Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Örtülü Sermaye ve Avansların Örtülü Sermaye Limit Hesabında Dikkate Alınması PDF Yazdır e-Posta
26 Eylül 2010

I- GİRİŞ

Şirketlerin finansman ihtiyaçlarının sermaye yerine ortaklar ve ortaklarla ilişkili kişiler tarafından sağlanan borçlarla karşılanması örtülü sermaye olarak tanımlanmaktadır. Bir şirketin ortaklarından sağlayacağı mali kaynaklar iki türlüdür. Bunlar, ortakların şirkete yatırdıkları sermaye ve ortakların şirkete verdikleri borçlardır. Ortakların bu kaynaklar karşılığında şirketten sağladıkları menfaatler de yatırılan sermaye için kâr payı ve verilen borçlar için ise faiz geliridir.

Şirkete sermaye olarak konulabilecek bir tutarın borç olarak verilmesinin çeşitli nedenleri olabilmektedir(1): Sermayenin düzenli bir gelir getirme garantisi yok iken, verilen borç dolayısıyla düzenli olarak faiz alınarak bu riskten kaçınılmış olacaktır. Borç ilişkisinde ortaklar, şirketin kâr veya zararda olup olmadığına bakmaksızın faiz elde etmekte, verdikleri borçları geri alabilmektedir. Şirketin sorumlulukları ile borç arasında hiçbir ilişki kurulmamaktadır. İflas durumunda, sermayenin tamamının geri alınamaması veya yatırılandan daha az tutarda geri alınması olasılık dahilinde iken, borç verme yolu ile bu riskten de kaçınılmış olunmaktadır. Şirket açısından, dağıtılan kâr payları gider olarak indirilememekte, buna karşılık ödenen faizler indirilebilmektedir. Vergi matrahının belirlenmesinde, temettülerin aksine faizlerin indirilebilir gider olması, ortakların şirkete yapacakları mali kaynak aktarımını borç ilişkisine dayandırarak kârı, faiz olarak şirket bünyesinden transferini sağlamaktadırlar.

Mükelleflerin örtülü sermaye yoluna gitmelerinin tek sebebi vergi değildir. Fonların rahat bir şekilde hareket etmelerini sağlayabilmek için sermaye yerine borç gibi verilmeleri tercih edilebilmektedir. Sermaye olarak konulan tutarın acil bir ihtiyaç halinde geri çekilmesi, kısa vadeli borç olarak verilen fonlara göre daha fazla zaman alabilecek ve formaliteleri daha fazla olabilecektir. Dolayısıyla fonların sermaye olarak bağlanması yerine borç olarak verilmesi tercih edilebilecektir.

Türk Ticaret Kanununun 470. maddesi hükmüne göre, sermaye şirketleri öz sermaye için faiz ödeyemezler. TTKdaki öz sermaye için faiz ödenemeyeceği kuralının paralelinde, KVKnın 11/1.a maddesinde de öz sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faizlerin kurumlar vergisinden indirilemeyeceği hükmü yer almaktadır. Öz sermaye üzerinden ödenen faizlerin matrahtan indirilemeyeceği şeklindeki düzenlemenin benzeri, örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faizlerin veya kur farklarının da matrahtan indirilemeyeceği yönündeki düzenlenmedir.

Uluslararası alanda devletler, örtülü sermaye olgusunun ortadan kaldırılması amacıyla iç hukuklarında değişik önlemler almaktadırlar. Bunlardan ilki, verilen borcun sermaye yatırımı olarak değerlendirilmesi ve görünürde borç ilişkisinden kaynaklanan faizlerin vergi matrahının hesaplanmasında indirimine izin verilmemesidir. İkincisi, kaynaklandıkları ilişki gerçekte bir sermaye yatırımı olduğu için indirilmesine izin verilmeyen faizlerin temettü olarak değerlendirilerek işleme tabi tutulmasıdır(2).

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun (KVK) 12. maddesinde, vergi güvenlik müesseselerinden biri olan örtülü sermaye müessesesi düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye olarak değerlendirilecektir. Bunun sonucu olarak da, aynı Kanununun 11/1.b maddesi gereğince kurumların örtülü sermaye şartlarını taşıyan borçlanmalarına ilişkin olarak ödedikleri veya hesapladıkları faiz, kur farkı veya benzeri giderleri kurum kazancından indirmeleri mümkün bulunmamaktadır.

Örtülü sermaye üzerinden ödenen veya hesaplanan faiz, kur farkı ve benzerlerinin de kanunen kabul edilmeyen gider sayılmasının amacı, ortakların şirkete özsermaye olarak koymaları gereken parayı borç olarak verip, bunun üzerinden faiz almak suretiyle, öz sermayeye ait faizin gider yazılamayacağı hükmünü dolaylı yoldan bertaraf etmelerini önlemektir(3). Örtülü sermaye, ortakların veya ilişkili kişilerin işletmeye iştirak olmak yerine borç vermek suretiyle, vergi matrahını aşındırmayı amaçlayan işlemleri önlemek için getirilmiş bir vergi güvenlik müessesedir.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununda örtülü sermaye müessesesi, uluslararası gelişmeler ve genel kabul görmüş ilkeler dikkate alınarak yeniden düzenlenmiştir. Anılan Kanun maddesi ile yapılan yeni düzenleme ile örtülü sermaye uygulamasında borç/öz sermaye oranı, ortakla ilişkili kişi ve öz sermaye tanımlarına açıklık getirilerek objektif kıstaslar konulmakta ve örtülü sermaye kapsamına girmeyecek borçlanmalar sayılmaktadır. Örtülü sermaye uygulaması bu sermaye üzerinden hesaplanacak gider unsurlarıyla, vergilendirilecek kurum kazancının aşındırılmasının önlenmesi esası üzerine kurgulanmıştır(4).

5520 sayılı KVKnın 12. maddesinin 6. bendinde örtülü sermaye sayılmayan borçlanmalar maddeler halinde sıralanmıştır. Kanunda belirtilen bu borçlanmalar dışında ilişkili kişilerden olan diğer tüm borçlanmalar örtülü sermaye olarak kabul edilecektir. Konuya ilişkin özellik arz eden birinci husus, ilişkili kişilerden temin edilen ve örtülü sermaye kapsamında değerlendirilmesi gereken alınan avansların örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmasıdır. İkinci husus ise bir kurumun kârına katılma imkanı veren kurucu senetlerini ve diğer intifa senetlerini elinde bulunduran kişilerden yapılan borçlanmaların ortaklardan yapılan borçlanmalar kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğidir. Bu yazımızda belirtilen konular hakkında açıklamalar yapıldıktan sonra görüşlerimize yer verilecektir.

II- SERMAYE VE ÖRTÜLÜ SERMAYE İLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER

Genel olarak sermayenin tanımına baktığımızda; sermayenin üretimde kullanılan kendisi de üretilmiş olan mal ve değerler bütünü olarak ifade edildiği görülmektedir. Bununla birlikte sermaye kavramı; yatırılmış para, yatırımdan kazanılan gelir ve varlıkların parasal değeri anlamında da kullanılmaktadır. Konuya muhasebe tekniği açısından bakıldığında ise, sermaye deyiminin ortaklar tarafından işletmeye konulan varlığı; öz sermayenin ise bu varlığın belli bir tarihteki gerçek miktarını tanımladığı anlaşılmaktadır(5).

Sermaye ile ilgili olarak Türk Ticaret Kanununda bilanço tanımının yapıldığı 74. maddesinde; Bilânço, envanterde gösterilen kıymetlerin tasnifi ve karşılıklı olarak değerleri itibariyle tertiplenmiş hulâsasıdır. Bilânçonun aktif tablosunda, mevcutlarla alacaklar ve varsa zarar, pasif tablosunda borçlar gösterilir. Aktif yekûnu ile borçlar arasındaki fark tacirin işletmeye tahsis ettiği ana sermayeyi teşkil eder. hükümlerinin yer aldığı görülmektedir.

Diğer taraftan 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 192. maddesinde özsermaye, TTKda yer alan sermayeye ilişkin hükümler doğrultusunda ... aktif toplamı ile borçlar arasındaki fark, müteşebbisin işletmeye mevzu varlığını (öz sermayeyi) teşkil eder. şeklinde tanımlanmıştır.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 12. maddesine göre bir hesap döneminde işletmede kullanılan borçların hukuken örtülü sermaye sayılabilmesi için aşağıda belirtilen şu üç şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:

1- Doğrudan veya dolaylı olarak ortaklardan veya ortaklarla ilişkili kişilerden temin edilmesi,

2- İşletmede kullanılması,

3- Bu şekilde kullanılan borcun hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun dönem başı öz sermayesinin üç katını aşması

gerekmektedir.

Bir kurum borcunun örtülü sermaye sayılabilmesi için bu borcun öncelikle ortak veya ortakla ilişkili kişiden yapılması gerekir. Diğer şartları taşısa dahi bu kişilerden yapılmayan borçlanmalar hiçbir şekilde örtülü sermaye işlemine konu edilmez.

Konu ile ilgili yayımlananan (1) no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde ortak ve ortakla ilişkili kişiler açıklanmıştır. Buna göre ortaklık ilişkisi, bir kurumun hem ortak olduğu kurumlarla hem de söz konusu kuruma ortak olan gerçek kişi ve kurumlar ile olan ilişkisini kapsadığı belirtilmiştir. Ancak, bir kurumun kârına katılma imkanı veren kurucu senetlerini ve diğer intifa senetlerini elinde bulunduran kişilerin ortaklık ilişkisi kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği konusunda bir açıklama yapılmamıştır. Anılan Tebliğde ortağın en az % 10 oranında kâr payı hakkına sahip olduğu kurumlar ilişkili kişi olarak kabul edilirken borç kullanan kurumdan kâr payı alan kişiler hakkında bir düzenleme yapılmamıştır.

İntifa senetlerini; anonim ortaklıklar tarafından şirket ana sözleşmesine göre, bedeli itfa edilen pay sahipleri, kurucular, şirket alacaklıları veya şirkete herhangi bir şekilde menfaat temin eden kimselere verilen ve yasada öngörülen şartlar dahilinde şirket kazancına, tasfiye kârına iştirak veya sermaye artırımlarında yeni çıkarılacak paylarda ön alım hakkı sağlayan kıymetli evrak niteliğine haiz senetler olarak tanımlayabiliriz(6).

Diğer yandan, doktrinde intifa senetleri Sahibine sadece malvarlıksal haklar sağlayan, hisse senetlerinin aksine, anonim ortaklıkta herhangi bir payı temsil etmeyen, yani nominal değeri bulunmayan, onun için pay sahipliği hakları bahşetmeyen, kıymetli evrak, bazen de menkul kıymet niteliğini haiz bulunan senetlerdir. şeklinde tanımlanmaktadır. Doktrinde intifa senetleri bir üst kavram olarak yer almış ve dört gruba ayrılmıştır: intifa hisse senetleri, kurucu intifa senetleri, katılma intifa senetleri ve adi intifa senetleri(7).

Türk Ticaret Kanununun 403. maddesinde İntifa senedi sahiplerine âzalık hakları verilemez; ancak, sâfi kazanca veya tasfiye neticesine iştirak yahut yeni çıkarılacak hisse senetlerini alma hakları tanınabilir. hükmü yer almaktadır.

Türk Ticaret Kanununun 403. maddesi karşısında, kelimenin en kesin anlamı ile intifa senetlerinin pay senedi niteliğinde olmadığı söylenebilir. İntifa senetleri pay senetlerinden değişik bir hukuki niteliğe sahiptir. İntifa senetlerinin niteliği gereği sahiplerinin şirket sermayesine iştiraklerinden söz edilmesi mümkün değildir. İntifa senetlerinin şirket sermayesinin belli bir oranını teşkil etmemesinden dolayı intifa senedi sahipleri ile şirket arasında ortaksal bir ilişki yoktur. İntifa senedi sahipleri, tamamiyle şirket dışında, anonim şirkete göre üçüncü kişi durumundadır(8).

Örtülü sermaye uygulanmasında ortakla ilişkili kişi KVKnın 12. maddesinde aşağıda ki gibi tanımlanmıştır.


- Ortağın, doğrudan veya dolaylı olarak en az % 10 oranında ortağı olduğu veya en az % 10 oranında oy veya kâr payı hakkına sahip olduğu bir kurumu ya da

- Doğrudan veya dolaylı olarak ortağın veya ortakla ilişkili bu kurumun sermayesinin, oy veya kâr payı hakkına sahip hisselerinin en az % 10unu elinde bulunduran bir gerçek kişi veya kurumu ifade etmektedir.

Gerçek kişi olarak gelir vergisi kanunu uygulamasında kabul edilen kişilerle şahıs şirketleri ya da adi ortaklıkları, kurum ise sermaye şirketleri, kooperatifler, iktisadi kamu kuruluşları, dernek veya vakıflar ile bunlara ait iktisadi işletmeleri ve iş ortaklıklarını ifade etmektedir.

Görüldüğü üzere, ortakla ilişkili sayılan kişi ve kurumlarda, en az % 10 oranında sermaye, oy ya da kâr payı hakkına sahip olma şartı aranmaktadır. Gerçek kişi veya kurumların, borç kullanan kurumlara, % 10 oranından daha az sermaye, oy veya kâr payı hakkı bulunması halinde, ortakla ilişkili kişi sayılmaları söz konusu olmayacaktır.

Yukarıda da belirtildiği üzere, anılan örtülü sermaye maddesinde ilişkili kişilerle ilgili olarak kâr payı hakkında düzenleme yapılmış olmakla birlikte, ortaklara ilişkin olarak böyle bir belirleme yapılmamıştır. İntifa senetleri şirket kârına, tasfiye kârına iştirak veya sermaye artırımlarında yeni çıkarılacak paylarda ön alım hakkı sağlayan kıymetli evraktır. Diğer bir ifadeyle, intifa senetleri, hisse senetlerinin aksine, anonim ortaklıkta herhangi bir payı temsil etmeyen, yani nominal değeri bulunmayan, onun için pay sahipliği hakları bahşetmeyen, kıymetli evraktır. Bu nedenle de intifa senetlerini elinde bulunduran kişilerin sadece kârdan pay alma hakkı bulunduğu ve anonim ortaklıkta bir payı temsil etmediği için ortak olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Ancak, bir şirketin kârına katılma imkanı veren intifa senetlerini elinde bulunduran kişilerin ortaklık hakları olmasa da örtülü sermaye uygulamasında herhangi bir oran şartı aranmaksızın ortak kapsamında değerlendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Dolayısıyla diğer ortaklar gibi bu kişilere ilişkin olarak da ilişkili kişi belirlemesi yapılmalıdır ve şirkete sağladıkları borçlar örtülü sermayenin hesaplanmasında dikkate alınmalıdır.

III- AVANSLARIN HUKUKİ NİTELİĞİ VE ÖRTÜLÜ SERMAYENİN LİMİT HESAPLAMASINDA DİKKATE ALINMASI

5520 sayılı KVKnın 12. maddesinin 6. bendinde örtülü sermaye sayılmayan borçlanmalar maddeler halinde sıralanmıştır. Buna göre kurumların, ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin sağladığı gayrinakdî teminatlar karşılığında üçüncü kişilerden yapılan borçlanmalar, kurumların iştiraklerinin, ortaklarının veya ortaklarla ilişkili kişilerin, banka ve finans kurumlarından ya da sermaye piyasalarından temin ederek aynı şartlarla kısmen veya tamamen kullandırdığı borçlanmalar, 5411 sayılı Bankacılık Kanununa göre faaliyette bulunan bankalar tarafından yapılan borçlanmalar ve son olarak 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu kapsamında faaliyet gösteren finansal kiralama şirketleri, 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında faaliyet gösteren finansman ve faktoring şirketleri ile ipotek finansman kuruluşlarının bu faaliyetleriyle ilgili olarak ortak veya ortakla ilişkili kişi sayılan bankalardan yaptıkları borçlanmalar örtülü sermaye sayılmamaktadır.

Kanunda belirtilen bu borçlanmalar dışında ilişkili kişilerden olan diğer tüm borçlanmalar örtülü sermaye olarak kabul edilecektir. Örtülü sermaye sayılan borçlanmaların bir örneği de alınan avanslardır. Yazımızın bu bölümünde avansın hukuki niteliği hakkında açıklamalar yapıldıktan sonra alınan avansların örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmasının gerekçeleri açıklanacaktır.

A- AVANSLARIN HUKUKİ NİTELİĞİ

Sözlük anlamı, Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik olarak açıklanmıştır. Dilimize Fransızca avance sözcüğünden geçmiştir; anlam olarak Türkçe karşılığı da Avans; ileride tahakkuk ve tediyesi kararlaştırılmış bir borcun peşin ödenen kısmı; banka avansı; tüccara açılan direkt krediler olarak verilmektedir(1).

Avans; işin (mal teslimi veya hizmet ifası) ileride yapılmasından dolayı ortaya çıkacak olan alacak veya borca mahsup edilmek üzere önceden alınan veya verilen para veya ekonomik değerlerdir. Bu tanımların ortak noktasının, avansların ileride ortaya çıkacak belli bir borcun belli bir kısmının ön ödemesi olduğunda kuşku yoktur. Dolayısıyla bir avanstan bahsedebilmek için, sonradan tahakkuk edecek bir borcun doğması ihtimalinin bulunması, bu muhtemel borca mahsuben de bir ödemenin yapılması gereklidir. Avansın esas itibariyle ileride tahakkuk edecek ve ödenecek bir alacak için yapılan bir ön ödeme olarak bilinmesi gerekir.

Günümüzde avansın, tüm ticari ve ekonomik işlemlerde kullanıldığını görmekteyiz. Avans; ticaret, sanayi, kredi ve finansman işlemleri dahil hemen her sahada işlerlik kazanmaktadır. Avansın, yapılan sözleşme teklifini kabul etme, ödeme aracı ve teminat olma gibi fonksiyonları da bulunmaktadır. Avanslar; yurt içi ve yurt dışı avanslar, Türk Lirası ve dövizli avanslar, sipariş, iş ve personel avansı, verilen ve alınan avanslar olmak üzere çeşitli açılardan sınıflandırılabilirler.

Ticari hayatta avansların ortaya çıkması, akdedilmiş bir sözleşmenin varlığını gerektirir. Bu itibarla avanslar, iki veya daha fazla kişi tarafından akdedilen satım, kira, hizmet, istisna ve vekâlet sözleşmeleri gibi iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler ile ortaya çıkan borç ilişkisinin dolaylı ürünüdürler. Bu tür sözleşmeler ile kurulan ilişkide taraflardan her ikisinin de borç altına girmeleri söz konusudur. Örneğin, satım sözleşmesinde satıcı, satılan malın mülkiyetini alıcıya devretmeye, alıcı ise kararlaştırılan bedeli satıcıya ödeme borcunu yüklenirler. Dolayısıyla satıcı ve alıcı hem borçlu hem de alacaklı konumdadırlar. Daha açık bir anlatımla, satıcı satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğini alıcıya devretmek bakımından borçlu satış bedelini alıcıdan istemek bakımından alacaklı iken, alıcı da mal bedelini satıcıya ödemek bakımından borçlu fakat satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğinin kendisine devredilmesini istemek bakımından alacaklı konumundadır. Alıcı ve satıcının karşılıklı olarak yüklendiği edimler yerine getirildiği durumda da sözleşme akdinden umulan murat da icra edilmiş olacaktır. Ancak, bu hukuki işlemlerin en başında, sözleşmenin kararlaştırılması aşamasında, taraflar yüklendikleri edimleri doğal olarak ne zaman ifa edeceklerini de serbest iradeleriyle kararlaştırabilirler. Avanslar bu yönden, alıcının satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğinin kendisine devredilmesinden önce mal bedelinin bir kısmının satıcıya ödenmesidir(2).

Avans olarak alınan tutarlar, işletmelerin mal teslimi veya hizmet ifası şeklindeki bir borcu olup, avans olarak kaldığı sürece nakdi bir yükümlülük değildir. Bu tutar, gelecekte tahakkuk edecek mal teslimi veya hizmet ifası bedelinden mahsup edilmek üzere ön ödeme şeklinde tahsil edilmiş bir bedeldir. Bu nedenle başlangıçta avans, yapılması kararlaştırılan işten tamamen bağımsız ve ayrı bir nitelik taşımasa da, herhangi bir şekilde avansa konu olan iş veya işlemin gerçekleşmemesi veya işlemden vazgeçilmesi halinde avans tutarı, talep edilebilir müstakil bir borca (veya alacağa) dönüşmektedir. Avansa konu olan iş veya işlemin gerçekleşmemesinden sonra avans tutarının artık bir taraf için alacak, diğer taraf için ise borç olduğu kuşkusuzdur. Bu yanıyla alınan avanslar emanet fonlar gibi değerlendirilmelidir.

Avanslar ticari hayatta, satışa konu iktisadi kıymetin üretiminde kısmi bir finansman aracı olarak kullanılabildikleri gibi, emtia pazarlama yöntemi olarak da hem satış fiyatını düşük tutmak hem de satış garantisi sağlamak bakımından da değerlendirilmektedirler.

Tekdüzen Hesap Planına (TDHP) göre, işletmelerin satış amacıyla gelecekte yapacakları mal ve hizmet teslimleri ile ilgili olarak tahsil ettikleri avans tutarlarını vadelerine göre (340) veya (440) Alınan Sipariş Avansları hesaplarında, yurt içinden ya da yurt dışından satın alınmak üzere siparişe başlanan stoklarla ilgili olarak yapılan avans ödemelerini 159- Verilen Sipariş Avansları Hesabında, duran varlıklar için yapılan avans ödemelerini ise 259, 269 ve 279 no.lu Verilen Avanslar Hesaplarında izlemeleri gerekmektedir.

TDHPdeki bu düzenleme tarzı da, avansların bir para borcu/alacağı olarak kabul edilmediğini göstermekte, ilgili varlık hesabının alt bölümünde izlenmesi sağlanarak, bu varlıklarla olan bağlantısı sürdürülmektedir. Avans verilmek suretiyle kendisinden mal veya hizmet talep edilen işletme finanse edilmekte, ancak kullandırılan bu kaynağın aynı zamanda talep edilen mal ve hizmetin bedelinin ödenmiş bir parçasını da oluşturacağı kabul edilmektedir(3).

Esasen avanslar dayanağını teşkil eden sözleşme hükümlerinin yerine getirilmesi ile avans olma niteliğini kaybeder ve ifanın bütünleyici bir parçası haline dönüşür. Bu itibarla avansların henüz tekemmül etmemiş bir nitelikleri söz konusudur. Nitekim, avansların ödenmesine neden olan hukuki sebebin herhangi bir şekilde gerçekleşmemesi nedeniyle ödenen avansların iadesi için sebepsiz zenginleşme davasına konu yapılması da bundandır. Dolayısıyla, avansların belirli bir hukuki niteliğe kavuşması sözleşme hükümlerindeki ifa kabiliyeti yada kabiliyetsizliğinin ortaya çıkmasıyla anlaşılacaktır. Bu aşamada ödenen avanslar ya taraflardan birinin ediminin bir bütünleyici parçası olacak yada diğer hukuki sonuçların yanı sıra iadesi talep edilebilir bir alacak haline dönüşecektir. Bu itibarla avanslara hüviyetleri şarta bağlı olarak ortaya çıkan kıymetler demek mümkündür. Bu özellik muhasebeleştirme yönünden avansların bir tür geçici hesap niteliğinde olduğunun da göstergesidir. Zira, ödenen avansın tahsil eden açısından hasılata, ödeyen açısından da maliyet yada gidere dönüşmesi, avansın ödenmesiyle başlanmış olan (satış, hizmet ifası vb.) işlemin tamamlanarak tahakkuk etmesine bağlıdır. Bununla birlikte, avansların verilmesine neden olan örneğin siparişlerden doğan sorumluluğun bir bütün olarak muhasebeleştirilmesi ve bu bütünlüğün Nazım Hesaplarda izlenmesi genel kabul gören bir anlayıştır(4).

Bir ödemenin avans olarak kabul edilebilmesi için, şu unsurları bünyesinde taşıması gerekir:

- Avans ödemesi, daha sonra tahakkuk edecek bir alacağın ön ödemesi niteliğinde olmalıdır. Söz konusu ödeme, sözleşme taraflarından birinin taahhütlerinin bir kısmını teşkil etmelidir.

- Bu ödemenin karşılığı, sözleşme ile taahhüt edilen mal teslimi ve hizmet ifası borcu olmalıdır.

- Bu ödeme, sözleşme uyarınca teslimi veya ifası taahhüt edilen mal ve hizmet üretiminin finansmanı amacına yönelik de olabilir.

B- AVANSLARIN ÖRTÜLÜ SERMAYE LİMİT HESABINDA DİKKATE ALINMASI

Daha önce de belirtildiği üzere, kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları borçların, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılır. Dolayısıyla, ortak veya ortakla ilişkili kişilerden yapılan borçlanmalarda, bu kişilerden alınan borçların toplamının hesap dönemi başındaki öz sermayenin üç katı ile karşılaştırılması ve bu oranı aşan borç tutarlarının, oranı aştıkları sürece, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Örtülü sermaye uygulamasında önemli olan, örtülü sermayenin varlığı nedeniyle örtülü sermaye üzerinden hesaplanan faiz veya kur farklarının gider kaydedilerek vergi matrahından indirilmesidir. Örtülü sermaye üzerinden hesaplanan söz konusu faiz ve kur farkları 5520 sayılı KVKnın 11/1.b maddesi uyarınca gider olarak kabul edilmemektedir. Örtülü sermaye üzerinden kur farkı hariç, faiz vb. ödemeler veya hesaplanan tutarlar, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarının uygulanmasında, gerek borç alan gerekse borç veren nezdinde, örtülü sermaye şartlarının gerçekleştiği hesap döneminin son günü itibarıyla dağıtılmış kâr payı veya dar mükellefler için ana merkeze aktarılan tutar sayılır.

Burada önemli iki husus bulunmaktadır. Birinci husus, işletme kullanılan borçların örtülü sermaye sayılacak kısmının hesaplanmasıdır (örtülü sermaye limit hesabı). İkincisi ise işletmede kullanılan borçlardan örtülü sermaye kabul edilecek kısmı hesaplandıktan sonra örtülü sermaye tutarına isabet eden faiz ve kur farkı giderlerinin kanunen kabul edilmeyen gider olduğu hususudur. Bu iki konu birbirinden tamamen ayrıdır. Dolayısıyla, örtülü sermaye limit hesabında ilişkili kişilerden temin edilen borçların tamamının dikkate alınması gerekmektedir. Kanunda düzenlenen örtülü sermaye müessesesinde hangi borçlanmaların örtülü sermaye olarak kabul edilmeyeceği ayrıca düzenlenmiştir. Gerek kanun maddesinde gerekse konu ile ilgili yayımlanan tebliğlerde üzerinden faiz ya da kur farkı hesaplanmayan borçlanmaların örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmayacağı konusunda herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Yazımızın ikinci bölümünde de açıklandığı üzere, işletmeler ortakların sağladıkları kaynaklarla veya finans kurumlarında yapılan borçlanmalarla faaliyetlerini sürdürürler. Dolayısıyla, bir ortağın veya ortakla ilişkili kişilerin şirkete yatırdıkları sermaye dışındaki tüm mali kaynak aktarımları örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmalıdır. Örtülü sermaye kabul edilmeyecek borçlanmalar kanun maddesinde istisna olarak ayrıca düzenlenmiştir.

Yapılan bu değerlendirmeler doğrultusunda, hukuki niteliği bir önceki bölümde açıklanan avansların aşağıda belirtilen gerekçeler dolayısıyla örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınması gerekmektedir.

Alınan avanslar, alan işletme açısından faaliyetlerin icrası için bir finansman kaynağıdır. İşletme mal teslimi ve hizmet ifası için ihtiyaç duyduğu kaynağı ilişkili kişiden sağladığı avanslar ile karşılamaktadır. Alınan avanslar, gelecekte tahakkuk edecek mal teslimi ve hizmet ifası bedelinden mahsup edileceği tarihe kadar işletme için kullanılan para niteliğindedir. İlgili bölümde de belirtildiği üzere, sözleşme tarafları yüklendikleri edimleri ne zaman ifa edeceklerini serbest iradeleriyle kararlaştırabilirler. Mal ve hizmet satın alacak ortak veya ortakla ilişkili kişi, bu serbest iradesini kullanarak, gelecekte tahakkuk edecek borcuna ilişkin, sözleşme konusunun üretimi için şirkete avans vermek suretiyle finansman sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle avansı alan şirkete faizsiz para kullandırmaktadır. Avans veren şirketin kullandırdığı bu para karşılığında sağladığı menfaat de hem alış fiyatını düşük tutmak hem de alış garantisi sağlamaktır. Avansın peşin ödeme ile karıştırılmaması gerekir. Peşin ödeme, mal teslimi ve hizmet ifası esnasında bu mal yada hizmet bedelinin ödenmesini ifade ederken, avans ödemesi sözü edilen mal teslimi veya hizmet ifasından önce bu mal ve hizmet için yapılan kısmi ön ödemeyi belirtir. Bununla birlikte, alınan avansın mal teslimi ve hizmet ifası şeklinde bir borcu olması, alınan avansın işletme faaliyetlerin icrası için finansman kaynağı olarak kullanılması gerçeğini değiştirmemektedir.

Sonuç olarak, bir ortağın veya ortakla ilişkili kişilerin şirkete yatırdıkları sermaye ve kanun maddesindeki istisnalar (örtülü sermaye sayılmayacak borçlanmalar) dışında sağladıkları tüm mali kaynaklar örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmalıdır. Nitekim kanun düzenleyici, şirketin ortak veya ortakla ilişkili kişilerden temin edilen ve işletmede kullanılan borçlara ilişkin öz sermayenin üç katına kadar bir izin öngörmektedir. Kanun düzenleyici, şirketin öz sermayesinin üç katına kadar kullanılan paraları öz sermaye kabul etmeyerek bu konuda yapılacak olası tartışmaları engellemiştir.

Esasında (1) no.lu KVK Genel Tebliğinde konu ile ilgili şu açıklama avansların örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmasını zorunlu kılmaktadır: ...gelecekte yapılacak bazı mal ve hizmet teslimleri karşılığında peşin alınan ya da verilen değerleri ifade eden avanslar, sipariş yöntemi ile mal alan işletmenin, sipariş ettikleri iktisadi değerlerin üretiminde üretici işletmeye finansman imkanı sağlamak amacıyla verilebileceği gibi, satış fiyatını düşük tutmak veya satış garantisi sağlamak amacıyla da verilebilmektedir. Avanslar hangi amaçla verilirse verilsin işletmeye finansman imkanı sağladığı açıktır. Dolayısıyla, alınan avanslar da işletme bakımından alınan borç olarak değerlendirilecek ve örtülü sermaye hesaplamasında dikkate alınacaktır. Ancak, inşaat işlerinde yapılan iş kısmı ile orantılı olarak hesaplanıp ödenen istihkak bedellerinin avans olarak kabul edilip örtülü sermayenin hesabında borç unsuru olarak dikkate alınması söz konusu değildir.

IV- SONUÇ

Bu yazımızda örtülü sermaye müessesesi ile ilgili varlığı kabul edilmeyen konular hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. Özellikle faiz hesaplanmayan borç niteliğindeki alınan avansların örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınmaması yönündeki yanlış düşüncelere açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Örtülü sermaye müessesesinin bir vergi güvenlik müessesesi olması nedeniyle ortak veya ortakla ilişkili kişilerden temin edilip işletmede kullanılan paraların (Kanunda yer alan istisnalar hariç) örtülü sermaye limit hesabında dikkate alınması gerekmektedir.

Ayrıca, yine ortak veya ortakla ilişkili kişilerden temin edilip işletmede kullanılan borçlar için faiz veya kur farkı hesaplanmadığı gerekçesiyle bu borçların örtülü sermaye hesabında dikkate alınmaması gerektiğini düşünmek büyük hatadır. Çünkü, Kanundaki düzenleme öncelikle örtülü sermaye miktarını tespit etmektedir. Hatta bu tutarı hesaplarken dönem başındaki öz sermaye tutarının üç katı gibi bir kıstas koymaktadır. Diğer bir ifadeyle kullanılan paraların tamamını örtülü sermaye olarak kabul etmek yerine sadece dönem başı öz sermaye tutarının üç katını aşan kısmını örtülü sermaye olarak değerlendirmiştir. Dolayısıyla, kanunen gider kabul edilmeyen faiz ve kur farkı ile şirkette kullanılan örtülü sermaye tutarı ayrı ayrı düşünülmelidir.

Öte yandan, bir kurumun kârına katılma imkanı veren kurucu senetlerini ve diğer intifa senetlerini elinde bulunduran kişilerden yapılan borçlanmaların da herhangi bir oran şartı aranmaksızın ortaklardan yapıldığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, bu kişilerin de diğer ortaklar gibi ilişkili kişi kabul edilmesi ve şirkete sağladıkları borçların örtülü sermayenin hesaplanmasında dikkate alınması gerekmektedir.

Beytullah SARICAN*
Yaklaşım

* Hesap Uzmanı

(1) Hüseyin IŞIK, Çok Uluslu Şirketlerde Örtülü Kazanç ve Örtülü Sermaye, Ankara 2005, s. 39
(2) IŞIK, age, s. 40
(3) Mehmet MAÇ, Örtülü Sermaye Sayılmaması Gereken Borçlanmalar, Vergi Dünyası, Ocak 2007, s. 4
(4) 5520 sayılı KVK Gerekçesi, http://www.gib.gov.tr, s. 1
(5) Mehmet MÜSTEHLİK, Sermaye (Artırım) Avansı, Sermaye ve Örtülü Sermaye İlişkisi, E-Yaklaşım, Aralık 2009, s. 1
(6) Serkan SALALI, Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliğ Taslağında Yeralan Kurucu ve İntifa Senetleri İle İlgili Açıklamalar, Vergi Dünyası, Mart 2007, s. 3
(7) Yavuz AKBULAK, Anonim Şirketlerde İntifa Senedi İhdasi ve Bu Senetlerin Geri Alınması, s. 3
(8) SALALI, agm, s. 4

III Bölümden sonraki Dipnotlar
(1) Erdoğan ARSLAN, Avansların Hukuki Mahiyeti, Yaklaşım, Ocak 2003, s. 1
(2) Fethi AYGÜN, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Aralık 2008, s. 1
(3) ARSLAN, agm, s. 5
(4) ARSLAN, agm, s. 6