010/9 sayılı Kararı doğrultusunda, bakiye karar ve ilam harcının ödenmemiş olmasının, hükmün tebliğe çıkartılması, takibe konulması ve kanun yollarına başvurulması gibi müteakip işlemlerin yapılmasına engel teşkil etmeyeceği hükme bağlanmıştır.

Öte yandan,

- Harçlar Kanunu’na ekli (1) sayılı tarifeye iki yeni harç eklenmiştir. Yapılan düzenlemeye göre, keşif veya haciz talebinde bulunanlar, bu talebin yerine getirilmesi için tutarı 120 lira olarak belirlenen “keşif harcı” ve tutarı 40 lira olarak belirlenen “haciz, teslim ve satış harcı” ödeyeceklerdir. Bu mali yükümlülükler yeni olmayıp, daha önce 3717 sayılı Adli Personel İle Devlet Davalarını Takip Edenlere Yol Gideri ve Tazminat Verilmesi İle 492 Sayılı Harçlar Kanununun Bir Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun kapsamında ödenmekte iken, düzenleme anayasa mahkemesince iptal edilmiştir. Yeni yapılan düzenlemeyle öngörülen harç tutarları bu nedenle ek bir ödeme yükümlülüğünü ifade etmemektedir.

- Harçlar Kanunu’nun 123. maddesinde yapılan değişiklikle, harç muafiyetlerinin; yukarıda belirtilen iki yeni harç için (keşif harcı ve haciz, teslim ve satış harcı) bakımından uygulanmaması öngörülmüştür.

6. Diğer Düzenlemeler

- Vergi kanunları kapsamındaki yeminli mali müşavirlik tasdik işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirilmesi ve tasdike konu işlemlerin mükellef grupları, faaliyet ve tasdik konuları itibarıyla ayrı ayrı belirlenmesi konusunda Maliye Bakanlığına yetki verilmiştir.

- 1985 veya daha eski model motorlu taşıtların hurdaya ayrılması ve il özel idarelerine teslimi koşuluyla, bunlara ait motorlu taşıtlar vergisi ile bu vergiye ilişkin gecikme zammı, gecikme faizi, vergi cezaları ve idari para cezalarının silinmesini öngören düzenleme yapılmıştır.

- Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu’nda yapılan değişiklikle;

         - Bankanın aktif ve pasifindeki döviz ve altın cinsinden varlık ve yükümlülüklerinin değerlemesi nedeniyle Banka lehine doğan değerleme farklarının, değerlemeye konu varlık ve yükümlülüklerin sarf edildikleri veya Türk parasına çevrildikleri tarihe kadar dönem kazancına dahil edilmemesi ve kurumlar vergisine tabi tutulmaması,

         - Banka aleyhine doğan değerleme farklarının, değerlemeye konu varlık ve yükümlülüklerin sarf edildikleri veya Türk parasına çevrildikleri tarihe kadar dönem kazancından düşülmemesi ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak dikkate alınmaması,

öngörülmüştür

- Sanayi ve ticaret Bakanlığının teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da yapılan düzenlemeyle, Bakanlık müfettişlerinin bilgi ve belge taleplerini karşılama yükümlülüğü getirilmiştir.

- 3568 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikle, Kanun kapsamındaki meslek mensuplarının, maddede sayılan, esas olarak kamu ve kamusal nitelikli diğer bazı kurumlarda yaptıkları yönetim kurulu başkan ve üyeliği ile denetçilik görevlerinin meslekle bağdaşmayan işlerden sayılmayacağı hükme bağlanmıştır.

- 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu'nun ek 37. maddesinde yer alan, sanal mobil şebeke operatörü olarak bilinen işletmecilerin hazine payı yükümlülüğü yeniden düzenlenmiştir.

Bilindiği üzere GSM operatörleri imtiyaz sözleşmelerinde yer alan hazine payı yükümlülüğü kapsamında brüt gelirleri üzerinden %15 oranında hazine payı ödemekle mükelleftirler. GSM operatörlerinden dakika satın alıp kendi abonelerine belirli bir kar marjı ile satmak isteyen ancak mobil şebekesini haiz olmayan sanal mobil şebeke operatörlerinin de rekabet eşitsizliği olmaması adına aynı yükümlülüğe tabi tutulmasını teminen daha önce 406 sayılı Kanun'un ek 37. maddesinde bir değişiklik yapılmış, değişiklikle sanal mobil şebeke operatörlerinin de brüt gelirleri üzerinden % 15 oranında hazine payı ödeyecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu değişikliğin aynı gelir üzerinden hem GSM operatörü hem de sanal mobil şebeke operatörünün hazine payı ödemesine sebep olduğu kanısı ile yapılan çalışmalar sonucunda sanal mobil şebeke operatörlerinin net kar marjları üzerinden hazine payı ödemelerini teminen yukarıda özetlenen değişiklik yapılmıştır. pwc

İlgili Kanun metnine aşağıdaki bağlantı yardımıyla ulaşabilirsiniz.

''Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun''