İbrahim Öztürk - İşadamı sistemin değil, işinin riskini yüklenmeli...(01.05.08) |
01 Mayıs 2008 | |
Şimdi daha çok riskten uzak kalma dönemi. Son dönemde Türkiye'de yaşananlar, 'bizde de neden dünyadakine benzer kaliteli işadamının çıkamadığını' adeta ders kitaplarına malzeme olacak açıklıkta gösteriyor. İşadamı geleceğe odaklanarak iş yapar. Geleceği öngörebildiği ölçüde uzun soluklu riskler alıp stratejiler geliştirir. Ufkunun karartıldığı bir ortamda dükkânda oturup ayak bağına bakarak sessiz bir şekilde çürür. İşadamını kuşatan temelde üç riskten bahsedebiliriz. Bunların birincisi yaptığı işten kaynaklanan risktir. Örneğin, "Sektörde gelecekte rekabet nasıl gelişecek, yeterince talep olacak mı, nasıl bir teknoloji seçimi yapılmalı, sektör yükselen mi, yoksa gerileyen bir durumda mıdır? Bankalar bu sektöre kredi vermeye nasıl bakıyor?" gibi konular bu türdendir. Bu konularda danışmanlık alınarak risklerin iyi idare edilmesi mümkün olabilir. İkinci temel risk bizatihi işadamının kendisinden kaynaklanmaktadır. Örneğin ne ölçüde risk almayı biliyor? Risk almaya yatkın bir kişiliği var mıdır? Entelektüel duruş ve derinliği nedir? İnceleme, okuma, analiz ve bunları birleştirip yeni sonuçlar üretme kapasitesi ne durumdadır? Gezip-görmeye, işiyle ilgili araştırmalara kaynak aktarmaya yatkın mıdır? Liste bu şekilde uzar gider. Bu alandaki riskleri yok etmek işadamının kendi bir karar. Yolu belki iyi bir psikoloğa kadar da uzar gider. Aslında bu konuda "Bir kişi ya girişimci olarak doğar ya da doğmaz." demek de mümkün. Her isteyen girişimci olamayabilir. Yeni dönemde işadamı olduğunu zannedip, "Bir işadamı nedir, nasıl bir aktördür?" sorusunu sormayıp, merak da etmeyip, el yordamıyla ayakta kalmaya çalışanlar büyük bir hızla ayıklanacak. Hayatın gerçeği böyle. "Ben bir gün emekçi mi olacağım? Allah korusun." diyen nice ekabirler belki emekçi olacaklar. Bazıları belki de çalışanının yanında!.. Üçüncü risk alanı dünya ve içerideki ulusal sistemden kaynaklananlardır. Makroekonomik riskler (faiz, kur, enflasyon, talep unsurları, finansal istikrar), siyasi riskler, kuraklık/kıtlık vs. gibi birçok önemli değişken bu gruba giriyor. Tedbir alabileceğinden, işadamının normal şartlarda ilk iki gruptaki risklerle başa çıkması beklenebilir. Ancak bu son gruptaki riskler bir defa ortaya çıktığında önlemek, kaçınmak zor olacağından, önerimiz şudur: Kuşatıldığınız sistemden kaynaklanan riskler, yaptığınız işin riskini aşıyorsa, bu işi erteleyin, beklemeye geçin. Hemen bir ilave; sular akarken kapları doldurmak kolaydır. Bunu 'her kişi' yapar. İşler kötü giderken başarmak ya da ayakta kalmak ise 'er kişinin' işidir, ki biz buna 'girişimci' diyoruz. Siz bu ikinci gruba girenlerdenseniz, öpülesi elinizi uzatınız! Şu an Türkiye'de durum ne yazık ki bir kez daha bu noktadadır. Riskler şu şekilde sıralanabilir: (1) Büyümenin fazlaca yavaşlaması ve bu düzeyde uzun sayılacak bir süre devam etmesi. (2) İhracat pazarlarının durağanlaşması. (3) Artan işsizlik, azalan istihdam. (4) Yeniden bozulmaya başlayan gelir dağılımı. (5) Yeniden artma eğilimine giren cari açık. (6) Yavaşlayan yabancı sermaye girişleri. (7) Likidite daralmasının yaşandığı uluslararası ortamdan taze kaynakları uygun vade ve maliyetle temin etmede yaşanabilecek zorluklar. (8) Artan kur sebebiyle şirketlerin kısa vadeli yükümlülüklerini yerine getirmede yaşanabilecek ödeme sıkıntıları. (9) Bütün bunlara rağmen arz yönlü şoklar sebebiyle (enerji, emtia, tahıl, gıda fiyatlarındaki aşırı yükselmeler) enflasyonun ve faizlerin yukarı yönde hareket edecek olması. Nitekim görüştüğüm esnaf/işadamı durumu belirsizlik, kârsızlık, talep yetersizliği, düşük ciro ve tahsilat, yüksek girdi maliyeti olarak sıralamaktadır. Böyle bir ortamda esnaf ve işadamı hiç mi bir şey yapamaz, elini kıpırdatamaz? Unutmayın, her şart altında yapılacak mutlaka bir şey vardır. Her şirket buna kendi gerçeklerine göre cevap bulacak. Ancak yine de bazı faydalı genellemeler yapmaya çalışacağım.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=683688 |