Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
İştirak Edilen Şirketin Tasfiyesi Sonucu Oluşan Zararın Vergi Matrahına Etkisi PDF Yazdır e-Posta
24 Mayıs 2012
Image

I- GİRİŞ

İştirak edilen şirketin tasfiyesinin sonuçlanması ve tasfiyeden elde edilebilen paranın, iştirakin bilançoda yazılı maliyetini karşılayamaması suretiyle zarar oluşması halinde, bu zararın iştirakci firmanın gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde dikkate alınabileceği aşikardır.

Aynı açıklık, iflası kapanan iştiraklerin, iştirakçinin aktifinde yazılı olan ve iflas nedeniyle aktiften çıkarılması gereken iştirak maliyeti açısından da geçerlidir.

Bu konuda öteden beri aksi yönde bir görüşe ve dolayısıyla ihtilafa da rastlanmıyordu. Hatta, Maliye İdaresi’nin bu zararların, kabul edilir gider olduğu yönünde özelgeleri bulunmaktaydı.

Son yıllarda Maliye İdaresi’nin aynı konuda olumsuz ve detay planda çelişkili özelgelerine rastlamamız bu yazıyı hazırlamamıza vesile olmuştur. www.ozdogrular.com

II- MALİYE İDARESİ’NİN ÖTEDEN BERİ OLUMLU OLAN GÖRÜŞÜ, SON YILLARDA OLUMSUZ HALE GELMİŞTİR

Yukarıda belirttiğimiz gibi, istirak edilen şirketin tasfiyesi sonucu iştirakçi firmada oluşan zararın,  iştirakçi firmanın vergi matrahını etkileyeceği konusu tamamen tartışmasızdı ve zaten Maliye İdaresi de bu görüşe katıldığını verdiği özelgelerle belli etmekteydi.

Örnek vermek gerekirse, 2006 yılında verilmiş olan bir Özelge’de yer alan aşağıdaki ifade İdare’nin geçmişte olumlu görüşte olduğunun kanıtıdır: www.ozdogrular.com

“……. iştirakçisi olduğunuz şirketin tasfiyesinin sonuçlanması nedeniyle iştirak hisselerinin herhangi bir değerinin kalmaması halinde ve bu durumun tarafınızdan belgelenmesi kaydıyla envanterden düşmeniz ve kazancınızın tespitinde gider olarak dikkate almanız olanaklı bulunmaktadır.”(1)

Konuya ilişkin yasal düzenlemelerde hiçbir değişiklik olmadığı halde, İdare aynı konuda olumsuz görüş vermeye başlamıştır. Yine örnek vermek gerekirse bir Özelge’de  şu ifadelere yer vermiştir:

“193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 40 ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8. maddelerinde kurum kazancından indirilecek giderler; 10. maddesinde ise diğer indirimler sayılmıştır. Anılan maddelerde dilekçenizde bahsi geçen iştirakin tasfiyesinden doğan zararın indirilebileceğine dair bir husus bulunmamaktadır.

Bu nedenle, şirketiniz kayıtlarında yer alan iştirakinizin tasfiyesinden doğan zararın gider yazılması mümkün bulunmamaktadır.”(2)

İdarenin bu olumsuz tavrını halen sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 2011 yılında verilen başka bir Özelge’de(3) şu açıklamalar bulunmaktadır:

“… Gelir Vergisi Kanunu’nun 40. maddesi ile Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinde kazancın tespitinde indirilecek giderler sayılmış olup Vergi Usul Kanunu’nun Üçüncü Kitabında “Değerleme” hükümlerine yer verilmiştir.

Anılan maddelerde iştirak hisselerinin, iştirakin tasfiyesi sonucu değerinin kalmaması nedeniyle doğan zararın kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınabileceğine ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu itibarla, gerek şirketinizin iştirakinin tasfiyesi nedeniyle doğan zararın gerekse bu iştirake ilişkin enflasyon düzeltilmesi farkının kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.”

III- DANIŞTAY’IN GÖRÜŞÜ O-LUMLUDUR

Konu ile ilgili olarak tespit edebileceğimiz bir adet Danıştay Kararı(4) mevcuttur ve bu karar olumlu görüş içermektedir.

Bu karara konu olayda davacı şirketin iştirak ettiği şirket tasfiye yoluyla ortadan kalkmış, tasfiyeden herhangi bir semere elde edilmediği için, hissenin edinim maliyeti ile iştirak edilen bu şirketin zararını kapatmak için ödenen paralar toplamı kadar zarar olmuştur. www.ozdogrular.com

Davacı şirket, bu zararın, tasfiyenin tamamlandığı yıl kendi kurumlar vergisi matrahından indirilmesi gerektiği yönünde ihtirazi kayıtta bulunmak suretiyle bu indirimi yapmaksızın beyanda bulunmuştur.

İhtirazi kayıtlı bu beyan yatırım indirimi hakkı nedeniyle kurumlar vergisi çıkmasına sebep olmamış, fakat yatırım indirimi kullanılmasından dolayı stopaj doğmasına yol açmış ve kurum, bu stopajın iadesi talebiyle dava açmıştır.

Davayı vergi mahkemesinde kaybeden mükellef, temyiz için Danıştay’a başvurmuş ve Danıştay yukarıda tarih numarasını belirttiğimiz kararı ile vergi mahkemesinin bu hatalı kararını bozmuştur.

Danıştay, aşağıda sunduğumuz karar metninde isabetli yorum ve değerlendirmelerini veciz bir şekilde ortaya koymuştur:

“5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 13. maddesinde, kurumlar vergisinin birinci maddede yazılı mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu nedenle Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazançlara yönelik 37 ve devamı maddelerindeki safi kazancın tespitini etkileyen hükümlerin dikkate alınması gerekmektedir.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde ticari kazancın tanımı yapılmış, 38. maddesinde bilanço esasında ticari kazancın tespitine ilişkin düzenlemeler getirilmiş ve son fıkrasında ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında Vergi Usul Kanunu’nun değerlemeye ait hükümleri ile bu kanunun 40 ve 41. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Gelir Vergisi Kanunu’nun “İndirilecek Giderler” başlıklı 40. maddesinde, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin yanısıra safi kazancın tespit edilmesinde indirilecek diğer giderler de belirtilmiştir. Kurumlar vergisi mükellefleri açısından Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 14. maddesinde yazılı giderlerin ve muhtelif kanunlardaki gider kaydına yönelik hükümlerin topluca dikkate alınması gerekmektedir. Buna göre bir giderin ticari kazancın tespitinde indirilip indirilmeyeceği hususu Gelir Vergisi Kanunu’nun 40 ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 14. maddelerinde yer almasına bağlıdır. Ayrıca kanun koyucu Gelir Vergisi Kanunu’nun 41 ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 15. maddeleriyle de indirilmeyecek giderleri de açıklamıştır. Bu düzenlemeler uyarınca safi kazancın tespitinde indirilebileceği ya da indirilemeyeceği açıkça belirtilmemiş harcamaların gider olarak yazılıp yazılmayacağının tespiti için harcamaların maliyet unsuru olmaması ve ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılmış olması gerekmektedir. Bir harcamanın işle ilgili olmasındaki en önemli ölçüt, kurumun bu gidere katlanmış olmasıdır. Tersine, bir giderin işle ilgili olmadığının ortaya konulabilmesi için de bu giderin işletmenin faaliyet konusuyla ilgisinin olmaması ve kurum yetkililerinin özel amaçla yaptıkları giderler olması zorunludur.

Bilindiği üzere herhangi bir kurumun başka bir kurumun sermayesine katılma payı karşılığında elde edilen kar payına “iştirak kazancı”, işletmenin bu şekilde doğrudan veya dolaylı olarak diğer şirketlerin yönetimine ve ortaklık politikalarının belirlenmesine katılmak üzere edindiği hisse senetleri veya ortaklık paylarının izlendiği hesaba ise “iştirakler” adı verilmektedir. Günümüzde şirketler arasında bu türden ilişkilere sıkca rastlanmakta olup, bu tür işlemler için yapılan harcamaların ticari faaliyetle ilgili bulunduğu açıktır.

5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun “İstisnalar” başlıklı 8. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinde, kurumların tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine iştiraklerinden elde ettikleri kazançların kurumlar vergisinden müstesna olduğu, son fıkrasında ise kurumların kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarına ilişkin ödemelerin kurum kazancından gider olarak indirilmesinin kabul edilemeyeceği öngörülmüştür. İştirak kazançları istisnası ile vergilemede mükerrerliğin önlenmesi amaçlanmıştır. İstisnaya konu kazanç elde edildiği ilk kuruluşta kurumlar vergisine ve gelir (stopaj) vergisine tabi tutulduğundan, kar dağıtımı yoluyla intikali sağlanan diğer kurumlarda mükerrer vergilendirilmesi ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinin son fıkrası ile getirilen gider yasağı, iştirak kazancına ilişkin yapılan giderlerin, kurumun vergiye tabi diğer kazanç tutarının tespitinde kurum kazancını azaltıcı veya kurum zararlı ise bu zararı artırıcı bir unsur olarak indirim konusu yapılamayacağını ifade etmektedir.

Dava konusu olayda davacı şirketin hissedarı bulunduğu ... A.Ş.’nin sermayesinin üçte ikisinden fazlasını yitirmesi üzerine Türk Ticaret Kanunu’nun 324. maddesi uyarınca sermayenin tamamlanması yoluna gidilmiş ve davacı şirket de kendi hissesi oranında iştirak etmiş, ancak ... A.Ş.’nin ... Asliye Ticaret Mahkemesi’nin ... sayılı kararıyla tasfiyesine karar verilmiş ve bu karar 31.12.1999 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi’nde yayımlanarak, şirket Ticaret Sicilinden terkin edilmiştir. İştirak edilen şirketin hukuken ortadan kalması sonucu davacı şirketin iştirakler hesabında hisse senetlerinin maliyet bedeli ve iştirak edilen şirketin sermayesinin tamamlanması için ödenen tutar kadar bir zarar oluşmuş, diğer bir ifade ile şirket aktifine kayıtlı bu hisselerin değerlerini kaybetmeleri sonucu şirket özsermayesi bu oranda azalmıştır. Bunun zarar olarak nitelendirilmesi mevzuatımızdaki hükümlere uygundur. Nitekim Kanun’un 38. maddesi de bu yoruma imkan vermektedir. Davacı şirketin bu gideri ticari girişiminin zararla sonuçlanmasından kaynaklanmış olup, bu giderin işletme ile ilgisinin olmadığı, Ticaret Kanunu’na aykırı nitelik taşıdığını söylemek mümkün değildir.

Yukarıda izah edildiği gibi olayda, iştirak kazancı elde edilmesine ilişkin bir durum veya bu kazancı sağlamak için iştirak eden kurumun yaptığı bir gider bulunmamaktadır. İştirak edilen kurumun tasfiyesine karar verilmesi sonucu iştirakler hesabında yer alan hisse senetlerinin aktiften çıkarılmasına ilişkin bir durum söz konusudur. Bu itibarla da davacı şirketin ihtirazi kaydı kabul edilmemek suretiyle tahakkuk ettirilen vergi ve fon payının kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden mahkeme kararında isabet bulunmamaktadır.

Bu nedenle, ... Vergi Mahkemesinin ... günlü ve ... sayılı kararın bozulmasına 16.10.2001 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

AZLIK OYU

İleri sürülen iddialar mahkeme kararının dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi gerekeceği oyu ile karara karşıyız.”

IV- BİZİM GÖRÜŞÜMÜZ DE OLUMLUDUR VE YUKARIDAKİ DANIŞTAY KARARINDA BELİRTİLEN GÖRÜŞLERE PARALELDİR

Tekrardan kaçınmak amacıyla, metni bulunan Danıştay Kararı’na aynen katıldığımızı belirtmekle yetiniyoruz.

Bu Karar aynı zamanda yine yukarıda belirttiğimiz ve son zamanlarda ortaya çıkan olumsuz Maliye İdaresi görüşlerine güçlü bir cevap teşkil etmektedir.

Söz konusu olumsuz idari görüşlerde gösterilen dayanak, iştirak edilen şirketin tasfiyesi sonucu, iştirak eden firmada oluşan zararın gelir veya kurumlar vergisi matrahından indirilmesini öngören bir yasa hükmü bulunmadığıdır.

Halbuki Danıştay Kararı’nda da değinildiği gibi, her türlü ticari işlem veya faaliyetten doğan zarar, ticari kazanç veya kurumlar vergisi matrahını etkiler ve bunun yasal dayanağı, kurumlar içinde geçerli olan (KVK md. 6/2) GVK’nın 38. maddesidir. www.ozdogrular.com

Gelir Vergisi Kanunu’nun 38. maddesinde,

“Bilanço esasına göre TİCARİ KAZANÇ, TEŞEBBÜSTEKİ ÖZ SERMAYENİN, HESAP DÖNEMİ SONUNDA ve BAŞINDAKİ DEĞERLERİ ARASINDAKİ MÜSBET FARKTIR.”

şeklinde tanımlanmıştır.

Bu tanıma göre, ticari icaplar içinde yapılan, ticari işletmenin veya kurumun özvarlığının azalmasına yol açan her türlü işlem veya faaliyetten doğan zarar, gelir veya kurumlar vergisi matrahını etkiler.

Gelir Vergisi Kanunu’nun 38. maddesinin sonunda kazancın öz sermaye muhayesesi yoluyla tespiti sırasında, Vergi Usul Kanunu’nun değerlemeye ait hükümleri ile Gelir Vergisi Kanunu’nun 40 ve 41. maddelerine uyulacağı yazılıdır.

Vergi Usul Kanunu’nun 279. maddesine göre hisse senetleri alış bedelleri ile değerlenir. Uygulamada hissedarı olunan şirketin zararını kapatmak amacıyla yapılan ödemeler, alış bedeline eklenmektedir. Şayet tasfiye nedeniyle iştirak edilen şirket ortadan kalkmışsa bu iştirakin envanterden çıkarılması gerekir. İştirakler hesabına alacak kaydedildiğinde bunun karşılığında borç kaydı kullanılacak yegane hesap, gider hesabıdır.  Bu giderin yasal dayanağı da, Gelir Vergisi Kanunu’nun 40/1. maddesidir.

İştirak edilen şirketin Türkiye’deki bir şirket olmaması durumunda da yukarıdaki görüşlerimiz geçerlidir.

Yakın bir gelecekte (yeni TTK’nın yürürlüğe girdiği yılı izleyen yılın başından itibaren) uygulanmaya başlanacak olan Türkiye Muhasebe Standartları da mevcudiyeti kalmamış iştirak hisselerinin aktiften çıkarılmasını ve mukabilinde gider kaydı yapılmasını öngörmektedir (39 no.lu Türkiye Muhasebe Standardı).

V- SONA EREN İŞ ORTAKLIKLARI AÇISINDAN DURUM

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 2/7. maddesinde İş Ortaklıkları tanımlanmış ve iş ortaklıklarının kurumlar vergisi mükellefi oldukları hükme bağlanmıştır.

1 Sıra No.lu Kurumlar Vergisi Kanunu Genel Tebliği’nin iş ortaklarında zarar mahsubuyla ilgili 2.5.3 numaralı bölümün son paragrafında, “Kurumlar vergisi mükelleflerinin zararlarının, bu mükelleflerin ortaklarınca indirilebilmesi mümkün olmayıp aynı durum kurumlar vergisi mükellefi iş ortaklarının zararları içinde geçerlidir.”

hükmü bulunmaktadır.

Bu hükmün iptali için açılan dava Danıştay tarafından reddedilmiştir(5). 

İş ortaklığı tüzel kişiliği olmamasına rağmen kurumlar vergisi mükellefi sayıldığına göre bu ortaklığın beyan ettiği zararın ortaklar tarafından kullanılmaması yasa gereği olup söz konusu Danıştay Kararı isabetlidir. www.ozdogrular.com

Ancak iş ortaklığının ortağı olarak, sonuçları ve mahiyeti itibariyle bir şirketin hissedarı olmak ile aynıdır.

Bu nedenle bir iş ortaklığının ortağı, bu iş ortaklığının uğradığı zararı karşılamak için payı oranında ödeme yapmışsa ve iş ortaklığı zararla sonlandığı için bu ödeme geri alınmayarak ortak için bir alacak kalemi olmaktan çıkıp bir zarar veya gider unsuru (değersiz alacak) haline gelmişse bu zararın veya giderin iş ortaklığı ortaklarının gelir veya kurumlar vergisi matrahının hesabında dikkate alınmaması için sebep yoktur.

Nasıl ki istirak edilen bir şirketin iştirak edinim bedeli ve bu iştirak zararlarını kapatmak için ortak sıfatı nedeniyle yapılan ödemeler, iştirak tasfiye sonucu ortadan kalktığında, yukarıdaki 3 no.lu bölümde yer alan Danıştay Kararı’nda yazılı gerekçelerle giderleşiyorsa, ortadan kalkan iş ortaklığı için yapılan ve iş ortaklığının sonlanması neticesi zarara dönüşen ödemelerin de gider yazılması doğaldır.

VI- İŞTİRAK MALİYETİNE AİT ENFLASYON DÜZELTME FARKLARININ DURUMU

İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nca verilen Özelge(6)’de, iştirak edilen limited şirketin tasfiyesinin sonuçlandığı ve herhangi bir pay elde edilemediği olay ile ilgili olarak, bu iştirakin edinimine ait orijinal maliyet tutarının, Gelir Vergisi Kanunu’nun 38 ve 40/1. maddeleri uyarınca gider kaydedilebileceği şeklinde doğru ve olumlu bir yaklaşımda bulunulmuş, fakat bu iştirak ile ilgili olarak hesaplanan enflasyon düzeltme farkının kanunen kabul edilmeyen gider olduğu ileri sürülmüştür.

Özelge’deki söz konusu paragraf şöyledir:

“… şirket aktifinde kayıtlı bulunan bağlı ortaklık payının, bağlı ortaklığın (limited şirketin) tasfiyesi sonunda ortaklık payı nedeniyle ödenecek bir meblağ kalmaması ve şirketinize herhangi bir ödeme yapılmaması nedeniyle ve bunun belgelendirilmesi halinde, bağlı ortaklık payının sıfır bedelle elden çıkarıldığının kabul edilmesi, söz konusu ortaklık payının Vergi Usul Kanunu’nun geçici 25. maddesi uyarınca enflasyon düzeltmesi sonucu düzeltilmiş değeri ile düzeltme öncesi farka isabet eden zarar kısmı hariç ortaya çıkan zararın ilgili yıl safi kurum kazancının tespitinde dikkate alınması mümkündür.” www.ozdogrular.com

Vergi Usul Kanunu’nun geçici 25. maddesinin (l) bendinde, enflasyon düzeltmesine tabi tutulan aktiflerin elden çıkarılması halinde bunlara ilişkin enflasyon düzeltme farklarının da maliyet unsuru olarak kabul edileceği, ancak amortismana tabi olmayan kıymetlerin düzeltilmiş değerlerinin altında bir bedelle satılması halinde, enflasyon düzeltmesine isabet eden zararın, gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde dikkate alınmayacağı hükmü vardır.

Dikkat edilirse yukarıdaki muktezada, iştirakin herhangi bir şey elde edilemeyerek tasfiye edilmesi olayı, bu iştirakin sıfır bedelle elden çıkarılması olarak kabul edilmiş, bu elden çıkarma varsayımı veya benzetmesine dayanılarak, bu iştirake ait enflasyon düzeltme farkının kanunen kabul edilmeyen gider muamelesi göreceği ileri sürülmüştür.

Bizim anlayışımıza göre, bir iştirakin tasfiye edilmesi nedeniyle aktiften çıkması, bu iştirakin sıfır bedelle satılmasına benzetilemez ve tasfiye hali için satılma hali ile ilgili olarak konmuş bulunan VUK’un geçici 25/l maddesi işletilemez.

Bu nedenle yukarıdaki mukteza, orijinal iştirak maliyetinin gider kaydedilebileceği yönüyle isabetli olmakla beraber bu Mukteza’da satış ilgili bir hükmün tasfiyeye de teşmil edilmek suretiyle enflasyon düzeltme farklarının gider olarak kabul edilmemesi, bize göre Yasa’ya aykırılık teşkil etmektedir.

VII- TASFİYESİ SONUÇLANAN İŞTİRAKLERDEN OLAN ALACAKLARIN DURUMU

İştirak edilen şirketin işleri kötü gittiğinde, iştirakçi şirketler bu iştiraklerini fonlamak zorunda kalmaktadırlar.

Bu fonlama işlemi kimi zaman iştirakin zararının kapatılması yani ilave sermaye koyma şeklinde gerçekleşmekte olup bu takdirde iştirake geri alınmamak üzere verilen paralar iştirak maliyetine eklenmek suretiyle muhasebeleştirilmektedir. www.ozdogrular.com

Fonlama işlemi, iştirakin ortağına borçlu hale gelmesi şeklinde de olabilir. Bir iştirak ortağına borçlu konumda iken tasfiyeye girerse ve bu borcu ödeyecek malvarlığı olmadığı için ortak cari hesabı alacak bakiyesi verir halde tasfiye sonuçlanırsa, alacaklı ortak açısından bu alacak “değersiz alacak” haline gelir ve bu niteliği gereği aktiften çıkarılarak giderleştirilir (VUK md. 322).

VIII- KÖTÜ DURUMA DÜŞEN İŞTİRAKİN SATILMASI

Uygulamada iştirak edilen şirketin kötü duruma düşmesi hallerinde iştirakin tasfiye edilmesi veya iflas ettirilmesi yerine, bu iştirakin yok pahasına, hatta üstüne para vererek satılması şeklinde pratik bir yöntemle ortakların bu iştirakten kurtulmaya yöneldikleri görülmektedir.

Bu işlem hukuki açıdan bir iştirakin zararına satışı demektir. Zararına satış işlemi nedeniyle bu iştirak ile ilgili enflasyon düzeltme farkının kanunen kabul edilmeye gider olarak dikkate alınması, Yasa gereğidir (VUK Geçici md. 25/l).

Ancak bu iştirakin edinimine ilişkin orijinal maliyetin ve varsa iştirakin zararlarını kapatmak için yapılan ve iştirak maliyetine eklenen ödemelerin giderleştirilmesi gerekir.

İki yıl aktifte kalmış iştirak hisselerinin satışından doğan zararların, satışı yapan kurum tarafından kanunen kabul edilmeye gider olarak dikkate alınması gerektiği yönündeki İdari görüşlere katılmıyoruz. Konumuzun dışında olması nedeniyle bu hususta üç değerli meslektaşımızın, bizim görüşümüze paralel yazılarını(6)(7)(8) işaret etmekle yetiniyoruz. www.ozdogrular.com

IX- ÖZET VE SONUÇ

İştirak edilen şirketin tasfiyesi sonucunda oluşan zararlar iştirakçi firmanın gelir veya kurumlar vergisi matrahının tespitinde dikkate alınabilmelidir. Son zamanlarda ortaya çıkan aksi yöndeki Maliye İdaresi görüşlerine katılmıyoruz.

İş ortaklıklarının zararlı şekilde sona ermesi nedeniyle ortaklar nezdinde oluşan zararlar da gider kaydedilebilmelidir. Zaten bu zararlar çoğu halde ortakların iş ortaklığından alacaklarının değersiz hale gelmesi şeklinde tezahür etmekte ve gider kaydı değersiz alacak hükmüne dayanmaktadır.

Aynı şekilde iştirak edilen kurumun ortağına olan borcunu ödemeksizin tasfiyesinin sonlanması halinde, değersiz hale gelen alacaklarda gider kaydına konu edilebilir.

İştirak maliyetine ait enflasyon düzeltme farkları, zararına hisse satışı halinde, zararın enflasyon düzeltmesine tekabül eden kısmı itibariyle kanunen kabul edilmeyen giderdir. Ancak iştirak edilen şirketin tasfiye edilmesi veya iflası durumunda iştirakin değersiz hale gelmesi bizim anlayışımıza göre sıfır bedelle satış olarak nitelenemez. Dolayısıyla envanterden çıkarılan orijinal hisse maliyeti yanı sıra bu hisseye ait enflasyon düzeltme farkının da gider kaydedilebilmesi gerekir.

 

Mehmet MAÇ*

Yaklaşım

 

(*)         YMM

(1)         İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 14.04.2006 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01/KVK-14-7026 sayılı Özelge

(2)         GİB’nin, 24.04.2008 tarih ve B.07.1.GİB.0.03.49/4913-216 sayılı Özelgesi.

(3)         İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın, 09.06.2011 tarih ve 4.35.16.01-176300-225 sayılı Özelgesi.

(4)         Dn. 4. D.’nin, 16.10.2001 tarih ve E.2000/2194, K.2001/3835 sayılı Kararı.

(5)         Dn. 4. D.’nin, 03.12.2008 tarih ve E.2007/2306, K.2008/4913 sayılı Kararı.

(6)         İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 20.12.2006 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.16.01/KVK-8-7370-25393 sayılı Özelge.

(6)         Güray ÖĞRENDİK, “İşletme Aktifinde İki Tam Yıldan Uzun Süre Kalmış Bir Gayrimenkul veya İştirak Hissesi Satılırsa Elde Edilen Kazanca KVK Madde 5/1-e Kapsamında İstisna Uygulamak Zorunlu mudur? Satış Zararı Olursa Bu Zarar Vergisel Açıdan Kabul Edilen Bir Zarar mıdır?”, e-Yaklaşım, Ekim 2007.

(7)         Kadir ÇEKİRDEKOĞLU, “Kurumların En Az İki Tam Yıl Aktiflerinde Yer Alan Taşınmazlar ve İştirak Hisseleri İle Kurucu Senetleri, İntifa Senetleri ve Rüçhan Hakkı Satışından Zarar Doğması Halinde Zarar İndirilebilecek mi?”, Yaklaşım, Aralık 2008.

(8)         A. Bumin DOĞRUSÖZ’, “Gayrimenkul ve İştirak Hissesi Satış Kazancı İstisnasına Yönelik Yanlış Yorumlar”, Dünya Gazetesi, Ocak 2007.

 

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz.