Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Sermaye Piyasası Araçlarından Elde Edilen Kazanç ve İratların Vergilendirilmesinde Yerli-Yabancı Yatırımcı Ayırımı ve Anayasaya Aykırılık Devam Ediyor PDF Yazdır e-Posta
13 Ağustos 2010

Bilindiği üzere, 27/06/2006 tarih ve 5527 sayılı Kanunun (RG:07/07/2006-26221)  1 inci maddesinin (a) bendi ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci paragrafının sonuna "Dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için bu oran %0 olarak uygulanır"  hükmü eklenmiş; 22/07/2006 tarih ve 2006/10731 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı (RG:30/12/2005-26039) ile maddede yer alan bazı kazanç ve iratlardan yapılacak tevkifat oranları tespit edilmiştir.

Yapılan bu düzenlemelerle, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun Geçici 67 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında, banka ve aracı kurumların menkul kıymetler ve diğer sermaye piyasası araçlarından elde edilen gelirler üzerinden yapmakla yükümlü oldukları % 15 oranındaki tevkifat, dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar tarafından elde edilen gelirlere uygulanmak üzere %0 olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, dar mükellef gerçek kişi ve kurumların menkul kıymetler ile diğer sermaye piyasası araçlarından 07/07/2006 tarihinden itibaren Türkiye'de elde ettikleri kazanç ve iratlarına %0 (sıfır) oranında tevkifat uygulanmıştır.

Bu düzenlemelerin Anayasa'ya aykırı olduğu gündeme gelmiş ve nihayet itiraz yoluyla konu Anayasa Mahkemesinin önüne gelmiş ve Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin 15/10/2009 gün ve E.2006/119, K.2009/145 sayılı kararı (RG: 08/01/2010-27456) 31/12/1960 günlü, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun geçici 67 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci paragrafının sonuna 27/06/2006 günlü, 5527 sayılı Yasa'nın 1 inci maddesinin (a) bendi ile eklenen "Dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için bu oran %0 olarak uygulanır" biçimindeki cümlesinin;

"Vergilendirmenin temel ilkelerinin gözetilmesi, vergilendirmeye ilişkin yasalarda bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukuk güvenliğinin sağlanması gerektiği;

Verginin malî güce göre alınması ve genelliği ilkeleriyle vergilendirmede eşitlik ve adaletin gerçekleştirilmesinin amaçlandığı;

Vergide genellik ilkesinin, herhangi bir ayırım yapılmaksızın malî gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade ettiği;  bu ilkenin, aynı zamanda vergide eşitlik ilkesinin uygulama aracı olduğu; malî gücü fazla olanın malî gücü az olana göre daha fazla vergi ödemesi gerektiği;

Vergide eşitlik ilkesine göre ise ödeme gücü aynı olanların aynı vergiyi ödemeleri gerektiği;

Vergilendirmede Anayasa'nın bu konudaki ilkelerinin özenle göz önünde tutulması gerektiği; bu anlamda, Devletin vergilendirme yetkisinin vergide yasallık, malî güç ve genellik gibi kimi anayasal ilkelerle sınırlandırıldığı;

Aynı gelir unsurundan aynı nitelikte elde edilen gelirlere uygulanan vergi tevkifat oranında değişiklik yapılarak tam ve dar mükellefler arasında farklılık yaratılamayacağı;

Vergi sistemimizde dar ve tam yükümlülük arasında elde edilen gelirin niteliği ve unsurları yönünden herhangi bir farklılık bulunmadığı;

Vergi yükü farklılaştırmasının mükellefin tam ya da dar mükellefiyet esasına tabi olmasına göre değil, ödeme güçlerinin durumuna göre yapılabileceği;

Tam ve dar mükelleflerde vergi yükü dışında biçimsel ve usule ilişkin kimi farklılıklar olabileceği;

Ancak bu mükelleflerin, kendilerinden tahsil edilmesi gereken malî yükümlülüklerin kamu gücüne dayanılarak alınması ve mali güçlerine göre vergi ödemeleri bakımından aynı hukuksal durumda olduklarının kuşkusuz olduğu;

Aynı menkul kıymet veya diğer sermaye piyasası araçlarından aynı miktarda gelir elde eden dar ve tam mükellef arasındaki yerleşmeye dayalı farklılık, bunlar arasında aynı gelir unsuru yönünden malî gücün farklı olduğunu göstermeyeceği;

Ekonomik amaçlı değişikliklerin verginin temel yapısını bozmayacak şekilde yapılması, anayasal ilkelere de aykırı olmaması gerektiği;

Vergilendirilecek gelirin niteliğinde farklılık yoksa mükellef mukimliğinin farklılık nedeni olamayacağı;

Aynı gelir unsuru yönünden eşit olan tam ve dar mükelleflerden birincisinin gelirinden yasayla %15 oranında vergi tevkifat yapılırken ikincisinin gelirinden %0 oranında tevkifata yapılmasının makul ve adil olamayacağı;

gerekçeleriyle, Anayasa'nın  2., 10, ve 73.  maddelerine aykırı olduğuna karar verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararı ile yeni düzenleme yapılması için altı aylık sürenin bitiminden sonra yayımlanan 23/07/2010 tarih ve 6009 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamalerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun "Torba Kanun"  (RG:01/08/2010-27659) 4 üncü maddesiyle 193 sayılı Kanunun geçici 67 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci paragrafında yer alan "Dar mükellef gerçek kişi ve kurumlar için bu oran % 0 olarak uygulanır." cümlesi "5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrası kapsamındaki mükellefler ile münhasıran menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası aracı getirileri ile değer artışı kazançları elde etmek ve bunlara bağlı hakları kullanmak amacıyla faaliyette bulunan mükelleflerden 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa göre kurulan yatırım fonları ve yatırım ortaklıklarıyla benzer nitelikte olduğu Maliye Bakanlığınca belirlenenler için bu oran % 0 olarak uygulanır." şeklinde değiştirilmiştir.

Torba Kanunun 4 üncü maddesinin gerekçesinde özetle; "Anayasa Mahkemesi kararının iptal gerekçeleri dikkate alınarak, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının alım/satım ve itfa kazançlarında yerli-yabancı yatırımcı ayrımına dayalı stopaj uygulamasına son verildiği" ifade edilmektedir.

Yeni düzenleme yakından incelendiğinde de görüleceği üzere; yerli-yabancı  yatırımcı ayırımına stopaj açısından son verilmiş ancak, Anayasa Mahkemesi kararında ifade edilen hukuki güvenlik, eşitlik ve mali güce vergilendirme ilkelerinin gereklerinin karşılanmadığı ve efektif vergi yükü açısından ayırıma son verilmediği kolaylıkla görülecektir. Şöyle ki;

  • Yeni düzenleme ile Türkiye'de yerleşik gerçek ve tüzelkişilerin aynı kazanç ve/veya iratlarından tevkif yoluyla vergi alınmamasını öngörülmüştür,
  • Ancak, tam mükellefiyet esasına tabi kurumlar ile sermaye piyasası araçlarından elde ettikleri kazanç ve/veya iratları ticari kazançlarına dahil olan gerçek kişiler, bu gelirler üzerinden yine gelir vergisi tarifesine %35'e kadar vergi ödemek zorunda kalacaklardır,
  • Stopaj, yabancılar yatırımcılar için nihai vergi niteliğindedir ve yabancılar sıfır efektif vergi yükü ile bu türden kazanç ve/veya iratlarını yurtdışına transfer edebileceklerdir,
  • Oysa ki, yerli kurumlar bu kazançlarını beyan etmek zorunda olduklarından kazançları üzerinden %20 oranında kurumlar vergisi ödeyeceklerdir,
  • Yerli kurumlar vergisi mükellefleri %20 oranında kurumlar vergisi ve %15 oranında da kâr dağıtımına bağlı stopajla birlikte %32 oranında efektif vergi yüküne katlananacaklardır,
  • Ayrıca yerli kurumlar vergisi mükelleflerinin gerçek kişi ortakları bünyesinde artan oranlı gelir vergisi tarifesi nedeniyle ödenecek ilave %2 oranındaki vergi ile birlikte efektif vergi yükü %34 olabilecektir,
  • Yabancı kurumlar için efektif vergi %0 (sıfır) olacaktır.

Özetle, yapılan düzenlemeyle, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararına dayanak teşkil eden hukuki güvenlik, vergide eşitlik ve mali güce göre vergilendirme ilkelerinin gerekleri karşılanmamış ve dolayısıyla yerli-yabancı yatırımcı ayırımı ve Anayasa aykırılık sorunu yeni şekliyle devam etmektedir.

Altındağ ymm