Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
İbrahim Öztürk - Ekonomide 'sessiz' kriz derinleşirken (24.04.08) PDF Yazdır e-Posta
24 Nisan 2008

Bizim tarzımız biliniyor. "Bana madem hükümettir, çözsün" kolaycılığı yerine, kendimiz de inanacağımız bir öneri bulana kadar o konuda eleştiri getirmiyoruz. Şimdi bu yazıda eleştiri yapıp, ardından tam da bu noktalarda bazı öneriler getirmeye çalışacağım. Önerilerimi önce hükümete, ardından da şirketlere yönelteceğim.

Ekonomide psikoloji hızla aşağı yönde kayıyor. Çarpıcı iki örnekle giriş yapayım. Önceki hafta AK Parti Bağcılar teşkilatında, Bağcılar'ın görkemli kültür merkezinde bir konferans verdim. Karşımda daha çok rey verme çağındaki AK Parti gençlik kollarının bay ve bayanları vardı. Kısaca ifade edeyim, partililer bile "Ekonomide neler olduğunu anlamış değiliz." diye karamsar tablo çiziyorlar. Adeta AK Partilileri 'işlerin çok da rayından çıkmadığına' ikna etmek bana düştü.

Başka bir örnek. Hafta sonu Kızılcahamam Asya Termal'de Türkiye'nin vizyoner şirketlerinden Kayalar Grup'un eğitim toplantısında idim. Teknoloji ve ürün geliştirmek gibi çağın çeperlerine odaklanmış bir şirket gördüm, çok umutlandım. Bütün iş ortaklarını toplamışlar. Kulağıma en çok fısıldanan ise 'anlattığınız ekonomi ile bizim yaşadıklarımız asla örtüşmüyor' şikâyeti idi.

Açıkçası bazı soruların bende de karşılığının kalmadığını görüyorum. Sessiz bir kriz giderek derinleşiyor gibi. Peki neden sesli ve gürültülü bir kriz olmuyor? Çünkü finansal sistem şimdilik çok güçlü de ondan. Krizin sirayet edeceği en zayıf halka çok iyi idare edilmiş. Bunun için BDDK Başkanı Tevfik Bilgin ve ekibine buradan teşekkür etmek isterim.

Reel sektör ise tam bıçak sırtında. Ödemeler de satışlar da durmuş. Habire çek döndürerek günü kurtarmaya çalışıyorlar. Bırakın küçük esnafı ve KOBİ'yi, büyükler de bütün yatırım planlarını 'zamana yaydıklarını' ifade ediyorlar. İşsizlik rakamları da 2001 krizinden sonraki en üst seviyede. Şikâyetleri kısaca şu şekilde sıralamak mümkün: (i) Belirsizlik (ii) Kârsızlık, (iii) Yetersiz talep, düşük ciro, (iv) Yetersiz tahsilat, (v) Yüksek girdi maliyetleri.

Bir ekonomide belirsizlikten daha kötü bir şey olamaz. İç ve dış nedenlerle böyle bir sürece girildi. Neticede ileride satabileceğinize inandığınız bir malı üretirsiniz. Oysa içeride adeta yaprak kıpırdamıyor. İnsanlar iç pazara mal satıp kazanabilmeli. 'O halde sen de ihracat yap' önerisinin ise pratik bir karşılığı yok. Bir ülkede herkesin ihracatçı olacak hali yok ya! Kaldı ki, küresel sıkışıklık nedeniyle ihracatçı şirketler de artık zor bir döneme giriyor. İhracatçılara mal veren konumdaki küçük tedarikçiler bir de buradan darbe yiyecekler.

Böyle bir ortamda Merkez Bankası, faiz indirimine ara verdiği yetmezmiş gibi bir de artırmanın sinyallerini verip alıştırmaya çalışıyor. Yazmayayım diyorum ancak, sanki yüksek faizle enflasyon düşürülebilmiş gibi. Faiz, artık enflasyonu düşürmeyen ancak piyasaları kilitleyen bir musibete dönüşmüş durumda.

Öte yandan "yüksek faiz verirsek sıcak para kaçmaz" deniliyorsa bunun Merkez Bankası'nı ilgilendirmediğini, uygulanan 'sistem gereği' geldikleri gibi giderler noktasında olmamız gerektiğini ifade etmeliyiz. Öyle değil mi, dalgalı kurumuz var ve bu bir sigorta. Bir de rezerv var, gerekli aşamada müdahale olur. Ayrıca Türkiye kaçılacak, başka yerler ise sığınılacak bir noktada değil.

Açıkçası kısa vadeli olarak ilk önerimiz şu: Faizler düşürülmeli, likidite sorunu çözülmeli. Ekonomide iç piyasalar rahatlatılmalı. Şikâyetlerden azalan kârlılık ve yüksek girdi maliyetleri konusunda kısa vadede ve kolaycı yoldan hükümetin yapabileceği pek bir şey yok. Uzun vadeli olarak ise hükümete büyük görevler düşüyor. Bunu da gelecek yazıda tartışalım.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=680546