Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Tasfiye Payının Vergisel Niteliği İle Payı Oluşturan ve Sermayeye İlave Edilen Değerlerin Vergilendirilme Esasları PDF Yazdır e-Posta
05 Eylül 2011

Image

Sermayeye eklenen kârlar ile enflasyon düzeltmesi ile oluşan olumlu sermaye farkının tasfiye nedeniyle dağıtılması halinde, şirketin tasfiyesinin nasıl tamamlanacağı sorusu aşağıdaki şekilde cevaplandırılmıştır.

I- GİRİŞ

“Daha önceki yıllarda şirket sermayesine eklenmiş olan geçmiş yıl kârları tasfiye nedeniyle ortaklara dağıtılırken, kâr dağıtımına bağlı olarak % 15 oranında gelir vergisi tevkifatı yapılması gerekiyor.

Sermayeye eklenmiş olan pasif kalemlere ait enflasyon farkları tasfiye nedeniyle ortaklara dağıtılırken ise, işletmeden çekilen tutarların öncelikle kurumlar vergisine tabi tutulması, vergi sonrası dağıtılan kazancın da kâr dağıtımına bağlı olarak % 15 oranında gelir vergisi tevkifatına tabi tutulması gerekiyor(2).

Yazımızın ilerleyen bölümlerinde açıklayacağımız nedenler ile verilen cevaba ve Özelge’deki görüşe katılmıyoruz.

Bakanlık Özelgesi, tasfiye paylarının vergilendirilmesi açısından haksız sonuçlar doğuracak niteliktedir.

Öncelikle tasfiye müessesesinde hissedarların elde ettikleri tasfiye payı niteliğinin ve vergilendirme koşullarının irdelenmesinde fayda görüyoruz.

II- SERMAYEYE İLAVE EDİLEBİLECEK DEĞERLER

Sermaye şirketlerinin sermayesi ya ortaklarca nakden veya aynen konulan değerlerden ya da şirketin yürüttüğü ticari faaliyeti sonucu oluşturduğu içsel kaynaklardan meydana gelir. İç kaynaklar ise dağıtılmayan geçmiş yıllar kârları, kanuni yedek akçeler ile vergi kanunları veya diğer kanunlar uyarınca teşvik amacıyla vergi dışında tutulan ancak sermayeye ilavesi zorunlu tutulan veya belli bir süre işletmeden çekilmesi yasaklanan kazançlardan oluşur.

Nakit paradan başka, kuruluş sırasında, sermaye olarak veya daha sonra şirket sermayesine ilave edilebilecek unsurlar şunlardır:

- Ticari işletme,

- Ayın olarak gayrimenkul ve/veya nakil vasıtası,

- Hisse senetleri,

- Şirket ortaklarının şirketten olan alacakları,

- Değer artış fonları,

- İştiraklerden gelen değer artış fonları,

- Maliyet artış fonları,

- İştirak hisseleri ve taşınmaz satış kârları,

- Fevkalade ihtiyatlar,

- Dağıtılmayan geçmiş yıllar kârları.

Yukarıda belirtilen kaynakların dışında çeşitli kanunlarla sermayeye ilavesine izin verilen içsel kaynaklar ise şunlardır:

- 31.12.2003 tarihli bilançolar üzerinde yapılan enflasyon düzeltmesi sonucunda oluşan enflasyon farkları (enflasyon düzeltmesinden kaynaklanan geçmiş yıllar kârları ile sermaye enflasyon düzeltme olumlu farkları),

- 31.12.2004 tarihli bilançoların düzeltilmesi sonucu hesaplanan öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları,

- TÜBİTAK ve benzeri kuruluşlar tarafından ödenen hibeler (devlet yardımları),

- İşletmeye iade edilen kazanç farkları,

- Hisse senedi ihraç primleri (emisyon primleri).

III- TASFİYE KÂRI KAVRAMI VE HESAPLAMA YÖNTEMİ

Tasfiye halindeki kurumlarda vergi matrahı, tasfiye kârıdır (KVK md. 17/4). Tasfiye kârı, tasfiye dönemi sonundaki servet değeri ile tasfiye dönemi başındaki servet değeri arasındaki olumlu farktır.

Servet kıyaslaması yapılırken tasfiye dönemi içinde ortaklara ve sahiplere işletmeden yapılan her nev’i ödemeler tasfiye dönemi sonundaki servet değerine; mevcut sermayeye ilaveten ortaklar veya sahipler tarafından yapılan ödemeler ile tasfiye dönemi içinde elde edilmiş olan vergiden müstesna kazanç ve iratlar, tasfiye döneminin başındaki servet değerine eklenir (KVK md. 17/4-a).

Tasfiye halinde, Yasa’da, öz sermaye yerine servet değeri deyimine yer verilmiştir. Aslında, servet değerinin, öz sermayeden farklılığı yoktur.

KVK’nın 17/5. maddesinde, “tasfiye döneminin başındaki ve sonundaki servet değeri, kurumun tasfiye dönemi başındaki ve sonundaki bilançosunda görülen öz sermayesidir” denilmek suretiyle, bu husus açıkça ifade edilmiştir.

KVK’nın 17/5. maddesine göre servet değerini ifade eden öz sermaye, aktif toplamıyla borçlar arasındaki farkı ifade eder (VUK md. 192) .

Tasfiye kârı, bilanço esasında öz sermaye kıyaslama suretiyle belirlenir.

KVK’nın 8. maddesinde yer alan giderler, tasfiye kârının hesabında matrahtan indirilir. Buna karşılık 11. maddedeki indirimler tasfiye sırasında kabul edilmez.

KVK’nın 17. maddesindeki tasfiye kârının tespitine ilişkin düzenleme GVK’nın 38. maddesindeki ticari kazancın tespitindeki özkaynak kıyaslaması yöntemiyle paralellik taşır. Her iki düzenlemede de işletmeye konulan sermayenin ve sermayenin ayrılmaz parçası sayılan kaynakların (yedek akçeler, dağıtılmayan kârlar ve diğer içsel kaynaklar) ticari kazancın (matrahın) hesabında dikkate alınamayacağı açık bir şekilde belirtilmiştir.

IV- TASFİYE KÂRININ TABİ OLACAĞI VERGİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Tasfiye sonucunda ortaklara yapılacak ödemelerin bir kısmı kâr payı bir kısmı ise tasfiye payıdır. Tasfiye payı, ortağın daha önce işletmeye koyduğu veya koyduğu kabul edilen sermaye unsurlarıdır. Kâr payı, işletmenin ticari faaliyetinin kârlı olması halinde işletme sahiplerinin işletme varlıkları üzerindeki haklarda (öz sermaye unsurlarında) artıştan doğan tasfiye payı kârını da kapsar. Bu hususa yazımızın tasfiye payının vergisel boyutu açıklamaları bölümünde değinilecektir.

Kâr payı (temettü) ise gerek tasfiye döneminde gerekse geçmiş yıllarda elde edilen ancak şirket ortaklarına dağıtılmayan, kurumlar vergisi ödenmiş ya da bu vergiden istisna edilmiş kârlardır.

Kâr paylarının ortaklara ödenmesi sırasında vergilendirilmesi gerekir.

Buna göre şirketlerin tasfiyesinde verginin konusuna giren üç ayrı işlem söz konusu olabilir.

1- Tasfiye kârı üzerinden hesaplanacak % 20 oranındaki kurumlar vergisi,

2- Tasfiye kârından kurumlar vergisi indirildikten sonra kalan vergi sonrası kâr kısmı ile önceki yıllara ait olup ortaklara dağıtılmayan geçmiş yıllar kârları, yedek akçeler ve işletmede tutulması zorunlu kaynaklardan GVK’nın 94/6 ve KVK’nın 15 ve 30. maddeleri uyarınca GVK’nın 75. maddesinde belirtilen menkul sermaye iradı niteliğindeki kâr payları üzerinden hesaplanacak (tam mükellefiyete tabi kurum hariç) yüzde 15 oranındaki gelir/kurumlar vergisi stopajı.

3- GVK’nın 22, 85 ve 86. maddeleri uyarınca dağıtılan kâr payının belli tutarı aşması halinde gerçek kişi ortaklar tarafından verilmesi gereken yıllık gelir vergisi (menkul sermaye iradı) beyannamesi üzerinden hesaplanacak gelir vergisi.

Görüleceği üzere kurumların tam mükellefiyete tabi kurum ortaklarına dağıttığı kâr paylarından gelir/kurumlar vergisi stopajı yapılmamaktadır. Bunun nedeni kurumların sermaye yapılarını güçlendirmeyi teşvik etmenin yanında içsel kaynakların şirket sermayesine ilave edilmesinin, bedelsiz olarak çıkarılan hisse senetlerinin ortaklar yönünden yeni bir gelir elde etme işlemi sayılmamasıdır. İçsel kaynakların sermayeye ilavesi işleminin kâr dağıtımı sayılmaması durumu belli koşullara bağlı bir vergi erteleme durumu değil, doğrudan doğruya işletmenin varlığında meydana gelen artışın kâr dağıtımı dışında tutulması durumudur.

V- TASFİYE PAYI KAVRAMI

Önceki bölümde tasfiye payının hissedarın daha önce işletmeye koyduğu veya koyduğu kabul edilen sermaye unsurları olduğunu ifade etmiştik. Aşağıda tasfiye payının hissedarlar açısından vergi mevzuatı çerçevesinde niteliği irdelenecektir.

A- TASFİYE PAYI MENKUL SERMAYE İRADI MIDIR?

Bir anonim şirkette, pay sahibinin sahip olduğu hisse senedinin kendisine sağladığı haklar; oy kullanma, kâr payı alma ve tasfiye sonucu mevcuttan pay (tasfiye payını) istemektir. Bu nedenle “kâr payı” ile “tasfiye payı” arasındaki farklılığın ortaya konulması önem arz eder.

Vergi mevzuatımızdaki düzenlemede “kâr payı” ile “tasfiye payı” arasındaki yapısal farklılık ise dikkate alınmamıştır. Bu durum ve neden olduğu sorunları yakından incelemekte fayda görüyoruz.

GVK’nın 75. maddesinde, pay sahiplerinin tasfiye neticesi aldıkları değerlerin (tasfiye paylarının) menkul sermaye iradı olduğuna yönelik herhangi bir açık belirleme bulunmamaktadır. Kâr payının menkul sermaye iradı olduğu ise bu maddenin 1 numaralı bendinde açıkça belirtilmektedir. Eğer kanun koyucu, kâr payının tasfiye payını da içeren bir kavram olduğunu düşünüyor idiyse madde hükmünde bu yönde açık belirleme yapması gerekirdi.

Vergi mevzuatımızda bu açık belirleme olmamasına rağmen, uygulamada, tasfiye payının pay sahipleri açısından menkul sermaye iradı olduğu düşünülerek Maliye Bakanlığı Özelgesi’nde belirtilen görüş doğrultusunda vergisel işlemler yapılmaktadır.

Aşağıdaki bölümde yasal dayanakları da bulunan ve olayın mahiyeti gereği olması gerekeni açıklayacağız.

B- PAY SAHİPLERİ TASFİYE SONUNDA DEĞER ARTIŞ KAZANCI MI ELDE ETMEKTEDİR?

GVK’nın mükerrer 80. maddesinin 1. fıkrasının 1, 4 ve 6 numaralı bent hükümlerine göre;

“İvazsız olarak iktisap edilenler ile tam mükellef kurumlara ait olan ve iki yıldan fazla süre ile elde tutulan hisse senetleri hariç, menkul kıymetlerin veya diğer sermaye piyasası araçlarının “elden çıkarılmasından” sağlanan kazançlar;

Ortaklık haklarının veya hisselerinin “elden çıkarılmasından” doğan kazançlar

değer artış kazancıdır.”

Bu madde de geçen “Elden Çıkarma” deyimi yukarıda yazılı mal ve hakların satılması, bir ivaz karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulmasını ifade eder.

Kurum’un tasfiye olması halinde, hissedarların sahibi bulundukları hisse senetleri açısından yukarıda belirtilen “Elden Çıkarma” gerçekleşmekte midir?

Bizim bu soruya yanıtımız olumludur. Bilindiği üzere, bir kurumla hissedarları ayrı ayrı kişiliklere sahiptir. Bu farklılık gereği, birbirleri ile iki ayrı hak sujesi olarak çeşitli ilişkilerde bulunabilirler. Bir kurum, tasfiye haline girmekle tüzel kişiliği ortadan kalkmaz. Hissedarları ile ilişkisi tasfiyenin gerektirdiği şekilde sürer. Bunlardan birisi de, tasfiye sonuncunda kalan mevcuttan pay sahibinin hissesine isabet eden tutarın ortağa ödenmesidir. Bu olayın pay sahibi cephesinden anlamı, sahibi bulunduğu hisse senedini, kurum tarafından kendisine ödenen tasfiye sonu mevcudundan, hissesine isabet eden tutar (hissesine isabet eden tasfiye payı) karşılığında elden çıkarmasıdır.

Dolayısıyla tasfiye haline giren bir kurumda pay sahibi bakımından, GVK’nın mükerrer 81. maddesi hükmüne göre değer artış kazancı hesaplanması gerekir. Bu madde hükmüne göre, değer artış kazancının hesaplanmasında, pay sahibinin tasfiye sonucunda kalan mevcuttan hissesine isabet eden tutar, hissesini elden çıkarması karşılığında edindiği menfaat olarak dikkate alınmalı ve söz konusu hissenin kendisine maliyeti düşülerek nezdinde oluşan olumlu fark için değer artış kazancı hesaplanmalıdır.

Ancak hemen belirtelim ki; hissedar açısından bu şekildeki uygulama için GVK’nın mükerrer 80/1. maddesinde yer alan “ivazsız olarak iktisap edilenler ile tam mükellef kurumlara ait olan ve iki yıldan fazla süre ile elde tutulan hisse senetleri hariç menkul kıymetlerin veya diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar” hükmünün neden olduğu vergilememenin önlenmesi için, konuya ilişkin yasal düzenlemeye ihtiyaç duyulacaktır. Çünkü madde hükmüne göre, iki yıldan fazla süreyle elde tutulan hisse senetlerinin elden çıkarılmasından sağlanan değer artış kazançları vergiye tabi olmayacaktır.

Yukarıdaki bölümde tasfiye payının vergisel açıdan niteliğini belirttik. Aşağıdaki bölümde ise değer artış kazancı olarak nitelendirdiğimiz tasfiye payını oluşturan ve sermayeye ilave edilen şirket iç kaynaklarının vergisel boyutu irdelenecektir.

VI- TASFİYE PAYININ VERGİSEL BOYUTU

A- STOPAJ VERGİ AÇISINDAN

Tasfiye payının vergi mevzuatımız çerçevesinde stopaj vergi açısından niteliğini belirlemek için önceki bölümde yaptığımız açıklamalara ilave olarak 191-231-243 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğleri hükümlerine de bakmak gerekir.

Belirtilen Tebliğlerde; kurumların, iç kaynaklarını kullanmak suretiyle artışlardan kaynaklanan bedelsiz hisse senetleri, sermaye yedekleri veya kâr yedeklerinden karşılanmasına göre ikili bir ayırım içinde ele alınmaktadır.

1- 191 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği Hükümlerine Göre

“Bedelsiz iştirak hissesi veya hisse senedi verilmesine neden olan sermaye artırımları kurumların iç kaynaklarını oluşturan sermaye yedekleri veya kâr yedeklerinden karşılanmaktadır. Genel olarak kâr yedekleri, yasal statü ve olağanüstü yedekler ile yedek niteliğindeki karşılıklar ve özel fonlar gibi işletme faaliyetleri sonucu elde edilen kârların dağıtılmamış kısmını ifade eder. Sermaye yedekleri ise hisse senedi ihraç primleri, iptal edilen ortaklık payları, iktisadi kıymetlerin yeniden değerlenmesi veya maliyet artışına konu edilmesi sonucu oluşan fonlardan meydana gelir.

Dönem kârından ayrılan yedeklerin herhangi bir yılda sermayeye ilave edilmesi, ortaklara fiilen dağıtılan kâr payları ile kurumun sermaye artırımına iştirak edilmesi aynı mahiyettedir. Her iki halde de ortaklar, kurum bünyesinde oluşan kârlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanına sahip olmaktadır. Dolayısıyla, kâr yedeklerinden karşılanan sermaye artırımları sonucunda ortaklarca bedelsiz iştirak hissesi veya hisse senedi iktisabı, kurum açısından kâr dağıtımı ve ortaklar açısından kâr payı hükmündedir.

Bununla birlikte, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun geçici 23/a maddesi uyarınca gayrimenkullerin ve iştirak hisselerinin satışından ve üretim tesislerinin yeni kurulan bir şirkete ayni sermaye olarak konulmasından doğan ve sermayeye ilavesi şartıyla vergilendirilmeyecek kazanç, esas itibariyle kâr yedeği mahiyetinde olmakla birlikte, söz konusu maddenin üçüncü fıkrasında, bu kazançların sermayeye ilavesinin kâr dağıtımı sayılmayacağı belirtilmiştir. Buna göre, anılan kazançların sermayeye ilavesi nedeniyle ortaklara verilecek bedelsiz iştirak hisseleri veya hisse senetleri kâr payı kabul edilmeyecektir.

Sermaye yedekleri ile sermaye artırımında bulunulduğu durumda ise sermaye yedeklerinin mahiyeti icabı bir kâr dağıtımı söz konusu değildir. Zira sermaye yedekleri kurumun vergiye tabi kârından ayrılan bir unsur olmayıp, çeşitli değerleme farklılıkları nedeniyle sermayede meydana gelen kayıpları karşılamak üzere kayden oluşturulan fonları ifade etmektedir. Bunların sermayeye ilavesi ile sermayede reel anlamda bir artış meydana gelmemektedir.

Buna göre, mevzuatımız çerçevesinde sermaye yedeği olarak nitelendirilen ve sermayeye ilavesi kâr dağıtımı, sermayeye ilave nedeniyle ortaklara bedelsiz iştirak hissesi veya hisse senedi verilmesi kâr payı sayılmayan haller şunlardır:

- Amortismana tabi iktisadi kıymetlerin yeniden değerlenmesi nedeniyle oluşan yeniden değerleme fonlarının sermayeye ilavesi,

- İştirak hisselerinin, gayrimenkullerin ve amortismana tabi amortismana tabi iktisadi kıymetlerin satışında, maliyet bedellerinin artırılması sonucu oluşan maliyet artış fonunun sermayeye ilavesi,

- Anonim şirketlerin kuruluşlarında veya sermayelerini artırdıkları sırada çıkardıkları hisse senetlerinin itibari değerlerinin üzerinde elden çıkarılmasından sağlanan kazançların sermayeye ilavesi.”

Özsermaye hesapları enflasyon düzeltme farkları da sermaye yedekleri kapsamındadır. Uygulaması 01.01.2003 tarihinde başladığından tebliğde sayılan unsurların içerisinde yer almaması doğaldır.

2- 231 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği Hükümlerine Göre

“4369 sayılı Kanunla değişik Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinin birinci fıkrasının 6/b-i numaralı bendinde yer alan hükümle, kurumların kurumlar vergisinden istisna edilmemiş kazançları üzerinden yapılacak tevkifat kazancın dağıtımına bağlanmıştır.

Ayrıca, yapılan düzenleme ile kârın sermayeye ilavesinin kâr dağıtımı sayılmayacağı belirtilerek sermayeye eklenen kârlar üzerinden tevkifat yapılmaması öngörülmüştür.

Kârın sermayeye ilave edilmesinin kâr dağıtımı sayılmayacağına ilişkin olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun vergi tevkifatını düzenleyen 94. maddesinde yer alan hüküm, bu madde uyarınca yapılacak tevkifat açısından bir belirleme yapmaktadır. Dolayısıyla gerçek kişi ortaklar tarafından, kârın sermayeye ilavesi suretiyle elde edilen kâr paylarının menkul sermaye iradı olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 85 ve 86. madde hükümleri çerçevesinde beyan edilmesi gerekmektedir.

Bununla birlikte, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 4503 sayılı Kanunla değişik geçici 28. maddesinin (a) bendinin üçüncü alt bendinde “Bu kazançların sermayeye ilavesi nedeniyle ortaklarca elde edilen menkul sermaye iradı için beyanname verilmez, başka gelirler nedeniyle verilen beyannameye bu gelir dahil edilmez ...” hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm uyarınca geçici 28. madde kapsamındaki kazançların sermayeye ilave edilmesi nedeniyle ortaklarca elde edilen kâr payları için tutarı ne olursa olsun beyanname verilmeyecek, diğer gelirler nedeniyle beyanname verilmesi halinde de bu kâr payları beyannameye dahil edilmeyecektir.”

3- 243 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği Hükümlerine Göre

“Kurumların kârlarını sermayeye eklemek suretiyle gerçekleştirdikleri kâr dağıtım işlemlerinde gerçek kişi ortaklarca elde edilen kâr paylarının menkul sermaye iradı olarak beyanına ilişkin açıklamalar 231 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’nde yapılmıştır.

Danıştay 4.Dairesi’nin 06.12.2000 tarih ve Esas No: 2000/1307, Karar No: 2000/5053 sayılı kararı ile 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinin birinci fıkrasının 6/b-i numaralı bendinde kârın sermayeye ilavesinin kâr dağıtımı sayılmayacağından bahisle ortaklar açısından da elde edilmiş bir kâr payından söz edilemeyeceği belirtilerek bu gelirlerin beyanına ilişkin 231 Seri No.lu Tebliğ’in iptaline karar vermiş olup, bu karar Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 08.06.2001 tarih ve Esas No: 2001/180 Karar No: 2001/224 sayılı Kararı ile kesinleşmiş bulunmaktadır.

Bu durumda, gerçek kişi ortaklar tarafından kârın sermayeye ilavesi suretiyle elde edilen kâr paylarının beyan edilmemesi, yargıya intikal eden uyuşmazlıklarda tarhiyatı kaldıran vergi mahkemesi kararları üzerine Danıştay’da temyiz yoluna gidilmemesi gerekmektedir.”

Yukarıda belirttiğimiz 191-231-243 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğleri hükümleri uyarınca;

Kâr yedekleri ile sermaye yedeklerinin sermayeye ilavesinin kâr dağıtımı sayılmayacağı anılan kazançların sermayeye ilavesi nedeniyle gerçek kişi hissedarlara verilecek hisse senetlerinin kâr payı olarak kabul edilmeyeceği ve bu kârların beyan dışı olduğu hüküm altına alınmıştır.

Tasfiye payı (sermaye payı) içerisinde yer alan unsurlar, kurumların iç kaynaklarından yaptıkları sermaye artışlarından doğan bedelsiz hisse niteliklerini ve vergilendirilme esaslarını taşır.

Tasfiye bilançosunun pasifinde yer alan ve servet değerini oluşturan, sermaye hesabının niteliği ile bedelsiz hisselerin dağıtımına neden olan sermaye hesabının niteliği arasında hiçbir fark yoktur.

Her ikisi de; a) Nakit b) Kâr yedekleri c) Sermaye yedeklerinden oluşmuştur. Sermaye yedeklerinden kaynaklanan tasfiye payı ödemelerinin vergisel niteliği kâr payı olarak düşünülmeyecek, bu noktada tasfiye payının vergisel niteliğini belirlemede önceki bölümdeki açıklamalarımıza ek olarak anılan Tebliğler ile VUK’un 3/A ve B bendi hükümleri önem arz edecektir.

Vergilemede, vergiyi doğuran olay ve bu olayı oluşturan muamelelerin gerçek mahiyeti esastır. Bedelsiz hisse senetleri elde edildiğinde kâr payı olarak kabul edilmeyen bu unsurlar, tasfiye payı ödemelerinde (sermaye payı ödemelerinde) menkul sermaye iradı olarak kabul edilemez. Çünkü, aynı unsurlar vergilemede farklı sonuçlar yaratamaz.

Vardığımız bu sonucun doğruluğu ve haklılığı Gelir Vergisi Kanunu’nun 75. maddesinde, tasfiye paylarının menkul sermaye iradı olduğuna dair bir belirleme olmamasında ifadesini bulur.

Bu nedenlerle; tasfiye payı (sermaye payı) içerisinde yer alan kâr ve sermaye payı unsurlarının hissedarlara ödenmesi, bedelsiz hisselerde olduğu gibi kâr payı sayılmayacak ve kaynağına bakılmaksızın stopaj vergiye ve beyana konu olmayacaktır.

Öte yandan sermaye şirketlerinin tasfiyesi sırasında sermaye dışındaki özkaynak kalemlerinden ortaklara dağıtılacak değerler menkul sermaye iradı olarak gelir/kurumlar vergisi stopajına tabi olup bu konuda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tasfiye sırasında % 15 oranında (tam mükellefiyete tabi kurumlara yapılan kâr dağıtımları hariç) vergi tevkifatına tabi tutulması gereken kazanç unsurları şunlardır.

- Tasfiye kârından kurumlar vergisi indirildikten sonra kalan kısım,

- Dağıtılmayan geçmiş yıllar kârları,

- Kanuni ve ihtiyari olarak ayrılan ve ortaklara dağıtılan yedek akçeler,

- Daha önce sermayeye ilave edilmemiş olmakla birlikte 5 yıldan fazla süre ile şirket bilançosunda özkaynaklar grubunda bulunan ve kurumlar vergisinden istisna edilen taşınmaz ve iştirak hissesi satış kârları,

- Sermayeye ilave edilmemiş olan emisyon primleri.

VII- SERMAYEYE İLAVE EDİLMİŞ OLAN ENFLASYON DÜZELTME FARKLARI VE DİĞER UNSURLAR TASFİYEDE İŞLETMEDEN ÇEKİLDİĞİ GEREKÇESİYLE VERGİLENDİRİLEBİLİR Mİ?

A- GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI’NIN GÖRÜŞÜ

Şirketlerin tasfiye edilmesi halinde önceki yıllarda iç kaynaklardan sermayeye ilave edilen bazı unsurların şirket ortaklarına dağıtılması sırasında, tasfiye kârına ilave edilerek kurumlar vergisine tabi tutulup tutulmayacağı, sermayeye ilave edilmiş olan bazı unsurların ise kâr dağıtımı kabul edilerek menkul sermaye iradı olarak gelir/kurumlar vergisi stopajına tabi tutulup tutulmayacağı konularında duraksamaya düşüldüğü gözlenmektedir.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nca verilen bir Özelge(1)’de “öz sermaye kalemlerine ait enflasyon düzeltme farklarının şirket tasfiyeye girmeden önce sermayeye ilave edilmesi halinde bu işlemler kâr dağıtımı sayılmadığından herhangi bir süre tahdidi olmaksızın vergiye tabi tutulmayacağı” belirtildiği halde, bir başka Özelge(2)’de “...daha önceki yıllarda şirket sermayesine eklenmiş olan geçmiş yıl kârlarının şirketin sermaye azaltımı veya tasfiye edilmesi sebebiyle ortaklara dağıtılması durumunda kâr dağıtımına bağlı vergi kesintisi yapılması gerektiği, öte yandan, daha önce sermayeye eklenmiş olan pasif kalemlere ait enflasyon düzeltme fark hesaplarının şirketin sermaye azaltımı yapması veya tasfiye edilmesi sebebiyle ortaklara dağıtılması halinde, işletmeden çekilen tutarların öncelikle kurumlar vergisine tabi tutulması, vergi sonrası dağıtılan kazancın da kâr dağıtımına bağlı vergi kesintisine tabi tutulması gerektiği” belirtilmiştir.

B- KİŞİSEL GÖRÜŞÜMÜZ

Tasfiye dönemi sonunda oluşacak tasfiye kârı aynı zamanda kurumlar vergisi matrahına esas olan tutardır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi tasfiye sonucunda ortaklara yapılacak ödemelerin bir kısmı kâr payı bir kısmı ise tasfiye payıdır. Kâr payı (temettü) gerek tasfiye döneminde, gerekse geçmiş yıllarda elde edilen ancak şirket ortaklarına dağıtılmayan kurumlar vergisi ödenmiş ya da bu vergiden istisna edilmiş kârlardır.

Tasfiye kârı öz sermaye kıyaslaması suretiyle belirlendiğinden; tasfiye sonundaki servet değeri ile tasfiye dönemi başındaki servet değeri arasında ki olumlu fark (tasfiye kârı) hissedarların daha önce işletmeye koyduğu veya koyduğu kabul edilen sermaye unsurlarından (işletmenin ticari faaliyetinin kârlı olması nedeniyle) doğan artıştan kaynaklanan kârı da içerir.

Bu nedenle tasfiye sonundaki servet değeri ile tasfiye dönemi başındaki servet değeri arasında olumlu fark var ise tasfiye payını oluşturan ve hissedarların daha önce işletmeye koyduğu veya koyduğu kabul edilen sermaye unsurlarının tümü elde edilen tasfiye kârı nedeniyle kurumlar vergisine tabi tutulmuş olur.

Sermaye yedeği mahiyetinde olan öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları, iktisadi kıymetler değer artış fonu, iştirak hisseleri değer artış fonu, maliyet artış fonu gibi içsel değerler kurumların vergiye tabi kârlarından ayrılan bir unsur olmayıp çeşitli değerleme farklılıkları nedeniyle sermayede meydana gelen kayıpları karşılamak üzere kayden oluşturulan değerleri ifade etmektedir.

Enflasyon düzeltmesi, işletmelerin parasal olmayan tüm aktif ve pasif kalemlerine uygulanmıştır. Bu anlamda, öz sermaye kalemleri de düzeltmeye tabi tutulmuştur (VUK’un 328 Sıra No.lu Genel Tebliği). Bilindiği gibi, özsermaye kalemleri işletme sahiplerinin işletme varlıkları üzerindeki haklarını gösterir (VUK md. 192, 1 Sıra No.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği Bölüm III/C-2). Bu hak, reel anlamda ancak işletmenin ticari faaliyetinin karlı olması halinde artabilir. Aslında, işletme içi bir takım değerleme işlemleriyle bazı varlıkların değerinde meydana gelen hesaben artışa paralel özsermaye de artabilmektedir. Ancak, takdir edileceği üzere, sermaye yedeği olan bu değerleme farkları ile özsermayedeki (yani işletme sahiplerinin haklarındaki) artış fiktif niteliktedir (GVK’nın 191 Sıra No.lu Genel Tebliği). Bu cümleden olarak, gerek ödenmiş sermaye, gerek sermaye ve kâr yedekleri, gerekse geçmiş yıllar kârlarının değerlerinde enflasyon düzeltmesi ile oluşan düzeltme farkları (işletmenin ticari faaliyeti kârlı olmadıkça) varlıklarda reel karşılığı olan özsermaye artışı değildir.

Özsermayenin unsurunu oluşturan öz sermaye kalemlerine ait enflasyon farkları ile diğer içsel değerlerin kurumlar vergisine tabi olabilmesi için, tasfiye dönemi sonundaki servet değeri ile (özsermaye) tasfiye dönemi başındaki servet değeri (özsermaye) arasında olumlu fark olması gerekir.

Bu gerçekleşmemiş ise sermayeye ilave edilen iç kaynaklara ait değerlerde enflasyon düzeltmesi ile oluşan düzeltme farkı varlıklarda reel bir artışa neden olmamıştır.

Böyle bir fark doğmadıkça tasfiyede; sermayeye ilave edilen içsel değerler kurumlar vergisine tabi olmayacaktır. Fark doğmuş ise kurumlar vergisi matrahı bulunan fark tutarı olacaktır.

Bu hesaplama yönteminde sermayeye eklenen ve enflasyon düzeltmesine tabi tutulan değerlerin elden çıkarılması halinde VUK’un mükerrer 298. maddesi uyarınca bunlara ilişkin enflasyon düzeltme farkları maliyet unsuru olarak kabul edilecektir.

VIII- SONUÇ

Daha önce sermayeye ilave edilmiş olan içsel kaynaklardan oluşan değerler, sermayenin dışında bir değer olarak kabul edilemez.

Edilir ise; bu içsel kaynakların tasfiye kârına ilave edilmesi, mükerrer vergilemeye neden olacağı gibi, söz konusu içsel kaynakların “sermayeye ilave edilmesi kâr dağıtımı sayılmaz” veya “enflasyon farkları sermayeye ilave edilebilir ve bu işlem kâr dağıtımı sayılmaz” şeklindeki kanun hükümlerine açıkça aykırı olur.

Tasfiye edilen bir şirkete ait sermayenin ortaklara iadesi işlemi, kaynağına bakılmaksızın vergi dışı tutulmalıdır. Bu durum GVK’nın 38. maddesinde ifadesini bulan özkaynak kıyaslaması yoluyla kazancın tespitine ilişkin düzenlemenin ve KVK’nın 17. maddesinde açıklanan tasfiye kârı tanımının da gereğidir. Kanun’da açık bir hüküm bulunmadıkça tescil edilen ve işletmeye ait olan sermayenin ortaklara dağıtılması işletmeden çekilen değer olarak veya kâr dağıtımı sayılmak suretiyle vergilendirilemez. İçsel kaynaklara ait değerler ve geçmiş yıllar kârlarının sermayeye ilavesi hiçbir süreye bağlı olmaksızın kâr dağıtımı sayılmadığına göre, ticari hayatın bir gereği olarak yapılan tasfiye işlemlerinde muvazaa iddiası bulunmadıkça özelgelerdeki görüş doğrultusunda vergileme yapılması açıkça kanun hükümlerine ve vergilendirme ilkelerine aykırıdır.

Vergi; kanunla konulur, kanunla değiştirilir ve kanunla kaldırılır. Aksine görüş ve açıklamaların yasal ve anayasal bir dayanağı yoktur(3).

 

Erdoğan ÖÇALAN*

Yaklaşım

 

*        YMM

(G)        Yazının I. Bölümü İçin Bkz. Yaklaşım, Sayı: 224, Ağustos 2011, s. 109-113

(1)         İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın, 04.06.2006 tarih ve GİB 4.34.19.02/VUK.Mük.298 sayılı Özelgesi.

(2)         İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın, 14.02.2008 tarih ve GİB 4.35.16.01/176300 Öz/229 sayılı Özelgesi.

(3)         Sakıp ŞEKER, Anakara SMMO Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Dergisi, 2010/1-2; Hızır TARAKÇI, Gelir, Kurumlar ve KDV Kanunu’na Göre Mükellefiyetlerin Sona Ermesi ve Kurumlaşma, Değişim Yayınları, 1955, s. 343-405; Yılmaz ÖZBALCI, Kurumlar Vergisi Kanunu Yorum ve Açıklamaları, Oluş Yayıncılık, 1998, s. 475-511; Mustafa YETKİN, Şerhli Türk Ticaret Kanunu, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1978, s. 347-355; Hayri DOMANİÇ, Anonim Şirketler, Eğitim Yayınları, 1978, s. 1189/1208; Süleyman ÜÇKUYU, Yaklaşım, Sayı: 220, Nisan 2011, s. 82-90; Ersin NAZALI, Yaklaşım, Sayı: 218, Şubat 2011, s. 109-113; Sayı: 219, Mart 2011, s. 117-122; Güray ÖĞRENDİK, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Şubat 2007; Ferhat FAHRAN, Yaklaşım, Sayı: 153, Eylül 2005, s. 140-143; Sayı: 154, Ekim 2005, s. 117-123; Sayı: 158, Şubat 2006, s. 140-143; Sayı: 219, Mart 2011, s. 287-289