Kurucusu Değişen Fonların Mükellefiyet Durumu |
30 Mayıs 2015 | |
Yeni Sermaye Piyasası Kanunu’nun getirdiği zorunluluk nedeniyle banka ve aracı kurumların kurucusu olduğu menkul kıymet yatırım fonlarında kurucu değişikliklere gidiliyor. Ancak, kurucu değişikliği sürecinde vergi daireleri tarafından mevcut fonların mükellefiyeti kapatılıp, kurucu değişikliği sonucunda aynı zamanda yeni unvan da alan fonlar adına yeni bir mükellefiyet tesis ettiriliyor, ki bu uygulama pratikte mükellefler için bir takım zorluklar ortaya çıkartıyor. Bu yazıda, söz konusu uygulamayı sermaye piyasası mevzuatı ve vergi kanunları açısından analiz etmeye çalışacağım. Öncelikle, fonlarda kurucu değişikliğini zorunlu kılan düzenlemenin nasıl hayatımıza girdiğini anımsatalım. Bildiğiniz gibi, 6362 sayılı (Yeni) Sermaye Piyasası Kanunu’nun (“YSPKn”) 30 Aralık 2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile 2499 sayılı (Eski) Sermaye Piyasası Kanunu (“ESPKn”) yürürlükten kalktı. Yeni kanunun getirdiği bir takım düzenlemeler ile birlikte bankalar ve aracı kurumları yakından ilgilendirecek değişiklikler oldu. Bunlardan biri de, yazımın da konusu olan fon kurucusuna ilişkin değişiklikler. ESPKn’nın aracı kurumlara ve bankalara verdiği yetkiye istinaden ve tabii Sermaye Piyasası Kurulu’nun (“SPK”) yetkilendirilmesiyle, sermaye piyasası mevzuatına tabi aracı kurumlar ve bankalar Türkiye’deki menkul kıymet yatırım fonlarının kuruculuğunu üstlenebilmekteydi. Ancak, YSPKn’nın 55’inci maddesi ile birlikte menkul kıymet yatırım fonlarının kurucularının yalnızca Portföy Yönetim Şirketleri olabileceği hüküm altına alındı. Bu kapsamda, YSPKn’nın 55’inci maddesi ve Seri III-52-1 “Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği(“Tebliğ”) ile birlikte, aracı kurumların ve bankaların hali hazırda kurucu sıfatına haiz kurucu sıfatını, ana faaliyet konusu yatırım fonlarının kurulması ve yönetimi olan Portföy Yönetim Şirketlerine 01.07.2014 tarihinden itibaren bir yıl içerisinde devretmesi mecbur kılındı. Aksi takdirde, kurucu tarafından iç tüzük veya izahnamenin ticaret sicilden terkin ettirilmesi için Kurula başvurulması zorunludur denildi. Menkul kıymet yatırım fonlarının kurucusunun değiştirilmesi işlemlerine ilişkin esaslar ise Tebliğ ile hüküm altına alındı. Tebliğin 28‘inci maddesinde yatırım fonlarının “sona ermesi”, Tebliğin 29’uncu maddesinde ise yatırım fonlarının “devredilmesi” düzenlendi. Yatırım fonlarının “kurucusunun değiştirilmesi” ise Tebliğin 30. maddesinde kapsamlı bir şekilde düzenlendi. Buna göre özetle fon kurucusunun değiştirilmesi durumunda iç tüzük değişikliğinin SPK tarafından onaylanmasını takiben, değiştirilen iç tüzüğün de yeni kurucunun bağlı bulunduğu ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmesi gerekiyor. Bu kapsamda, ancak 1.7.2015 tarihine dek kurucunun bir portföy yönetim şirketi ile değiştirilmesi suretiyle Tebliğ hükümlerine uyum sağlanmamış ise fonun ticaret sicilden terkin edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla, öncelikle Tebliğ hükümleri uyarınca, yatırım fonu kurucu değişikliklerinin, hukuken sona erme veyahut devir işlemleri kapsamında nitelendirilmediğini belirtelim. Söz konusu hükümler kapsamında, yalnızca fonun kurucusunun değiştirilmesinin sonucu fonun unvanının değişmesi olarak ortaya çıkıyor. YSPKn ile birlikte zorunlu kılınan kurucu değişikleri için kurucusu oldukları fonların bağlı bulundukları vergi dairelerine başvuran aracı kurumlar ve bankalar, vergi dairelerinin bu konuya sadece bir unvan değişikliği gibi bakmadığı, bu işlemleri fonun sona ermesi olarak nitelendirdiklerini gördüler. Vergi dairelerinin bu yaklaşımı pratikte fonlar için hem operasyonel hem de ek vergisel yükler anlamında aşağıda değineceğim bazı sorunlar ortaya çıkarttı. Bildiğiniz üzere SPK düzenleme ve denetimine tabi olan ve fakat tüzel kişiliği olmayan menkul kıymet yatırım fonları, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu (“KVK) Madde 2 uyarınca, kurumlar vergisi uygulaması açısından sermaye şirketi gibi telakki edilmiştir ve dolayısıyla, vergi hukuku açısından bir kişiliğe sahiptirler ve kurumlar vergisi mükellefidirler. Konuyu Vergi Usul Kanunu (“VUK”) açısından ele alacak olursak mükellefiyetin terkini, mükellefin işi bırakması veyahut tasfiye edilmesi hallerinde gerçekleşmektedir. VUK 160, 161 ve 162’incı maddelerinde “ iş bırakma”, “mükellefiyet kaydının terkin edilmesi” ve “tasfiye” kurumlarına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Kanun’un 161’inci maddesi uyarınca işi bırakma “vergiye tabi olmayı gerektiren muamelelerin tamamen durdurulması ve sona ermesi” olarak tanımlanmıştır. Kanun’un 162’inci maddesinde ise mükellefiyetin tasfiyesi halinde yapılması gerekenler sayılmıştır. Kanun’da ve diğer vergi kanunlarında tasfiyeden kastın ne olduğuna ilişkin olarak ayrı bir belirleme yapılmamıştır. Dolayısıyla, vergisel anlamda bir tasfiyeden söz edebilmek için öncelikle hukuken (örneğin; 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu[1]veya 6362 sayılı SPKn) bir tasfiyeden söz edilmesi gerekmektedir. İşi bırakma halinde yapılması gerekenler ise Kanun’un 160’ıncı maddesinde detaylı olarak belirtilmiş ve işi bırakmanın mükellefiyetin ilgili vergi dairesinden silinmesi ve vergi mükellefiyetinin ortadan kaldırılması ile sonuçlanacağı belirtilmiştir. Oysa hukuki açıdan, menkul kıymet yatırım fonlarının kurucu değişikliğinde, Fon’un iş bırakması veyahut tasfiyesi söz konusu değildir (Tebliğ Madde 30). Fon, kurucu değişikliği ile birlikte, faaliyetlerine devam etmekte, tüm mal varlığı ile vergisel mevcudiyetini aynen devam ettirmektedir. Başka bir deyişle, gerek sermaye piyasası gerekse vergi mevzuatı hükümleri açısından, ESPKn’dan YSPKN’a geçiş sürecinde ortaya çıkan bu tip bir kurucu değişikliği işlemi, söz konusu fonlar için VUK’un 160, 161 ve 162’inci maddeleri uyarınca iş bırakma hükmünde değerlendirilmemelidir. Bu yatırım fonlarının, kurucu değişikliği nedeniyle iş bıraktığı veya tasfiyeye girdiği söylenemeyeceğinden, vergi mükellefiyetinin terkinin de söz konusu olmaması gerekir. Nitekim, Tebliğ’in Geçici 1'inci maddesinde SPK tarafından zorunlu kılınmış olunan kurucu değişikliğinin, ancak Tebliğ ile belirtilen dönem sonuna kadar yapılmaması halinde yatırım fonunun ticaret sicilden terkin edileceği belirtilmiştir. Yani, fonun hukuken terkini ancak kurucu değişikliğinin yapılmadığı hallerde gerçekleşecektir. Yukarıda da belirttiğim gibi, şu anki uygulamada süreç, fon kurucu değişikliğinin yapılabilmesi için Vergi Dairesi tarafından ilk olarak fonun vergi mükellefiyetinin kapatılması, sonrasında da fona yeni bir vergi kimlik numarası verilmesi, şeklinde ilerliyor. Ancak, kanaatimce bunun için öncelikle fonun tasfiye sürecine girmesi gereklidir. Bu uygulama ile kurumlar vergisi açısından vergi mükellefi olan yatırım fonlarına hem kapanacak fon için tasfiye beyannamesi verme (hesap döneminin başından tasfiye kararının tescil edildiği tarihe kadar olan kıst dönemi ifade eden tasfiyeye giriş beyannamesi ve tasfiyenin sona erdiği döneme ilişkin tasfiye beyannamesi) hem de yeni vergi mükellefiyeti kazanan fon için beyanname verme süreleri içinde bildirim yükümlülüğü ile tasfiye sürecindeki diğer yükümlülükler getirilmiş olmaktadır. Aracı kurumların ve bankaların kurucusu oldukları menkul kıymet yatırım fonları topluca dikkate alındığında, bu uygulamada mükelleflerin operasyonel yükü artmakla birlikte, her bir fon için beyanname bildirimi yapılması gerekeceğinden damga vergisi maliyetleri de önemli ölçüde artmış olacaktır. Diğer taraftan, yatırım fonlarının boş olsa dahi bildirimleri yapılmayan BA-BS formlarının beyanı hususunda sorumlu tutuldukları cezalara ilişkin olarak hali hazırda devam eden davaların büyük bir çoğunluğu henüz sonuçlanmış değildir. Bu cezalar fonların bünyesinde hala ödenecek borçlar olarak yer almaktadır. Borçlar ödenmeden tasfiye süreci tamamlanamayacağından, bu noktada da uygulamada tartışmalı bir konu daha karşımıza çıkmaktadır. Ortada tek bir fon malvarlığı olmasına karşın, tasfiyeye girmiş ancak henüz tasfiyesi sonuçlanmamış eski kuruculu ve eski unvanına haiz bir fon ile yeni kurucusu olan ve yeni unvanlı diğer fonun olduğu bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu surette ayrıca eski unvanlı fon açısından tasfiye tamamlanıncaya dek vergisel açıdan yerine getirilmesi gereken beyanname yükümlülükleri nedeniyle de yine ek operasyonel ve vergisel maliyetler doğabilecektir. Özetleyecek olursak, fonun kurucusunun değişmesi, kurucusundan ayrı bir vergisel kişiliği olan fonun tasfiyesi anlamına gelmemelidir. Fon, kurucu değişikliği sonrasında da, tüm mal varlığı ile vergisel mevcudiyetini aynen devam ettirdiğine göre, kurucu değişikliğinin vergi mevzuatı açısından mükellefiyet terkininde bulunulmasını gerektiren bir işlem olarak değerlendirilmesi isabetli değildir. Ancak, Gelir İdaresi Başkanlığı’nın herhangi bir mukteza talebine dahi gerek kalınmadan çıkaracağı bir sirküler ile bu sorunları çözmesi mümkün gözükmektedir. Emre Akarsu/PwC [1]Gelir İdaresi Başkanlığı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 28/09/2011 tarih ve B.07.1.GİB.4.06.17.01-KDV-4:2010-14010-02-795 sayılı muktezası; Gelir İdaresi Başkanlığı İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 16/11/2006 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-VUK-2/161 sayılı muktezası.
Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı Özdoğrular smmm ltd. şti./Mehmet Özdoğru ve/veya ozdogrular.com./com.tr' ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz. |