Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
213 Sayılı VUK Uyarınca Tutulması Zorunlu Kılınan Defterlerin Muhafazasında Özellik Arz Eden Hususlar PDF Yazdır e-Posta
29 Kasım 2010

Image

213 sayılı VUK marifetiyle hesap dönemi bazında tutulması zorunlu kılınan defterlerin belirli bir süre saklanması mecburiyeti vardır. Diğer ifadeyle defterlerin ait olduğu hesap döneminin kapanması ve gerekli beyannamelerin verilmesinden sonra bu defterlerin işi hemen bitmemektedir.

GİRİŞ

Zira hesap dönemi kapandıktan sonra zamanaşımı süresi içinde vergi incelemesi yapılması mümkündür. Dolayısıyla geçmiş hesap dönemlerine ait işlemlerin denetlenebilmesi için bu dönemlerde tutulmuş olan defterlere ihtiyaç vardır. Bu nedenle 213 sayılı VUK, defterlerin (ait oldukları yılı takip eden yılbaşından başlamak üzere) 5 yıl müddetle muhafazasını ve gerekirse yetkili makamlara ibrazını mecburi kılmıştır.

I. DEFTERLERİ MUHAFAZA ETMEKLE YÜKÜMLÜ OLANLAR

Mükellef veya vergi sorumlusu[1] sıfatı kazanan tüzel kişiler ve medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetine kısmen ya da tamamen sahip olmayan gerçek kişiler; beyanname verilmesi, defter tutulması, verginin ödenmesi, defterlerin muhafaza ve ibrazı gibi şekli ve maddi vergi ödevlerini kendi başlarına yerine getiremezler. İşte bu gibi durumlarda (küçüklerin, kısıtlıların, tüzel kişiliği olan ya da olmayan kurumların vergi mükellefi olması durumunda) vergisel ödevlerin kimler tarafından yerine getirileceği hususu 213 sayılı VUK’un 10. maddesinde düzenlenmiştir. Bu bağlamda vergi mükelleflerine kanunla yüklenen vergisel bir ödev olan “defter tutma” yükümlülüğünün yerine getirilmesinden de VUK’un 10. maddesinde yazılı kimseler “sorumlu” olmaktadır. Defter tutma ödevi “defterlere kayıt yapılmasını, defterlerin tasdik ettirilmesini, defterlerin muhafaza ve ibrazını” kapsayan bir üst başlıktır. Bu nedenle defter tutma ödevinden sorumlu tutulan aşağıda yazılı kişiler otomatikman defterlerin “muhafaza ve ibrazından” da sorumlu olmaktadırlar.

a) Küçük ve kısıtlı olmayan gerçek kişilerin vergi mükellefi olması halinde defter tutma ödevi mükellefin kendisine aittir. Zira mükelleflerin kanundan doğan vergi ödevleri, prensip olarak, kendileri tarafından yerine getirilir. Diğer taraftan küçük ve kısıtlı olmayan gerçek kişiler, muhafaza ve ibraz ödevini ve bu ödeve bağlı vergisel sorumluluklarını özel sözleşmelerle bir başkasına devredemezler[2]. Zira VUK’un 8/3. maddesi buna engel olmaktadır.

b) Tüzel kişilerin vergi mükellefi olması halinde defter tutma ödevi bunların “kanuni temsilcilerine” aittir. Tüzel kişilerde kanuni temsilcilerin kimler olduğu, yetkilerinin sınırı ve bu yetkilerin gereği gibi kullanılmaması dolayısıyla sorumlulukları; her bir tüzel kişinin tabi olduğu özel kanununda belirtilmektedir. Buna göre vergi mükellefi tüzel kişiler adına (VUK’un öngördüğü şekil ve şartlarda) defter tutmakla sorumlu kılınan kanuni temsilcilerin kimler olduğu ve sorumluluklarının şekli; Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve ilgili diğer mevzuatta belirlenmiştir. Bu bağlamda ticaret şirketlerinde kanuni temsilcinin kimler olduğu vd. hususlar, 6762 sayılı TTK’da hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla bir ticaret şirketinde defter tutma ödevinin yerine getirilmesinden kimin sorumlu tutulacağını bulmak için TTK’ya bakmak lazım gelir. Örneğin 6762 sayılı Kanun’un 317. maddesinde “Anonim şirket idare meclisi tarafından idare ve temsil olunur” hükmü yer almaktadır. Buna göre anonim şirketin kanuni temsilcisi idare meclisi, bir diğer ifade ile yönetim kuruludur.

c) Küçüklerin ve kısıtlıların vergi mükellefi olması halinde defter tutma ödevi bunların “kanuni temsilcilerine” aittir. Bir kimse erginliğe ulaşıncaya kadar ana ve babasının velayeti altındadır; mallarının ve kendisinin korunması velayet kurumuyla sağlanır. Bu bağlamda küçükler ergin oluncaya kadar onların ana ve babaları yani velileri “kanuni temsilci” sıfatını haiz olmaktadırlar. Ancak bir küçüğün ana ve babasının her ikisi de ölmüş ya da gaipliklerine karar verilmiş yahut velayet hakkı her ikisinden da kaldırılmış olursa, bu küçüğe “vasi” atanır. Bu durumda vasi, “kanuni temsilci” sıfatını kazanır. Diğer taraftan erginliğe erişmiş bulunan bir kimse çeşitli sebeplerden dolayı kendisini ve mallarını bizzat yönetmekten “aciz (kısıtlı)” olabilir. Bu gibi durumlarda devreye vesayet hukuku girmektedir. Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, bir yıl ve daha uzun süreli hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olma, savurganlık, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, yaşlılık, sakatlık, deneyimsizlik, ağır hastalık gibi haller Medeni Kanun’da kısıtlama nedeni olarak sayılmıştır. Bu şekilde kısıtlı olanlara da “vasi” atanmaktadır. Söz konusu vasiler, Medeni Kanun uyarınca, kısıtlıların “kanuni temsilcileri” olmaktadırlar. Ayrıca kayyımlar da Medeni Kanun uyarınca kanuni temsilci sıfatını haizdirler.

d) İş ortaklıkları, cemaatler ve adi ortaklıklar gibi tüzel kişiliği olmıyan teşekküllerin vergi mükellefi olması halinde defter tutma ödevi bu teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcilerine aittir. Tüzel kişiliği haiz olmayan adi ortaklıkta temsil yetkisinin kime ait olduğu şirket sözleşmesinde gösterilmiş olabilir. Yahut ortaklar genel kurul halinde verecekleri bir kararla temsilci tayin edebilirler. Diğer hallerde yani sözleşmede sarahat yoksa ve genel kurul da temsilci tayin etmemişse ortakların her biri, eğer idare hakkını haiz ise, şirketi temsil de edebilir. İdare hakkı olağan işlerde, esas itibarıyla, her bir ortağa ait olduğundan; her bir ortak temsil yetkisini de haizdir. Bu bağlamda şirket sözleşmesi ya da genel kurul marifetiyle özel bir temsilci tayini yapılmamışsa, muhafaza ve ibraz ödevinden idare hakkına sahip tüm ortaklar müştereken sorumlu olmaktadırlar. Bu nedenle defter belge ibraz yazısının tüm ortaklara tebliğ edilmesi gerekir. Herhangi bir ortağın defter belgeleri incelemeye ibraz etmiş olması diğer ortakları bu sorumluluktan kurtarır. Eğer yapılan tebligatlara rağmen ibraz ödevi hiçbir ortak tarafından yerine getirilmez ise, temsil yetkisine sahip tüm ortaklar hakkında gerekli cezai müeyyideler uygulanır. Netice olarak adi ortaklıklarda muhafaza ve ibraz ödevini şu şekilde özetleyebiliriz: Defter ve belgeler ortaklık adına ibraz edilir. Defter ve belgelerin herhangi bir ortaktan ibrazı istenebilir[3]. Tüzel kişiliği olmayan diğer teşekküllerde idare edenler sorumlu olup, ancak mevcudiyeti halinde bu sorumluluk idare edenler yerine temsilcilere bırakılabilmektedir. Türkiye’de bulunmayan mükelleflere ilişkin defter tutma ödevinin yerine getirilmesinden bunların Türkiye’deki temsilcileri sorumludur.

Kanuni temsilciler ya da 10. maddede sayılan diğer sorumlular, 213 sayılı VUK’un kendilerine yüklemiş olduğu bu sorumluluğu vekâletname ya da başka bir özel sözleşme ile üçüncü kişilere devredemezler. Çünkü 213 sayılı VUK’un sorumluluk yüklediği bu kişiler; kanuni temsilcisi oldukları kişilerin tabi oldukları özel kanunlarında, tüzüklerinde ya da ana sözleşmelerinde belirtilmiş kişilerdir. Kanun, tüzük ve ana sözleşme marifetiyle ismen belirlenen bu kişiler, kanunun bizzat kendi şahıslarına verdiği kanuni temsil yetkisini yani kanuni temsilci sıfatını bir başkasına devredemezler. Kanuni temsilcilik sıfatını özel sözleşmelerle üçüncü şahıslara devredemeyen bu kişiler, VUK’un kendilerine (kanuni temsilci sıfatını haiz olmaları nedeniyle) yüklediği “defter tutma” ve dolayısıyla “muhafaza ve ibraz” sorumluluğunu başkalarına devredemezler. Örneğin tutulması mecburi olan defter ve vesikaların muhafaza ve ibraz ödevi, limited şirketlerde müdürlere aittir. Müdürler bu ödevi memur ve müstahdemlerine yükleyerek sorumluluktan kurtulamaz.

Vergi mükellefi olan küçüklerin, kısıtlıların, tüzel kişilikler ile tüzel kişiliği bulunmayan teşekküllerin vergisel ödevlerinin yerine getirilmesinden (VUK’un 10. maddesi marifetiyle) sorumlu tutulan kanuni temsilciler, bu ödevlerin yerine getirilmemesine bağlı olarak yapılacak ikmalen ya da re’sen vergi tarhiyatının muhatabı olmamaktadırlar. Diğer bir anlatımla söz konusu mükelleflerin defter tutma ödevine bağlı olarak re’sen tarh edilmesi gereken vergiler, bu ödevi gereği gibi yerine getirmeyen kanuni temsilciler adına değil de mükellefin kendisi (küçük, kısıtlı, tüzel kişilik) adına tarh edilecektir. Zira kanuni temsilci ne asıl borçludur (yani ne vergi mükellefidir) ne de asıl borçlunun vergiyle ilgili ödevlerini kendi namına yerine getiren (yani ne de vergi sorumlusudur) kişidir. Kanuni temsilci, temsil ettiği asıl borçlunun yani mükellef ya da vergi sorumlusunun kanuni ödevlerini onların nam ve hesaplarına yerine getirir ve bu nedenle alacaklı vergi dairesinin doğrudan doğruya muhatabı değildir[4]. Bununla birlikte ceza uygulaması yönünden 213 sayılı VUK’da farklı bir düzenleme yapılmıştır. Bazı durumlarda, vergi cezalarından, kanuni temsilciler sorumlu tutulmuşlardır.

Vergi aslına bağlı olarak doğan gecikme faizinin muhatabının yine küçüklerin, kısıtlıların ve tüzel kişilerin kendileri olacağı kanaatindeyiz. Zira gecikme faizi “vergi cezası” değildir. Bunlar fer’i vergi alacağı niteliğine sahiptirler. Zaten 213 sayılı VUK’da vergi cezalarının tanımı yapılırken gecikme faizi “vergi cezası” kapsamına alınmamıştır.

II. DEFTERLERİN MUHAFAZASINDA ÖZELLİK ARZ EDEN HUSUSLAR

Defter tutmak mecburiyetinde olanlar, 213 sayılı VUK’un 253. maddesi uyarınca, tuttukları defterler ile bu defter kayıtlarının dayanağını oluşturan vesikaları “ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak 5 yıl süre ile muhafaza etmeye” mecburdurlar[5]. Madde metninde “ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak” ibaresine yer verilmek suretiyle özel hesap dönemi tatbik edenlerin durumu da açıklanmıştır. Buna göre özel hesap dönemi kullananlar, hesap dönemlerinin kapandığı takvim yılını takip eden yılbaşından itibaren 5 yıl müddetle defterlerini saklamak zorundadır. Örneğin 1 Mayıs 2010-30 Nisan 2011 özel hesap dönemini kullanan bir mükellefin bu hesap dönemine ilişkin muhafaza yükümlülüğü 1 Ocak 2012 tarihinde başlayacaktır.

253. maddede saklama süresi 5 yıllık genel (tarh) zamanaşımı süresine bağlanmış olmakla beraber tarh zamanaşımı süresinin vergiyi doğuran olay nedeniyle değişebildiği durumlara bir atıf yapılmamıştır. Şöyle ki yıllara sâri inşaat onarım işinde vergiyi doğuran olay işin bittiği yılda doğmakta ve zamanaşımı da izleyen yıldan başlamaktadır. Örneğin; 2008 yılında başlayan ve 2010 yılında biten bir inşaat işi dolayısıyla zaman aşımı süresi 2011 yılında başlayacak ve 31.12.2015 tarihinde bitecektir. Oysa 2008 yılında düzenlenen veya alınan bir belgenin ve tutulan defterin aynı süre içinde saklanması ve gerektiğinde ibraz edilmesi gerektiği şeklinde bir gönderme yapılmamıştır. Bu nedenle örneğimizdeki mükellef 2008 yılı defter ve belgelerinin 31.12.2013’den sonra muhafaza yükümlülüğünün sona erdiğini belirterek; bu defter ve belgelerini 2014 yılında yapılacak olan bir incelemeye ibraz etmeyebilir. Ki bu duruma uygulamada rastlanılmakta ve ihtilaf konusu olmaktadır. Bununla birlikte 253. maddede geçen “ilgili bulundukları yılı” ibaresinin “kazancın ilgili bulunduğu hesap dönemi” olarak dikkate alınması halinde, tarh zaman aşımı süresi ile muhafaza süresi çakışmış olacak ve sorun ortadan kalkacaktır[6]. Zira yıllara yaygın inşaat ve onarım işi üzerinden örneklendirilmeye çalışılan bu ihtilaf aşağıdaki durumlarda da yaşanmaktadır.

a) Sabit kıymetler üzerinden ayrılan amortismanların bir gider unsuru olarak, gider yazıldığı yılda tevsiki gerekir. Bunun için de amortisman konusu sabit kıymetin iktisap bedelinin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu nedenle amortisman konusu kıymetlerin iktisabı ile ilgili belgeler ve önceki yıllarda ayrılmış amortisman kayıtları bakımından beş yıllık muhafaza süresi, kıymetin tamamen itfa edildiği yılı izleyen takvim yılı başından başlaması gerekir. Ancak VUK’ da bu hususta açık bir hüküm yoktur.

b) Geçmiş yıllarla ilgili zararlar yıllık beyanname üzerinde mahsup edildiğinde; zararın doğduğu yıl bakımından zamanaşımı süresi dolmuşsa, bu yılla ilgili defter ve belgeler üzerinden zararın doğruluğunun incelenip incelenemeyeceği uzun süre farklı anlayışlara yol açmıştır. Ancak Danıştay’ın bu konudaki görüşü müstekar hale gelmiştir. Danıştay’ın yerleşik içtihadına göre geçmiş yıl zararları, mahsup edildiği yıla ait bir matrah unsuru olmakta ve bu nedenle mahsup edildiği yılda tevsiki mecbur olmaktadır. Örneğin 2001 yılı zararını 2006 yılı beyannamesi üzerinde mahsup eden bir mükellef, 2001 yılı defter ve belgelerini 2006 yılı ile ilgili beş yıllık zamanaşımı süresinin sonu olan 31.12.2011 tarihine kadar saklaması gerekir. Aksi halde, 2006 yılı beyannamesinde yer alan ve o yıl matrahının teşekkülünü etkileyen unsurlardan biri tevsik edilmemiş sayılır. Bu nedenle söz konusu zarar mahsubu kabul edilmez. Ancak bu konuda bağlayıcı düzenleme yoktur. Danıştay konuyla ilgili bir uyuşmazlıkta “Geçmiş yıl zararının ne derece gerçek olduğunun araştırılması için defter ve belgeleri istenen yükümlünün muhafaza mecburiyeti kalmadığından bahisle ibrazdan kaçınması halinde zarar tevsik edilememiş sayılır” şeklinde hüküm vermiştir[7].

c) 5520 sayılı KVK hükümlerine göre tasfiyede kesin kar ve zarar, tasfiyenin sonuçlandığı yıl itibariyle çıkarılır. Bu nedenle aynı Kanun’un 17/1-ç maddesinde “Bir yıldan fazla süren tasfiyelerde tarh zamanaşımı, tasfiyenin sona erdiği dönemi izleyen yıldan itibaren başlar” hükmü vazedilmiştir. Ancak anılan madde metninde muhafaza ve ibraz süresine ilişkin herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Bununla birlikte 5 yıldan uzun süren tasfiyelerde de (tasfiye dönemlerine ait defter ve belgelerin) muhafaza ve ibraz süresinin tasfiyenin tamamlandığı yılı izleyen yıldan başlaması gerektiği yönünde görüş beyan edilmektedir.

d) İşini terk eden gerçek kişi mükellef, kullanmış olduğu defter ve belgelerini kanunda belirtilen süre ve şekilde muhafaza ve ibrazla yükümlüdür. Diğer bir anlatımla faaliyetin tek edilmesi, muhafaza ve ibraz ödevini sona erdirmemektedir. Zira iş bırakılmış olsa bile, zamanaşımı süresi içinde her zaman inceleme yapılması mümkündür. Bu husus 213 sayılı VUK’un “İncelemenin Yapılacağı Yer” yan başlıklı 137. maddesinde “…ölüm, işin terk edilmesi gibi hallerde inceleme dairede yapılır” hükmüne yer verilmek suretiyle açıkça vurgulanmıştır. Bu nedenle işini terk eden mükellefler tarafından tutulmuş bulunan defterlerin genel esaslar dâhilinde muhafaza ve ibraz yükümlülüğü devam etmektedir.

e) 213 sayılı VUK’un 12. maddesinde “ölüm halinde mükelleflerin ödevlerinin mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılara geçeceği” hüküm altına alınmıştır. Bu bağlamda defter tutmakla yükümlü olan bir gerçek kişi mükellefin ölmesi halinde bu kişiye ait defter ve belgelerin muhafaza ve ibraz ödevi, mirası reddetmemiş kanuni ve mansup mirasçılara geçer. Mirasçıların tamamının mirası reddetmesi halinde ise; murisin defter ve belgelerini muhafaza ve ibraz ödevi sulh mahkemesine geçer. Zira 6762 sayılı TTK’nın 68/2. maddesinde; mirasın resmi tasfiyesi halinde, murisin defter ve belgelerinin 10 yıl boyunca sulh mahkemesinde saklanacağı hüküm altına alınmıştır. Buna karşın serbest meslek erbabının ya da zirai kazanç sahibinin ölmesi ve mirasın resmi tasfiyeye tabi olması halinde muhafaza ve ibraz ödevinden kimin sorumlu tutulacağı konusu muğlâktır. Zira TTK’daki bu hüküm sadece tüccarları kapsamaktadır. VUK’da da bu konuya ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bu durumda kanaatimizce Medeni Kanun’un miras hukukuna ilişkin hükümlerinin nazara alınması gerekir. Miras bırakanın hiç mirasçısı bulunmazsa, Medeni Kanunu’nun 501. maddesi uyarınca, miras Devlete (Hazineye) geçmektedir. Bu bağlamda vefat eden serbest meslek erbabının ya da zirai kazanç sahibinin terekesinin resmi tasfiyeye tabi olması halinde muhafaza ve ibraz ödevinin resmi defteri tutan sulh mahkemesine (tereke hâkimliğine) geçtiğini söylemek kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Ancak konu hakkında VUK’da açık bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır.

f) Ticaret şirketlerinin infisah etmesi halinde, defter ve belgelerin kim tarafından muhafaza edileceği konusunda vergi mevzuatında herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle uygulama 6762 sayılı TTK’nın amir hükümleri doğrultusunda şekillenmektedir. Ancak 213 sayılı VUK’da da infisah etmiş şirketlerde muhafaza ve ibraz ödevinin ne şekilde yerine getirileceğine dair bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır. Özellikle tasfiye olmuş şirketlere ilişkin vergi incelemesi yapılırken (VUK’da açık hüküm olmaması nedeniyle) defter ve belgeleri ibraz edecek muhatap çok zor bulunmakta bazen de bulunamamaktadır. İnfisah eden şirketlerin defterlerinin saklanması konusunda, 6762 sayılı TTK’nın 68. maddesinde şu şekilde bir düzenleme yapılmıştır.

- Kollektif ve adi komandit şirketlerin her ne suretle olursa olsun infisahı halinde bunlara ait defter ve kağıtlar, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki salahiyetli mahkeme tarafından 10 yıl boyunca saklanmak üzere ortaklardan birine veya notere tevdi olunur.

- Eshamlı komandit, limited ve anonim şirketlerin infisahı halinde ise, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki salahiyetli mahkeme tarafından 10 yıl boyunca saklanmak üzere sadece notere tevdi olunur.

Buna göre münfesih şirketlere ilişkin muhafaza ve ibraz ödevinin, vergi hukuku açısından, TTK’ nın 68. maddesinde sayılan bu kişilere geçtiğinin kabulü gerekir. Zira VUK’ da ya da diğer maddi vergi kanunlarında bu yönde düzenleme bulunmamaktadır.

g) TTK hükümlerine uygun olarak tasfiyeye edilmemiş yani ticaret sicilinde halen faal gözüken ticaret şirketlerinin vergi mükellefiyeti, 213 sayılı VUK’un 160/2. maddesinde sayılan koşullar gerçekleştiği takdirde vergi dairesince re’sen kapatılmaktadır. Bu şekilde vergi mükellefiyeti re’sen terk ettirilen ticaret şirketlerinin muhafaza ve ibraz ödevinin, ticaret sicili kayıtlarında halen kanuni temsilci olarak gözüken kişiye ait olacağı kanaatindeyiz.

h) Tasfiye haline giren ticaret şirketlerinde kanuni temsilci sıfatı tasfiye memuruna geçmektedir. Bu bağlamda gerek tasfiye öncesi dönemlere ve gerekse tasfiye dönemlerine ait defter ve belgelerin muhafaza ve ibraz ödevinden (tasfiye hali devam ettiği yani şirket henüz münfesih hale gelmediği sürece) tasfiye memurları sorumlu olmaktadır.

ı) İflas halinde mükellefin varlığına tasarruf hakkı ortadan kalkar. Bu nedenle vergilemeyle ilgili ödevlerin mükellef tarafından yerine getirilmesi mümkün değildir. İcra ve İflas Kanunu’na göre müflisin (iflasın başladığı dönemle bittiği dönem ararındaki) her türlü ödevinin iflas masası tarafından yerine getirilmesi gerekir. Bu bağlamda anılan dönemlerdeki muhafaza ve ibraz ödevinden de iflas idaresinin sorumlu olması gerektiği kanaatindeyiz. Ancak bu konuda VUK’ da ve diğer vergi kanunlarında açık bir düzenleme yoktur.

SONUÇ

Türk Vergi Sistemi’nin beyan esasına dayalı olması, defter tutma ödevinin mükellefler için bir yükümlülük haline gelmesine neden olmuştur. Bu bağlamda 213 sayılı VUK, her bir mükellef grubunun tutmak zorunda olduğu defterleri özel olarak belirlemiştir. VUK’un tutulmasını zorunlu kıldığı defterlerin saklama süresi 5 yıllık genel (tarh) zamanaşımı süresine bağlanmış olmakla beraber tarh zamanaşımı süresinin vergiyi doğuran olay nedeniyle değişebildiği durumlara bir atıf yapılmamıştır. Bu durum uygulamada ihtilaf konusu olmaktadır. Bu nedenle 213 sayılı VUK’un 253. maddesinde geçen “ilgili bulundukları yılı” ibaresinin “kazancın ilgili bulunduğu hesap dönemi” olarak değiştirilmesi halinde, tarh zamanaşımı süresi ile muhafaza süresi çakışmış olacak ve sorun ortadan kalkacaktır. Diğer taraftan 213 sayılı VUK ölüm, tasfiye, iflas gibi özellik arz eden durumlarda muhafaza ve ibraz yükümlülüğünün kimler tarafından yerine getirileceği konusunda özel bir düzenleme yapmamıştır. Ancak vergi idaresi bu gibi durumlarda muhafaza ve ibraz ödevini yerine getirecek muhatap bulmakta sıkıntılar yaşamaktadır. Bu nedenle söz konusu özellikli durumlara ilişkin 213 sayılı VUK’da açık düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Zübeyir BAKMAZ*

Yaklaşım

(*)  Vergi Denetmeni

[1] Yazının bundan sonraki bölümlerinde yer alan “mükellef” tabiri “vergi sorumlularını” da kapsamaktadır.

[2] Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 04.06.2001 tarih ve E: 2001/5241, K: 2001/6129 sayılı Kararı.

[3] Zeynep Arıkan, Re’sen Vergi Tarhı, Anadolu Matbaacılık, İzmir, 2001, s. 174.

[4] Turgut Candan, Kanuni Temsilcinin Vergi ve Diğer Kamu Alacaklarından Sorumluluğu, Maliye ve Hukuk Yayınları, Ankara, 2006, s. 9.

[5] Öte yandan 6762 sayılı TTK’ ya göre ticari defterlerin muhafaza süresi, deftere yapılan son kayıt tarihinden itibaren 10 yıldır. Ancak vergi mevzuatı açısından 5 yıldan sonra defterlerin saklanma ve dolayısıyla ibraz mecburiyeti ortadan kalkmaktadır.

[6] M. Ali Özyer, Açıklama ve Örneklerle VUK Uygulamaları, Hesap Uzmanları Derneği Yayınları, Ankara, 2004, s. 393.

[7] Danıştay 4. Dairesi’nin 11.12.1972 tarih ve E: 1971/8097, K: 1972/7362 sayılı; 29.03.1973 tarih ve E: 1972/1565, K: 1973/1524 sayılı Kararları.