I. Giriş Damga vergisi, uzun yıllardır gerek uygulaması gerekse de yargının konuya ilişkin kararları ile tartışma konusu olmuştur. Ancak son dönemlerde, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu’nun dönemin ihtiyaçlarına gereği gibi yanıt vermemesi ve artan belge sayısı ile çeşitliliği vergi incelemelerinde damga vergisini, vergi müfettişlerinin önceliği haline getirmiştir. Bu yazımızın konusunu bugünlerde sıkça gündeme gelen damga vergisi uygulamalarından bazılarına ilişkin hukuki değerlendirmelerimiz oluşturmaktadır. II. Açıklamalarımız a. Antrepoda yapılan devir ve teslim işlemleri sebebiyle düzenlenen kağıtların damga vergisi Son yıllarda vergi idareleri tarafından salınan damga vergisi tarhiyatlarının bir kısmının konusunu, mükelleflerin gümrük mevzuatı kapsamında yaptığı işlemler sebebiyle, gümrük idarelerine sundukları kağıtlar oluşturmaktadır. Konuya ilişkin en yaygın uygulama, antrepolarda yapılan devir işlemleri sebebiyle gümrük idaresine sunulan bilgilendirme amaçlı yazılar üzerinden damga vergisi alınmasıdır. 4458 sayılı Gümrük Kanunu uyarınca yayımlanan Gümrük Yönetmeliği’nin “Antrepolarda Bulunan Eşyanın Başkasına Devri” başlıklı mülga 333. maddesi [1]“Gümrük antrepolarında bulunan eşya satış suretiyle başkasına da devredilebilir. Bunun için devreden ve devralanın isteklerinin, ilgili gümrük idaresine yazılı olarak bildirilmesi gerekir.” yönündedir. Bu bildirimin amacı ise hükmün devamında belirtildiği üzere, eşyadan kaynaklanan gümrük vergileri ve para cezalarının devir sonrasında devralana geçeceğinin kabulünün gümrük müdürlüğüne yazılı olarak bildirilmesidir. Görüleceği üzere hüküm, antrepoda devir işlemi için herhangi bir sözleşme akdetme zorunluluğu öngörmemektedir. Ancak kimi gümrük müdürlüklerince, ilgili hükümde bahsi geçen yazılı bildirim şartının sözleşme olarak değerlendirildiği ve bu meyanda devreden ve devir alanın yükümlülüklerinin yer aldığı bir sözleşmenin ibrazının arandığı bilinmektedir. Damga Vergisi Kanunu’nun “Vergileme Ölçüleri” başlıklı 10. maddesinde, damga vergisinin nispi veya maktu olarak alınacağı; nispi vergilemede ise kağıtların nevi ve mahiyetlerine göre, bu kağıtlarda yazılı “belli para”nın esas alınacağı düzenleme altına alınmıştır. Anılan madde hükmünün ikinci fıkrasında ise “belli para” teriminin kağıtlarda belirtilen tutarı ya da kağıtta bulunan rakamların oluşturacağı miktarı ifade edeceği hüküm altına alınmış bulunmaktadır. Yer verilen düzenleme kapsamında, belli paranın saptanması açısından kağıda bağlanan işlemin bedelinin açıkça belirtildiği hallerde; kağıt üzerinde belirtilen tutarın damga vergisi matrahı olarak dikkate alınması gerekecektir. Kağıda bağlanan işlemin bedelinin açık bir şekilde ifade edilmediği; bununla birlikte kağıt üzerinde sözleşme konusunu oluşturan işin parasal karşılığının hesaplanmasına ilişkin olarak belli miktar ve tutarlara yer verildiği hallerde ise, belli paranın hesaplanmasında bu verilerden hareket edilmesi gerekecektir. Bu çerçevede, damga vergisinin konusuna giren bir kağıdın damga vergisinin hesaplanmasında öncelikle üzerinde yazılan tutarın belirlenmesi, herhangi bir tutar yok ise kağıt üzerinden hesaplanabilir tutar üzerinden damga vergisi hesaplanması gerekeceği açıktır. Anılan hükümlerin antrepoda devredilen eşyaların gümrükçe kabulü için imzalanan sözleşmeler kapsamında değerlendirilmesi halinde ise; uygulamada genel olarak antrepoda yapılan devirlere ilişkin düzenlenen kağıtların üzerinde bir tutar yer almadığı ancak özet beyan aşamasında düzenlenen kağıtlarda özet beyana yahut gümrük beyannamesine atıfta bulunulduğu görülmektedir. Özet beyan aşamasındaki devir sözleşmelerinin bedel içermeyen kağıtlara (konşimento veya taşıma belgesi) atıfta bulunması nedeniyle bu aşamadaki sözleşme ve taahhütnameler üzerinden damga vergisi hesaplanmayacağı açıktır. Burada asıl sorun, gümrük müdürlüklerinin talebi üzerine düzenlenen ve gümrük beyannamesine atıf yapılan sözleşmelerdir. Uygulamada vergi müfettişleri, söz konusu kağıtların sözleşme başlığı altında düzenlenmiş olması ve içeriğinde hesaplanabilir bir tutar bulunması sebebiyle anılan kağıtlar üzerinden re’sen damga vergisi tarh ederek mükelleflere tebliğ etmektedir. Ancak belirtmek isteriz ki, Damga Vergisi Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca, kağıdın mahiyetinin tespitinde, kağıdın adından bağımsız olarak bu kağıdın hüküm ifade ettiği içeriğinin dikkate alınmış olması; başka bir ifadeyle, kağıdın fonksiyonunun kriter olarak kullanılmış olması gerekmektedir. Antrepoda devir sebebiyle düzenlenen eleştiri konusu kağıtlar ise gümrük idaresinin talebi üzerine taraflarca düzenlenerek ibraz edilmiştir. Bu halde tarafların, yazılı sözleşme akdetme iradesinden bahsedilmesi de mümkün değildir. Zira gümrük ve vergi idaresince yorumlandığının aksine, söz konusu devir sözleşmeleri bir bedeli taahhüt etmediği gibi belli bir meblağa (damga vergisine esas alınacak matraha) atıf yapmamakta olup sadece devre konu eşyanın gümrük mevzuatı uyarınca öngörülen kuralların yerine getirileceğini taahhüt etmektedir. Bir başka ifade ile gümrük mevzuatı kapsamında devre ilişkin beyanlarını sunma mükellefiyeti altında olan taraflar bu mükellefiyetlerini yerine getirmişler ve eşyanın gümrükte işlem görmesini sağlamışlardır. Bu durumda tarafların sözleşme akdetme yönünde karşılıklı irade beyanlarından söz edilebilmesi mümkün değildir. Nitekim kağıdın adından ve/veya başlığından bağımsız olarak fonksiyonuna ve gayesine dikkat edildiğinde amacın, devir işlemlerinin tamamlanabilmesi için Gümrük Müdürlüğünün talebine cevap vermek olduğu açıktır. Hal böyleyken Damga Vergisi Kanunu’nun 4. maddesinden hareketle her ne kadar adı ve/veya başlığı “sözleşme” de olsa bu kağıdın damga vergisine tabi olmadığı görüşündeyiz. b. Yetkili kişilerce imzalanmamış sözleşmelerde damga vergisi Bir kağıdın damga vergisine tabi olup olmayacağının belirlenmesinde değerlendirilmesi gereken ilk husus kağıdın imza edilip edilmediğidir. Kanun’da imzanın geçerliliğine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiş olmakla birlikte, bu hususun genel hukuk prensipleri ile 6098 sayılı Borçlar Kanunu hükümleri kapsamında değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Zira usulüne uygun imzalanmamış bir başka deyişle karşılıklı hukuki sonuç doğurur şekilde imzalanmamış kağıtların belli bir hususu ispat amacıyla ibraz edilebilirliği tartışma yaratmaktadır. Damga vergisi uygulamasının geniş anlamda mükellefiyetini oluşturan tüzel kişiler ele alındığında, bir kağıdın o tüzel kişilik adına hukuki anlamda bağlayıcılık kazanabilmesi için söz konusu kağıdın o tüzel kişilik adına imzaya yetkili kişi veya kişiler tarafından imzalanması gerekmektedir. Uygulamada bu yetkililer ilgili ticaret sicilleri tarafından onaylanan imza sirkülerleri ile belirlenmekte ve ticari hayatta imza edilen kağıtların eki olarak imza sirkülerleri de ilave edilmektedir. Ancak gerek mahiyeti gerekse de üzerinde yer alan tutar itibarıyla damga vergisine tabi bir kağıdın tüzel kişilik adına yetkili olmayan kişilerce imzalanması halinde damga vergisi uygulamasının nasıl olacağı uygulamada tartışma yaratmaktadır. Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca, bir kimsenin yetkili olmaması veya yetkili olmakla birlikte yetki sınırını aşmış olması halinde başkası adına bir işlem yapması durumunda, söz konusu işlemin hukuki sonuçları temsil olunan nezdinde meydana gelmeyeceği açıkça düzenlenmiştir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.12.2005 tarih ve E. 2005/11-724 K. 2005/781 sayılı kararında da, “...temsilci tarafından yapılan işlemlerden doğan hak ve borçların, temsil edilene ait olabilmesi için gerekli en önemli unsur temsilcinin, temsil olunan adına hukuki işlem yapmaya yetkili olmasıdır…” denilmek suretiyle temsil ilişkisinde yetki unsurunun gerekliliği ifade edilmiştir. Borçlar Kanunu’nun 46. maddesinde bir kimsenin yetkisi olmadığı halde temsilci olarak bir hukuki işlemi yapması durumunda, bu işlemin temsil olunanı bağlaması için temsil olunanın söz konusu işlemi onaması gerektiği belirtilmiştir. Bu onamanın şekli ve usulü Kanun’da sayılmamakla birlikte uygulamada yapılan işlemin devamı niteliğindeki işlemler de örtülü onay olarak kabul edilmekte ve işlem başından itibaren yetkili kişi tarafından yapılmış gibi sonuç doğurmaktadır. Ancak temsil edilenin yetkisiz temsilcinin yaptığı işleme ilişkin sonradan onay vermemiş olduğu hallere ilişkin, ilgili işlemin tüzel kişiliği bağlamayacağı dikkate alındığında bu kağıt üzerinden damga vergisi hesaplanmaması gerekmektedir. Zira söz konusu kağıt taraflardan birince usulüne uygun olarak imzalanmadığından, bu kağıdın herhangi bir hususun ispatı için ibraz edilebilecek nitelikte bir belge olarak kabulü mümkün değildir. Danıştayın konuya ilişkin bir kararında da [2] yetkili kişilerce imzalanmamış bir tutanağın hukuki bağlayıcılığının bulunmayacağı; bu kapsamda herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek nitelikte olmayan bir belgenin sözleşme veya sulhname niteliğinde kabul edilemeyeceği ve dolayısıyla damga vergisine tabi tutulmaması gerektiği yönünde hüküm tesis edilmiştir. c. Damga vergisi uygulamasında üst sınır sorunu Her dönem incelemelerde geniş yer bulmakla birlikte halen tartışma konusu olan hususlardan biri de birden fazla nüsha olarak imzalanan kağıtlara uygulanacak damga vergisi üst sınırına ilişkindir. Damga Vergisi Kanunu’nun 6. maddesinde, bir kağıtta birbirinden tamamen ayrı birden fazla akit ve işlembulunduğu takdirde bunların her birinden ayrı ayrı vergi alınacağı ve 14. maddesinde her bir kağıt için hesaplanacak damga vergisinin belirtilen üst sınırı (2014 yılı için 1.545.852,40 TL) aşamayacağı hükme bağlanmıştır. Kanun’un 14. maddesinin uygulanmasına yönelik olarak 35 seri numaralı Damga Vergisi Kanunu Genel Tebliği’nde açıklamalara yer verilmiştir. Anılan açıklamalara göre, madde metninde belirtilen sınır, her bir kağıt için hesaplanacak ve ödenecek en yüksek vergi tutarını ifade etmektedir ve azami sınırın tespitinde her bir kağıt ayrı ayrı ele alınacaktır. 14. maddenin gerekçesinde ise Kanun’a ekli (1) sayılı tabloda yer alan ve nispi vergiye tabi tutulan kağıtların bazı hallerde çok yüksek meblağlar içermekte olduğu ve bu durumun kağıtların vergisinin, o kağıdı tanzim ve imza edenlerin sermayelerinden daha fazla olmasına yol açtığı belirtilmiştir. Yapılan bu düzenleme ile (1) sayılı tablodaki her bir kağıt için hesaplanacak damga vergisi tutarına bir üst sınır getirildiği ifade edilmiştir. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta Damga Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinde düzenleme bulan ve bir nüshadan fazla olarak düzenlenen kağıtların her nüshasının ayrı ayrı ve aynı miktar ve nispette vergiye tabi tutulması gerektiği yönündeki hükümdür. Bu düzenleme yukarıda yer verilen 14. madde ile birlikte değerlendirildiğinde; mükellefler, maliye idaresi ve yargı ayağında farklı yorumlar ortaya çıktığı görülmektedir. Maliye idaresi görüş ve uygulamasını konuya ilişkin yayımlanan 35 seri numaralı Damga Vergisi Kanunu Genel Tebliği ile açıklamıştır. İlgili Genel Tebliğ’de; Damga Vergisi Kanunu’nun 5. maddesi hükmüne göre bir nüshadan fazla olarak düzenlenen kağıtların her nüshası ayrı ayrı aynı miktar veya nispette damga vergisine tabi olacağından, 200 milyar Türk Lirası tutarındaki üst sınırın her bir nüsha için ayrı ayrı aranacağı zira Damga Vergisi Kanunu açısından nüshanın, aslı ile aynı hüküm ve kuvvete sahip kağıtları ifade ettiği belirtilmiştir. Görüleceği üzere maliye idaresinin iradesi, gerek yukarıda yer verilen Genel Tebliğ’de gerekse de mükellefler nezdinde gerçekleştirilen incelemelerde, birden fazla nüsha olarak düzenlenen kağıtlarda damga vergisi üst sınırını her bir nüsha için uygulama yönündedir. Ancak bu uygulamanın, üst sınıra ilişkin düzenleme getiren ve yukarıda yer verilen 14. maddenin gerekçesi ile çeliştiği aşikardır. Zira ilgili maddenin amacı mükellefler nezdinde, yapılan işlem sebebiyle elde edilen faydadan çok daha yüksek tutarlarda, mükellefi zor duruma düşürecek miktarlarda damga vergisi yükü oluşmasını engellemektir. Kaldı ki ilgili Genel Tebliğ aksine, Damga Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinde kanun koyucunun “bir nüshadan fazla olarak düzenlenen kağıtların her nüshası” demek suretiyle, aynı hususa ilişkin imzalanan nüshaların tümünün “kağıt” olarak değerlendirdiği sonucuna da ulaşılabilmektedir. Ayrıca bu yorumun, 14. maddenin gerekçesi dikkate alındığında kanun koyucunun iradesine daha uygun olacağı görüşündeyiz. Konuya ilişkin yargıya taşınan ihtilaflarda yargının görüşü de kağıt teriminin Damga Vergisi Kanunu’nun 14. madde hükmü ve gerekçesi ile birlikte yorumlanması gerektiği yönündedir.[3] d. Garanti belgelerinde damga vergisi Son dönemlerde özellikli olarak incelenen bir diğer husus da üreticiler tarafından son kullanıcılara düzenlenen garanti belgeleridir. Aslen 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 13. maddesi uyarınca, imalatçı ve ithalatçılar tarafından düzenlenmesi zorunlu olan bu kağıtlar ile satılan malların, garanti süresi içerisinde arızalanması halinde, işçilik masrafı, değiştirilen parça bedeli ya da başka herhangi bir ad altında hiçbir ücret talep etmeksizin tamiri taahhüt edilmektedir. Hal böyle iken ilgili garanti belgeleri, maliye idaresi tarafından taahhütname olarak değerlendirilmekte ve atıf yapılan fatura bedeli üzerinden damga vergisi hesaplanması gerektiği savunulmaktadır. Taahhüt kelime anlamıyla, mevcut veya kurulmakta olan bir hukuki ilişki içerisinde taraflardan birisinin bir şeyi yapmak ya da yapmamak konusunda bir yükümlülük altına girmesi olarak tanımlanmaktadır. Bir belgenin taahhütname olarak kabul edilebilmesi için taraflardan birinin bir şeyi yapmak veya yapmamak konusunda bu kağıt ile yükümlülük altına girmesi gerekmektedir. Aksi halde ise bu kağıdın taahhütname olarak değerlendirilmesi mümkün olmayacaktır. Öte yandan bir kağıdın damga vergisine tabi olabilmesi için genel şart, anılan kağıdın bir hususu ispat ve belli etmeye yaramasıdır ki bu şartları taşımayan belgeler taahhütname niteliğini taşısa dahi damga vergisinin konusuna girmeyecektir. Yukarıda bahsedildiği üzere imalatçı, üretici veya ithalatçılar 23.02.1995 tarihli ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 13. maddesi uyarınca, satışa konu ettikleri sanayi malları için garanti belgesi düzenleme yükümlülüğünde olup, bu belge ile satışa konu mallarda garanti süresi içinde meydana gelebilecek arızaların tamirini, malın yenisi ile değiştirilmesini veya bedelin iadesini taahhüt etmektedir. Bu taahhüdün ise satıcının iradesinden kaynaklanmadığı açık olup Kanun gereği olarak ilgili belge alıcılara verilmektedir. Başka bir ifade ile alıcı tarafından garanti belgesi düzenlenmese dahi alıcı, ayıplı maldan doğan haklarını 4077 sayılı Kanun uyarınca yine talep edebilecek ve satıcı da bu talepleri yerine getirecektir. Bu haliyle 4077 sayılı Kanun uyarınca düzenlenen garanti belgeleri Kanun’da belirtilen hususların hatırlatılarak, ilgililerin satın alınan eşyada ya da garanti belgesinde çıkabilecek sorunlar için başvurabileceği makamların gösterildiği bir kağıt olarak kabul edilmelidir. Zira Kanun’da yer alan usul ve esasları tekrar eden söz konusu garanti belgeleri herhangi bir taahhüt içermemektedir. Kağıtlarda belirtilen hususlara uyulmaması halinde eşyayı satın alanlar tarafından kullanılabilecek haklar ayrıca ilgilisine taahhüt edilmesine gerek olmaksızın 4077 sayılı Kanun’da belirlenmiş durumdadır. Dolayısıyla Kanun’da yer alan usul ve esasları tekrar eden ibarelerin taahhüt, bu ibarelerin yer aldığı garanti belgelerinin de taahhütname olduğunun kabulünün mümkün olmayacağı görüşündeyiz. Maliye idaresi mükellef kurum ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında düzenlenen sözleşmelerle Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarının karşılandığı, sözleşme konusu ürünlerin tesliminden önce şartnameler gereği ürünlerinize ait “Garanti Taahhütnameleri”nin imzalanarak verildiği hallerde garanti taahhütnamelerinin damga vergisine tabi olup olmayacağına yönelik görüş talebine; “ ... Garanti Belgesi başlıklı kâğıdın incelenmesinden, garanti süresinin malın kabul tarihinden itibaren başladığı, yeni üretimlerde tüm parçaların, revizyonlarda değiştirilen parçaların garanti kapsamında olduğu, malın garanti süresi içerisinde tamirde geçen sürenin garanti süresine ilave edileceği, malın kullanım/bakım kılavuzunda yer alan hususlara aykırı kullanımından doğan arızaların garanti kapsamı dışında olduğu, garanti belgesi ile ilgili çıkabilecek sorunlar için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğüne başvurulacağının kabul ve taahhüt edildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde, yazınız ekini teşkil eden garanti belgesi 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 42’nci maddesi gereğince değer gösterilmesi mecburi kâğıtlar kapsamında bulunduğundan, noterde onaylatılması halinde söz konusu kâğıdın, işin mahiyetine uygun olarak gösterilecek değer üzerinden 492 sayılı Kanun’a bağlı (2) sayılı tarifenin I/1 inci maddesi gereğince nispi harca ve 488 sayılı Kanun’a ekli (1) sayılı tablonun I/A-1 fıkrasına göre nispi damga vergisine tabi tutulması gerekmektedir.” [4] şeklinde yanıt vermiştir. Maliye Bakanlığı bu görüşünü, garanti belgelerinin taahhütnamenin tüm şartlarını taşıdığı, dolayısıyla 4077 sayılı Kanun’a istinaden düzenlenmesinin zorunluluk teşkil etmesinin taahhütname niteliğine etki etmeyeceği yönündedir. Yine bu görüşün altında, alıcının ayıplı malı değiştirme yahut tamir ettirme hakkına ancak garanti belgesinin ibrazı halinde sahip olabilmesi durumu yatmaktadır. Yargının konuya ilişkin görüşü ise maliye idaresinin aksine, garanti belgesinin Kanun’da sayılan hususları mükelleflere hatırlatan bir bildirimin ötesine geçmediği, bu anlamda damga vergisine tabi bir taahhütname olarak değerlendirilemeyeceği yönündedir. III. Sonuç Yukarıda güncel birkaç örneği ile yer vermeye çalıştığımız üzere varlığı ile dahi tartışmalar yaratan damga vergisi, uygulamada Damga Vergisi Kanunu hükümlerinin yorumunda yaşanan farklılıklar nedeniyle eleştirilmektedir. Ancak maliye idaresinin vergileme yanlısı bakış açısından ziyade yargının damga vergisi hükümlerini mümkün olduğu şekilde Kanun’un gerekçesi ve korumak istediği amaç ile genel hukuk normları ışığında yorumlaması mükellef – idare dengesinin korunmasına destek olmaktadır. Av. Senem Gezek http://www.vergidegundem.com/tr_TR/publicationPaper?categoryName=Vergide&publicationNumber=3&publicationYear=2014&publicationId=1793046 [1] Maddenin 12 Haziran 2013 tarihli Resmi Gazetede Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından Gümrük Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik kapsamında değişiklik yapılmış son hali; “…Eşyanın devri ile birlikte gümrük vergileri ile para cezaları da dâhil eşya ile ilgili hukuki sorumluluklar devralana geçer ve antrepo stok kayıtlarında gerekli değişiklikler yapılır…” [2] Danıştay 7. Dairesi’nin 26.10.2010 tarih ve E.2008/2762, K.2010/2983 sayılı kararı [3] Danıştay 7. Dairesi’nin 22.02.2010 tarih ve E.1999/2090, K.2000/562 sayılı kararı, Danıştay 7. Dairesi’nin 27.04.2005 tarih ve E. 2004/3625, K.2005/799 sayılı kararı [4] Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22.02.2012 tarih ve B.07.1.GİB.0.02.62-010-7 22/02/2012 sayılı özelgesi -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yukarıda yer verilen açıklamalar, konuya ilişkin genel bilgiler içermektedir. Özdoğrular smmm ltd. şti. / www.ozdogrular.com, işbu dokümanın içeriğinden kaynaklanan veya içeriğine ilişkin olarak ortaya çıkan sonuçlardan dolayı herhangi bir sorumluluk iddiasında bulunulamaz. |