Kdv Uygulamasında Nereye Geldik? |
13 Haziran 2011 | |
Bilindiği üzere Katma Değer Vergisi Kanunu, Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde değişik isimlerle alınan dolaylı vergilerin kaldırılması ile birlikte eş zamanlı olarak 1985 yılında yürürlüğe konulmuştur. KDV Kanununun temel mantığı mal ve hizmetlerin el değiştirilmesinde yaratılan “katma değerin” vergilendirilmesidir. Katma değerin vergilendirilmesindeki temel anahtar ise; önceki aşamalarda “ödenen vergilerin indirilmesi” prensibidir. 3065 sayılı KDV kanunu, bu temel prensiple kaleme alınmıştır. Vergi tekniğinde en zor görev; vergi kanunlarının formüle edilmesidir. Burada önemli olan husus, vergiyi oluşturan unsurları tam ve açık olarak belirleyerek, vergi kanunlarının başarılı bir biçimde uygulanmasını sağlamaktır. KDV kanuna düzenleniş itibarıyla vergi tekniğine uygun bir kanundur diyebiliriz. Ancak kanun yürürlüğe girdikten sonra yapılan değişiklikler, çıkarılan tebliğler ve hukuki geçerliliği tartışmalı sirkülerlerle vergi tekniğinden uzaklaşılmıştır. Kamu maliyesinin piyasa işleyişine ve işlemlere tam olarak hakim olamamasından kaynaklanan denetim ve izleme fonksiyonlarındaki eksiklikler, KDV uygulamasında vergi tekniğinden uzaklaşılmasına sebep olmuştur. KDV’de Sorumluluk Uygulaması Fason imalattan hurda teslimlerine, hizmet işlemlerinden belli hammadde teslimlerine kadar birçok aşamada vergi, artık sorumlu sıfatı ile beyan ettirilmektedir. KDV sistematiği, zincir halinde teslimlerin vergilendirilmesi iken zincir koparılmış ve vergi, teslim edenden değil, teslim alandan tahsil edilmeye başlanmıştır. Yani Devlet mükellefe şunu demektedir; Bu; devletin aczinin bir itirafıdır. Bu; vergi tekniğinin katlinin en somut göstergesidir. Peki, ne yapılması lazım? Bunun için vergi denetiminin etkinleştirilmesi, kayıt ve belge düzenini izlemeye yönelik tedbirlerin alınması kendi başına yeterli değildir. KDV Oranları Revize Edilmelidir. Katma Değer Vergisi sistemimiz, genel oran ve temel gıda maddeleri için indirimli oran olmak üzere, başlangıçta 2 oranlı bir sistem olarak uygulamaya konulmuştur. Maalesef, bu noktada kalınamamıştır. KDV oranlarının yüksek olmasının ve sayıca çokluğunun vergi gelirlerini artırmadığı ve vergi gelirlerini aşındırıcı bir etkiye neden olduğu bilinmektedir. %18 olan genel vergi oranı yüksektir ve kayıt dışılığı teşvik etmektedir. Diğer yandan genel vergi oranı aynı iken belli mallardaki KDV indirimi de vergi gelirlerini arttırmadığı gibi sektörde beklenen canlılığı ve ucuzluğu da sağlamamaktadır. Bu tür tedbirler hem İdarenin, hem de mükelleflerin iş yükü artırmaktadır. Bu nedenle KDV oranları sayıca azaltılarak ikili oran uygulamasına geri dönülmelidir. İndirimli oran ise tek olmalı ve %1 olmalıdır. İndirimli oran uygulaması son derece sınırlı tutularak temel gıda ve sağlıkla ilgili teslim ve hizmetlerde geçerli olmalıdır. Vergiden Vergi Alınmamalıdır. Özel Tüketim Vergisine tabi malların vergili bedelleri üzerinden KDV hesaplanması, vergi üzerinden KDV alınması sonucunu doğurmaktadır. Hâlbuki KDV’ye tabi işlemler; mal ve hizmet teslimleridir. Özellikle motorlu taşıt teslimlerinde olduğu gibi nihai aşamalardaki ÖTV uygulamalarında bariz olarak ortaya çıkan bu durum, ortadan kaldırılmalıdır. Ücretlilere Vergi İadesi Sistemi Tekrar Getirilmelidir. Kayıtdışı ekonominin kayda alınmasında son derece etkili olan bu yöntem, çalışan çalışmayan ayırımı ve harcama çeşidine bakılmaksızın yaygınlaştırılmalıdır. KDV Uygulamasındaki İstisnalar Daraltılmalıdır. Basit usuldeki mükellefler dahil tüm mükellefler kendi vergisini kendisi beyan edip ödemelidir. KDV İadesindeki Prosedür Değiştirilmelidir. KDV iadesinde istisna işlemlere bağlı olan uygulamayı genelleştirerek tüm mükelleflere yaygınlaştırmanın yolu açılmalıdır. Mükellefler, önceki aşamalarda Devlete ödenen vergileri ilelebet finanse etmek durumunda değillerdir. Bunun için belli dönem örneğin 3 ay arka arkaya devir KDV beyan eden mükelleflerin devir KDV tutarlarının belli bir kısmı kendisine nakden veya mahsuben iade edilebilmelidir./Muhasebe ve Vergi Tayfun Şenol E.Hesap Uzmanı/YMM |