Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Yurt Dışından Vadeli Mal İthal Edilmesi Halinde Ödenen Vade Farkları KVK’nın 30. Maddesine Göre Kurumlar Vergisi Tevkifatına Tabi midir? PDF Yazdır e-Posta
03 Ocak 2013
Image

I- GİRİŞ

 

Yurt dışından vadeli mal ithalatında faturada ayrıca belirtilmiş olan vade farkları üzerinden KVK’nın 30. maddesine göre kurumlar vergisi tevkifatı yapılabilmesi için vade farklarının menkul sermaye iradı mahiyetinde bir gelir olması gereklidir. Vade farklarını menkul sermaye iratları içerisinde alacak faizi mahiyetinde bir gelir olarak kabul etmek mümkündür. Ancak alacak faizlerinin ticari kazancın bir parçası olarak da değerlendirmek imkan dahilindedir. www.ozdogrular.com

 

Çalışmamızın aşağıdaki bölümlerinde GVK ve TTK düzenlemelerine göre, vadeli mal ithalatında faturada ayrıca gösterilmiş olan vade farklarının alacak faizi olarak kabul edilip edilmeyeceği hususu tartışılacaktır. Bu kapsamda bu tartışma sonucunda çıkan sonuca göre vade farkları üzerinden KVK’nın 30. maddesi hükmüne göre tevkifat yapılıp yapılmayacağı açıklanacaktır.

 

II- VADE FARKLARI GVK’YA GÖRE HANGİ GELİR TÜRÜ İÇERİSİNDE DEĞERLENDİRİLEBİLİR?(1)

 

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu (GVK)’nun 37. maddesi hükmüne göre, her türlü ticari ve sınai faaliyetten doğan kazanç ticari kazançtır. Yurt dışından mal ithal edilmesi durumunda malı ithal eden Türkiye’deki firma ve ihracat işlemini yapan yabancı firmanın faaliyeti ticari faaliyettir. Dolayısıyla yaptığı ihracat karşılığında yabancı firmanın elde ettiği kazanç ticari kazançtır. Yurt dışından vadeli mal ithal edilmesi durumunda alıcı ve satıcının malın bedelini belirli bir vadede ödemeyi planlamaları ortaya vade farklarını çıkaracaktır. Alıcı ve satıcı arasındaki anlaşmaya ve malın bedelinin ödeneceği vadeye göre değişecek olan vade farkı tutarları faturada iki şekilde gösterilebilecektir. www.ozdogrular.com

 

1- Vade farkları fatura ayrıca gösterilmeyerek malın bedeli içerisinde yer alabilecektir.

 

2- Vade farkları faturada “vade farkı” veya bu anlama gelecek bir terim ile ifade edilmek suretiyle ayrı olarak gösterilebilecektir.

 

Vade farklarının faturada ayrıca gösterilmeyip malın bedeli içerisinde yer alması halinde yabancı firmaların mal satışı karşılığında elde ettiği kazanç ticarî kazançtır. Faturada vade farklarının ayrı olarak gösterilmesi durumunda ise vade farkları malın bedelinden ayrı bir alacak haline gelecektir. Bu durumda ise bu bedelin hangi gelir türüne girdiğini tartışmak gerekmektedir.

 

Günümüzde Türk firmaları tarafından yapılan ithalat miktarları tutar itibariyle önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle firmalar yurt dışından satın aldıkları malın bedelini satın aldıktan hemen sonra ödeme imkanına sahip olamamaktadır. Bu durumda alıcı ve satıcı yurt dışındaki yabancı firma arasında malın bedelinin belirli bir süre sonra ödenmesi konusunda anlaşmaya varılmaktadır ki bu ilave sürede satıcı firma vade farkı mahiyetinde bir bedel talep edebilmektedir.

 

Satıcı ve alıcı arasındaki anlaşmaya göre vade farklarının ödeme şekli ve ödenmeme durumunda karşılaşılacak müeyyideler yine iki taraf arasındaki anlaşmayla belirlenmektedir. Bu anlaşma vade farklarının faturada ayrıca gösterilmesi veya malın bedeline dahil edilmesi hususlarını da kapsayabilmektedir. www.ozdogrular.com

 

Vade farklarının alıcı ve satıcı arasındaki anlaşma gereğince malın bedelinin, malın satış fiyatı artı vade farklarını kapsayacak şekilde belirlenmesi durumunda vade farklarının malın maliyetine dahil edilmesi söz konusu olabilir ki uygulamada genellikle ithalat işlemlerinde bu yöntem uygulanmaktadır. Bu tür anlaşmalarda malın bedeli ve vade farkı alıcı ve satıcı arasında kararlaştırılan bir vadede ödenmektedir.

 

Vade farklarının faturada ayrıcı gösterilmesi veya vade farkları için ayrı bir fatura düzenlenmesi durumunda vade farkı bedelleri malı bedelinden ayrı olarak talep edilebilecek bir alacak hakkı haline dönüşecektir. Bu durumda vade farkları yabancı firmalar açısından bir alacak nev’ine bürünecektir ki bağımsız olarak bu alacağı talep etme hakkı ortaya çıkacaktır.

 

Bu şekilde vade farkları nedeniyle oluşan alacaklar bir nevi finansman hizmeti olarak düşünülebilir. Türkiye’deki mal ithal eden firma malın bedelini peşin ödemekte zorlanması halinde bedelin ödenmesini vadeye yaymak suretiyle ödeme işlemleri belirlenen vadelerde yapılmakta ve bunun için satıcı yabancı firmaya vade farkı ödenmektedir. Bu şekilde ortaya çıkan durum bir nevi finansman hizmetidir. Bu hizmetin karşılığında yabancı firma vade farkı talep etme hakkına sahip olmaktadır. www.ozdogrular.com

 

Vade farklarının elde eden kişi ve kurumlar açısından hangi kazanç veya irat türüne girdiğinin belirlenmesinde GVK hükümleri uygulanacaktır. Vade farkları mahiyeti itibariyle bir finans hizmeti neticesinde ortaya çıktığı için bu gelirleri menkul sermaye iradı olarak kabul etmek gerekmektedir. Ancak GVK’nın 75. maddesi hükmünde vade farklarının menkul sermaye iradı olarak kabul edileceğine yönelik bir hüküm bulunmamaktadır.

 

GVK’nın 75. maddesinin 1. fıkrasında “Sahibinin ticari, zirai veya mesleki faaliyeti dışında nakdi sermaye veya para ile temsil edilen değerlerden müteşekkil sermaye dolayısıyla elde ettiği kâr payı, faiz, kira ve benzeri iratlar”ın menkul sermaye iradı sayılacağı hüküm altına alınmıştır.

 

Buna göre, dar mükellefiyete tâbi kurumlarca elde edilen kazançların nakdi sermaye ve para ile temsil edilen değerlerden oluşan sermaye dolayısıyla elde edilmesi halinde menkul sermaye iradının varlığında söz edilebilecektir. Diğer bir ifadeyle bir gelirin menkul sermaye iradı mahiyetinde bir gelir olabilmesi için sahibinin ticari, zirai veya mesleki faaliyetinden bağımsız bir şekilde elde edilmesi gereklidir. Bu faaliyetler kapsamında elde edilen menkul sermaye iratları GVK’nın ticarî kazanç hükümlerine göre vergilendirilecektir. www.ozdogrular.com

 

2009/14593 sayılı BKK’da vade farkları alacak faizi mahiyetinde bir gelir olarak kabul edildiği için GVK’ya göre alacak faizi geliri olarak kabul edilebilecek gelirlerin mahiyetinin belirlenmesi gereklidir. GVK’nın 75. maddesinin 6. fıkra hükmünde alacak faizi geliri şu şekilde tanımlanmıştır:

 

“(3239 sayılı Kanun’un 57. maddesiyle değişen bent) Her nevi alacak faizleri (Adi, imtiyazlı, rehinli, senetli alacaklarla carî hesap alacaklarından doğan faizler ve kamu tüzelkişilerince borçlanılan ve senede bağlanmış olan meblağlar için ödenen faizler dahil.)”

 

Madde hükmüne göre cari hesap alacaklarından doğan faizler alacak faizi olarak kabul edilmiştir. Yani, bu madde hükmüne göre ticari bir faaliyetten doğan faizler alacak faizi olarak kabul edilebilecektir. Dolayısıyla ticari faaliyet kapsamında elde edilen alacak faizi mahiyetindeki faizler menkul sermaye iradı olarak kabul edilebilecektir.

 

Madde hükmünden çıkarılabilecek bir diğer yoruma göre ise, maddenin parantez içi hükmünde vade farkı terimine yer verilmemiştir. Parantez içinde sadece “faiz” terimi yer almaktadır. Bu durumda ticari faaliyetle bağlantılı olsun veya olmasın vade farkı mahiyetindeki gelirler alacak faizi olarak kabul edilebilir mi?

 

Bu durumda şu sorunun da akla gelmesi mümkündür. Acaba vadeli mal ithalatı nedeniyle oluşan vade farkları “carî hesap alacaklarından doğan faizler” kapsamında değerlendirilebilir mi? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle “cari hesap” ve “cari hesap alacaklarından doğan faiz” terimlerinin analizinin yapılması gerekmektedir. Bunun için ise TTK’nın 89. maddesi hükmüne müracaat etmemiz gerekmektedir.

Mezkûr maddede “Cari Hesap” bölüm başlığı ve “Tanım ve Şekil” madde başlığı altında hükmünde şu düzenleme yer almaktadır:

 

“(1) İki kişinin herhangi bir hukuki sebep veya ilişkiden doğan alacaklarını teker teker ve ayrı ayrı istemekten karşılıklı olarak vazgeçip bunları kalem kalem alacak ve borç şekline çevirerek hesabın kesilmesinden sonra çıkacak artan tutarı isteyebileceklerine ilişkin sözleşme cari hesap sözleşmesidir. www.ozdogrular.com

 

(2) Bu sözleşme yazılı yapılmadıkça geçerli olmaz.”

 

Buna göre, borçlu ve alacaklı arasındaki cari hesap sözleşmesi borçlu ve alacaklının bütün borç ve alacağının gösterildiği bir mukaveledir. Bu mukavele bir hesap şeklinde deftere kaydedilebileceği gibi sözleşme mahiyetinde belirli bir resmi belge ile de kararlaştırılabilecektir.

 

Buna göre, borçlu ve alacaklı arasında yapılan sözleşmenin cari hesap anlaşması kapsamında değerlendirilebilmesi için anlaşmada aşağıdaki zorunlu unsurların bulunması gerekmektedir(2):

 

“1- Bir anlaşmanın cari hesap sözleşmesi kapsamında değerlendirilebilmesi için borçlu ve alacaklı olmak üzere iki tarafın bulunması gerekmektedir. TTK’nın 87. maddesinde “kimse” deyimine yer verildiği için cari hesap sözleşmesinin tacir olmayan şahıslar arasında da imzalanabileceği kanaatindeyiz. Bu çerçevede, bu şekilde tacir olmayanlar arasında akdedilen cari hesap TTK’nın 3. maddesi kapsamında ticari iş sayılır. Bu nedenle de, tacir olmayanlar arasında yapılan cari hesap sözleşmelerinin de yazılı şekilde yapılması gerekmektedir.

 

2- Kişiler arasında borç-alacak ilişkisinin kaynağını teşkil eden para, mal, hizmet ve diğer hususlardan dolayı bir ilişkinin mevcudiyetinin bulunması gerekir.

 

3- Sözleşmenin tarafları maddede ifadesini bulan işlemlerden dolayı mevcut olan borç ve alacaklarını birbirlerinden ayrı ayrı istemekten vazgeçtiğine yönelik irade beyanında bulunmaları gerekir. Yani, karşılıklı olarak borçlunun borcundan alacaklının ise alacağını isteme hakkından feragat etmeleri gerekir. Bu şekildeki irade beyanından sonra alacaklı ve borçlu konumundaki şahıslar mevcut alacak ve borçlarını zimmet ve matlup şekline çevirecek, yani alacak ve borçların alacak ve borç şeklinde şahısların defterlerine(3) kaydedilecek ve takas ve mahsup neticesinde ortaya çıkacak bakiye borç-alacak ancak anlaşmanın sonunda ödenecektir.”(4) www.ozdogrular.com

 

Yapmış olduğumuz bu açıklamalar çerçevesinde yurt dışında mukim kurumlardan yapılan vadeli mal ithalatında faturada ayrıca gösterilen vade farkları cari hesap sözleşmesinde yer alabilecek bir alacak mahiyetindedir. Bu nedenle vade farkları alıcı ve satıcı arasında düzenlenen cari hesap sözleşmesinde bir alacak kalemi olarak yer alabilecektir.

 

TTK hükümlerine göre cari hesap sözleşmesi kapsamında faiz hesaplanmasına ilişkin esaslar ise TTK’nın 95. maddesinde düzenlenmiştir. Mezkûr madde hükmünde “Faiz” başlığı altında şu düzenlemeye yer verilmiştir:

 

“(1) 8. maddedeki şartların varlığı hâlinde, alacak ile borç kalemlerinin birbirinden çıkarılması sonucunda bulunan bakiyeye, belirlenip hesaba kaydedildiği tarihten itibaren faiz işler; bileşik faize yol açabilecek uygulama yapılamaz; bu hükme aykırı sözleşme öngörülemez.”

 

Buna göre cari hesap sözleşmesinin alacak ve borç kalemleri vade farkları da dahil olmak üzere birbirinden çıkarılmak suretiyle cari hesabın kesin bakiyesi bulunmaktadır. İşte bulunup hesaba kaydedilen bu kesin bakiye üzerinden alacaklı taraf faiz isteme hakkına sahiptir.

 

Bu belirlemeler ışığında vadeli mal ithalatında malın bedelinin yer aldığı faturada vade farklarının ayrı olarak gösterilmiş olması durumunda dahi vade farklarının TTK uygulamasında cari hesap alacaklarından doğan bir faiz olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

 

GVK’nın alacak faizi ile ilgili hükümlerini irdeledikten sonra bu düzenlemelerin KVK ile ilişkisini kurduğumuzda ise şunları söyleyebiliriz. KVK’nın 3. maddesi hükmüne göre dar mükellefiyete tâbi kurumlarca elde edilen bir kazancın Türkiye’de kurumlar vergisine tabi tutulabilmesi için kurumun kazanç ve/veya iradı Türkiye’de elde etmesi gereklidir. Ve elde edilen kazancın KVK’nın 3. maddesinin 3. fıkrası hükmündeki kazanç veya irat türleri ile irtibatlandırıl-ması zorunludur. www.ozdogrular.com

 

KVK’nın 3. maddesinin 3. fıkrası hükmüne göre, dar mükellefiyete tâbi kurumlarca Türkiye’de elde edilen menkul sermaye iratları bu kurumların kurum kazancını oluşturacaktır. Mezkûr maddenin 4. fıkrasındaki düzenleme gereğince kanunî ve iş merkezi yurt dışında bulunan yabancı kurumlar açısından kazancın (menkul sermaye iradının) Türkiye’de elde edilmesi ile ifade edilmek istenen anlam için GVK’nın 7. maddesinin göz önünde bulundurulması gereklidir.

 

GVK’nın 7. maddesinin 1. fıkrasının (6) numaralı bent hükmünde dar mükellefiyete tâbi kurumlarca menkul sermaye iradının Türkiye’de elde edilmiş sayılması sermayenin Türkiye’de yatırılmış olması şartına bağlanmıştır. Madde hükmünde sermayenin Türkiye’de yatırılmış olması ile kastedilen ise nakdi sermaye ve para ile temsil edilen değerlerin Türkiye’de kazanç ve/veya irat elde edilmesi amacıyla kullanılması anlaşılmalıdır.

 

GVK’nın 7. maddesinin 1. fıkrasının 6. bendinde ifade edilen “sermaye” kavramı hususunda 213 sayılı Vergi Usul Kanunu(VUK)’nun 192. maddesine müracaat etmemiz gereklidir. Mezkûr madde hükmüne göre özsermaye bilançonun aktifi toplamı ile borçlar arasındaki farkı ifade eder. Özsermaye müteşebbisin işletmeye mevzuu varlığını yani ticari işletmesine koyduğu iktisadî değerleri ifade eder.

 

Bilançonun aktif toplamı işletmenin kasasında bulunan TL ve yabancı para cinsinden tutarlar, alacaklar, mali ve maddi olmayan duran varlıklardan oluşacaktır. Bu itibarla Türkiye’de nakit veya alacak şeklinde bir varlığa sahip olan yurt dışında mukim yabancı bir kurumun Türkiye’ye sermaye yatırarak kazanç elde etme saikiyle hareket ettiği sonucuna ulaşılacaktır ki bu durum bu kurumun kazanç ve/veya iradı Türkiye’de elde ettiğini gösterecek ve kurumlar vergisi mükellefi olmasını gerektirecektir.

 

Sonuç olarak; dar mükellefiyete tâbi bir kurumun Türkiye’de menkul sermaye iradı mahiyetindeki bir gelir türünü elde ettiğini söyleyebilmek için bu kurumun öncelikle Türkiye’de yatırmış olduğu nakit veya alacak şeklinde bir sermayesinin, daha sonra bu sermaye üzerinden elde ettiği kâr payı, faiz, kira ve benzeri iradın söz konusu olması gereklidir. www.ozdogrular.com

 

Dar mükellefiyete tâbi kurumların Türkiye’ye yapmış oldukları vadeli mal (makine, teçhizat, bilgisayar aksamı, yazılım programları vs.) satışları dolayısıyla Türkiye’de mukim kişi, kurum veya kuruluşlardan alacağının bulunması ve bu alacağının bir kısmının vade farkı niteliğinde olması durumunda kurumun, bilançosunda “alacak” olarak gözüken ve bir öz sermaye kalemi olan alacak şeklindeki sermayesini Türkiye’de yatırması ve bu alacağı dolayısıyla vade farkı şeklinde elde ettiği tutar, menkul sermaye iradı kapsamında değerlendirilebilecektir.

 

Bu mantıksal silsile çerçevesinde Türkiye’de yerleşik gerçek ve tüzel kişiler tarafından yurt dışından ithal edilen makine ve teçhizat bedeli ödemelerinin haricinde, yapılan anlaşma uyarınca bu firmalara yapılan vade farkı ödemeleri kurumlar vergisi tevkifatına tabidir. Acaba dar mükellefiyete tâbi kurumlara yapılacak vade farkı ödemelerinden kurumlar vergisi stopajı hangi oranda uygulanacaktır?

 

Yurt dışında yerleşik yabancı kurumlar tarafından Türkiye’de elde edilen menkul sermaye iratlarında vergilendirme yöntemi KVK’nın 30. maddesinde belirlenmiş olup, bu kazançlar bu madde hükmüne göre tevkif suretiyle vergilendirilecektir. Tevkifat nispetleri her bir kazanç ve/veya irat türleri itibariyle Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilmektedir.

 

Tevkifat oranları Bakanlar Kurulu tarafından 2003/6575(5), 2006/11447(6) ve 2009/14593 sayılı BKK ile tespit edilmiştir. 2003/6575 ve 2006/11447 sayılı BKK ile Bakanlar Kurulu kendisine verilen yetkiyi kullanarak diğer alacak faizlerine uygulanacak olan kurumlar vergisi tevkifat oranını %10 olarak tespit etmiştir. Bu durumda Türkiye’nin imzalamış olduğu Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının olmadığı durumlarda kanunî ve iş merkezi yurt dışında bulunan kurumların Türkiye’den elde ettiği alacak faizleri (vade farkı şeklindeki menkul sermaye iratlarının), %10 oranında kurumlar vergisi tevkifatına tabidir. Vergi anlaşmasının bulunması halinde vergi anlaşmasında tespit edilen oranın kurumlar vergisi tevkifat oranı olarak uygulanmasının gerekeceği unutulmamalıdır.

 

2003/6575 ve 2006/11447 sayılı BKK ve KVK’nın 30. maddesi hükmü tetkik edildiğinde görüleceği üzere “vade farkı” mahiyetindeki ödemelerin hangi kazanç veya irat türüne gireceği yönünde bir belirleme yapılmamıştır. Vade farkları mahiyeti itibariyle malın bedelinin zamanında ödenmemesi karşılığında kararlaştırılan bir bedel olduğu için faiz türü ödemelere benzemektedir. Dolayısıyla vade farkları menkul sermaye iradı içerisinde ve alacak faizi mahiyetindeki bir ödeme olarak kabul edilebilecektir. www.ozdogrular.com

 

Nitekim 2009/14593 sayılı BKK’nın 5. fıkrasının (c) bendine göre katılım bankaları tarafından ödenen kâr payları hariç olmak üzere, mal tedarikinden kaynaklanan vade farkları üzerinden %5 nispetinde kurumlar vergisi tevkifatı yapılacağı belirtilmiştir.

 

Mezkûr BKK’daki düzenleme gereğince Türkiye’de yerleşik gerçek ve tüzel kişiler tarafından yurt dışındaki yabancı bir firmadan mal ithal edilmesi karşılığında, malın bedelinden ayrı olarak belirlenen vade farkları yabancı kurumlar yönünden alacak faizi mahiyetindedir. Bu nedenle bu tür ödemeler üzerinden %5 nispetinde kurumlar vergisi tevkifatı yapılması gerekmektedir.

 

Dar mükellefiyete tâbi kurumlarca elde edilen vade farklarının bu kurumların ticari kazancı içerisinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususuna da açıklık getirmek gerekmektedir. Çünkü mal ihraç eden yabancı firmanın bu işten elde ettiği gelir ticari kazançtır. Vade farklarının malın bedeline dahil olması halinde vade farkı dahil fatura tutarı dar mükellefiyete tâbi kurumların ticari kazancı olacaktır.

 

Vade farklarının malın bedelinden ayrı olarak belirlenmesi ve vade farkı tutarının faturada ayrıca gösterilmesi halinde ise malın bedelinden ayrı olarak dar mükellefiyete tabi kurumun talep edeceği bir tutar ortaya çıkmıştır. İsterse dar mükellefiyete tâbi kurum vade farklarının zamanında ödenmemesi halinde faiz isteyebilecektir. Bu da göstermektedir ki faturada vade farklarının ayrıcı gösterilmesi koşuluyla vade farkları ithal edilen malın bedelinden (yabancı kurumun ticari kazancından) ayrı olarak talep edebileceği bir alacak bir nev’i menkul sermaye iradı (alacak faizi) haline dönüşebilmektedir. www.ozdogrular.com

 

Bu mantıksal açıklamalarımız vade farklarının alacak faizi mi yoksa yabancı kurumun ticari kazancının bir parçası mı olduğunun ortaya konulması içindir. Bu konudaki kişisel fikrimizi bir önceki makalemizde belirtmiştik. Özet itibariyle; kişisel kanaatimize göre, vade farkları yabancı kurumların ticari kazancının bir parçası olup, vade farklarını alacak faizi olarak nitelendirmek ve bu tutarlar üzerinden tevkifat yaptırmak mümkün değildir. Bunun için kanunî bir düzenleme gerekmektedir.

 

III- SONUÇ

 

Günümüzde küreselleşme hareketleri ile birlikte Türkiye’den yurt dışına mal satışında (ihracatta) ve yurt dışından Türkiye’ye yönelik mal girişinde (ithalatta) önemli bir artış gözlemlenmektedir. Bu artış gerek mal çeşitliliği gerekse miktar itibariyle büyük tutarlara ulaşmaktadır. www.ozdogrular.com

 

Yabancı kurumlardan mal ithal eden Türkiye’de yerleşik şahıslar malın bedelinin çok yüksek olması durumunda mala ilişkin bedelin ödenmesi için belirli bir vade kararlaştırabilmektedir. Bu kapsamda yabancı kurumlara “vade farkı” mahiyetinde ödemeler yapılmaktadır.

 

Yabancı kurumlara yapılan vade farkı niteliğindeki ödemeler 2009/14593 sayılı BKK ile alacak faizi mahiyetinde bir gelir olarak kabul edilmiştir. Buna göre, bu ödemeler üzerinden söz konusu BKK’da belirtilen oranda yani %5 oranında kurumlar vergisi tevkifatı yapılması gerekmektedir.

 

Kişisel kanaatimize göre, makalelerimizde sıraladığımız gerekçeler doğrultusunda vade farkı mahiyetindeki ödemeler faturada ayrıca gösterilse bile bu ödemelerin yabancı kurumun ticari kazancının bir parçası olarak kabul edilmesi ve yapılacak ödemeler üzerinden kurumlar vergisi tevkifatı yapılmaması yönündedir. Ancak 2009/14593 sayılı BKK mükellefleri bağladığı için yapılacak ödemeler üzerinden kurumlar vergisi tevkifatı yapılması gerektiği de unutulmamalıdır.

 

Levent BAŞAK*

Yaklaşım

 

*           Vergi Başmüfettişi

(i)         Yazının I. Bölümü İçin Bkz. Yaklaşım, Sayı: 237, Eylül 2012, s. 120-124

(1)         6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK’nın) 3. maddesine göre, TTK’da düzenlenen hususlarla bir ticarî işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir. TTK’ya göre, bir işletmenin ticari işletme dolayısıyla ticari işletmede icra edilen faaliyetin ticari faaliyet olarak nitelendirilebilmesi için devamlılık, ticari bir organizasyonun varlığı ve ticari bir muhasebeyi gerektiren bir iş olması gibi özelliklerin bulunması gerekmektedir. İlgili olarak bkz., Hayri DOMANİÇ, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, 1. Cilt, Temel Yayınları, İstanbul 1988, s. 92-94

(2)            DOMANİÇ, age, s. 275

(3)         Cari hesap sözleşmesinde şahısların alacak ve borçlarının kayıtlı olduğu vesikalar da hesabın kesilmesinde kullanılabilecektir. Diğer yandan, burada ifade ettiğimiz defterler tacirlerin kanuni defterleri olabileceği gibi tacirlerin tutmak zorunda olmadığı herhangi bir defter de olabilecektir. Bu kapsamda, bu defterlere kaydedilen alacak ve borçlarda buradaki anlamıyla bir kayıt sayılacaktır.

(4)         Cari hesap sözleşmesinin mahiyeti ile ilgili olarak şu makalelerden yararlanılabilir: Levent BAŞAK, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 24. Maddesinde İfadesini Bulan “Hesaben Ödeme” Kavramının Analizi-I”, Yaklaşım, Sayı: 130, Ekim 2003, s. 133-139; Levent BAŞAK, “Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 24. Maddesinde İfadesini Bulan “Hesaben Ödeme” Kavramının Analizi-II”, Yaklaşım, Sayı: 131, Kasım 2003, s. 139-146

(5)         30.12.2003 tarih ve 25332 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

(6)         30.12.2006 tarih ve 26392 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti./ www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz.