İbrahim Öztürk - IMF ile yeni anlaşma imzalansa bile şartları bu kez Türkiye belirleyecek (21.05.08) |
21 Mayıs 2008 | |
Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yürütülen ekonomik programda yeni bir aşamaya gelindi. Kredisiz stand-by, masadaki en güçlü seçenek olarak bulunuyor. Her halükarda yeni anlaşmanın şartlarını tarihte ilk kez Ankara belirleyecek. Küresel krizin ortasında olmamıza rağmen IMF ile bu kadar rahat pazarlık yapılmasında ekonomide alınan mesafe etkili oluyor. Hükümet artık Ar-Ge teşviklerine ağırlık verecek. Reel kesimin taleplerini ön plana çıkaracak. Yeni dönemde küçük ve orta ölçekli işletmeler ve sanayi merkezli politikalar üretecek. Kabul etmek gerekir ki, dünyanın bu kadar sarsıldığı, kaynakların kıt olduğu, ekonominin üzerine siyasi belirsizlik şalının atıldığı bir ortamda bu politikalar önemlidir. En önemlisi de hepimiz her ağzımızı açtığımızda 'reformlardan' bahsederiz. Ancak aslında reform demek kısaca hükümetlerden bir 'kaynak' talep etmek anlamına gelir. Yani reformların maliyeti vardır. O halde kabul edelim ki, hükümetin kalkınma hamlesini harekete geçirmek üzere yeni bir mimari ve bunun finansman kaynaklarına ihtiyacı vardır. Mayıs ayının başı itibarıyla hükümetin Avrupa Birliği (AB)'ne de sunduğu Orta Vadeli Mali Çerçeve tam da böyle bir ortamda devreye girdi. Yeni programda özel-sektör ile kamu sektörü arasında piyasa uyumlu bir sinerji öngörülüyor. Küresel ısınmada Türkiye'nin gıda güvenliğini, bölgeler arası gelişmişlik farkını, fukaralığı, terör illetini de dikkate alarak hükümet GAP projesini ivmelendirdi. Bize göre böylece 2001 yılından beri sürdürülen IMF programından fiilen çıkılmıştır. IMF ile yine bir anlaşma yapılacaktır. Türkiye'nin uluslararası platformdaki kredibilitesi korunmuş olacağından bu anlaşma yapılmalıdır da. Ancak bu sefer şartları IMF değil, Türkiye koymaktadır. Zira program yerli olacaktır ve bizim için oluşturulacaktır. Hedef üretim, gelir dağılımı adaleti, rekabetçi üstünlüklerin geliştirilmesidir. Zaten hükümetin yeni bir kalkınma mimarisinin gereği konusunda IMF'yi başarıyla ikna ettiği görülüyor. Bu yüzden 7. Gözden Geçirme imzalanmış, 3,6 milyar dolarlık son kredi dilimi de serbest bırakılmıştır. Hükümet harcamaların finanse edilmesi için Faiz Dışı Fazla (FDF) hedefini düşürdüğünü açıkladı. Önceleri IMF ile GSYH'nin yüzde 6,5'i olarak anlaşılan hedef önce 4,5, ardından da 3,5 seviyesine çekildi. İşsizlik Fonu'nda biriken kaynaklardan da faydalanarak yeni kalkınma hamlesi için kaynak oluşturulmuş oldu. Bu kaynaklar toplamda 7-8 milyar YTL kadar bir büyüklüğe ulaşıyor. Bazıları, bu uygulamayı hükümetin mali disiplinden saptığı şeklinde değerlendirerek adeta 'tutmayacak enflasyonun sorumlusu' olarak peşinen ilan etmeye kalkıştı. Açıkçası Merkez Bankası (MB) da aşırı strese girdi, gereğinden fazla rol aldı. Bu doğru değil. Enflasyon zaten ne yapsanız da tutmayacak. Bari başka işleri yarım bırakmayalım. 'Başka işten' kasıt öncelikle hiç olmazsa makul bir büyüme. Bizde Merkez'e sadece fiyat istikrarı görevi verilmiş, çok sıkıştığında 'büyüme umrumda değil' diyebiliyor. Yarın: Türkiye güvenli bir limandı, siyasi riskler vurdu Ekonomideki daralma ve cari açığa dikkat! Ekonomideki daralma ve cari açığa dikkat! Türkiye'nin en yumuşak karnı olan cari açıkla ilgili en hayati verileri, Merkez Bankası'nın 2007 yılının 4. Ödemeler Dengesi Raporu'nda tabloda görüldüğü gibi veriliyor. Önce makul gelişmeleri okuyalım. Sonra endişeleri ele alalım. Türkiye'nin hangi rakamlarla krize girdiği 2000 yılı verilerinden takip edilebilir. Bu verileri 2007 yılı ile mukayese edince 'cari açık neden krize sebep olmuyor?' sorusunun cevabı çıkıyor. Yüzde 70 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı hem daha iyi, hem yeterli. İhracattan elde edilen gelirlerin kısa vadeli dış borç stoku, ana para ve faiz ödemelerinden oluşan dış borç servisini ödeme kapasitesi en yüksek seviyesine ulaşmış. Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli borcu, finansman ihtiyacını ve cari açığı ödeme kapasitesi bir hayli iyi durumda. Ancak başka sorunlar, yapılacak çok iş var. Her şeyden önce 2008'de ivmesi artan enerji ve gıda fiyatlarına paralel olarak cari açık ocak-mart döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 30,3 artarak 12 milyar dolara yükseldi. Bunun finansman kalitesi de küresel ve içerideki şartlara paralel olarak bozuluyor. Cari açıkta daha yılın başında hedef 50 milyar dolar ilan edildi. Yani yüzde 32'lik artış öngörülüyor. Cari açıktaki artış oranı yeniden yükselme eğilimine girdi. Üstelik ekonominin göreceli olarak daraldığı bir ortamda. Talihsizlik işte. Bu hesapta yoktu. Ancak nedeni belli ve kısa vadede yapacak bir şey yok. İkinci büyük revizyon enflasyon hedefinde yılın daha başında geldi. Enflasyonla mücadele küresel sorunlara takıldığından hedefler son iki senedir tutmuyor. İki sene daha da tutmayacak gibi. Bu şartlar altında mecburen bir süreliğine büyüme yüzde 4'ler civarında kalacak. İçeride ve dışarıda belirsizlik ve olumsuzluk hakim. Ancak hayat devam ediyor. Türkiye'nin bu noktada 'yeni bir hikâyeye', 'yeni bir heyecana', 'ufka ve vizyona' ihtiyacı var. Bahsedilen sorunların hepsinin çözümü, üretim odaklı bir kalkınma hamlesinin başlatılıp, uzun vadeli bir emekle, istikrar içinde sürdürülmesini gerektiriyor. İşte hükümet bu doğrultuda düğmeye bastı. Kalkınma hamlesinde yeni bir aşama başladı. Ancak şiddetle istikrara ihtiyacımız var. İstikrar ise şimdilik uzak. Birileri 'aman istikrar bozulmasın' diye başını giyotine uzatırken, birileri adeta 'istikrar bozulmadan asla' der gibi, elinden geleni ardına koymuyor. İstikrarı bozanlar belli. Milleti içine sindiremeyenler! Özgürlüğü, demokrasiyi, zenginleşmeyi, ayaklarının üzerinde durabilmeyi kendi varlık alanlarına tehdit olarak görenlerin hukuku ideolojik manivelaya çevirmesi, terör dahil her türlü kaba kuvvete ve şiddete başvurması, ülkenin geleceğini tehdit ediyor. Son günlerde tüketici güven endeksi düşmeye devam ediyor. İç talep bir hayli daralmış, sanayi üretimi iyice ivme kaybetti. Büyüme bir hayli yavaşlayacak gibi. Bu gidişle aslan gibi bir de durgunluğumuz olur. Ne cari açık ne de enflasyon makul düzeye çekilir. MB yönetimi bu üç sonucu birden üstlenmeye hazır mı? Bu açıdan bakınca aslında hükümetin de enflasyonist olmayacak bir yöntemle MB'nin sürekli faize sarılan bu daraltıcı tavrını dengeleyici davranışlara yöneldiğini ve bunun isabetli bir durum olduğunu ifade etmek gerekiyor. Hükümet harcamaları para basarak ve borçlanarak yapmayacak. Yani kimse 'enflasyonla kaynak oluşturuyor' filan değil. Var olan kaynakların kullanımındaki bileşim, kalkınma ve halk için yeniden düzenleniyor, hepsi bu kadar. Faiz dışı fazla (FDF) hedefi azaltılarak elde edilen kaynaklarla yatırımlara, eğitime, altyapıya yer verilmesi konusunda 22 Temmuz seçimlerinden beri bütün partiler arasında bir vaat yarışı vardı. Hükümetin sadece bütçe açığı rakamları değil, aynı zamanda borç stokunu düşürme, özelleştirme uygulamalarına devam etmek gibi son derece sağlam bir çerçevesi de bulunuyor. Nitekim FDF hedefi düşürülürken, bütçe açığı 2007 yılında yüzde 1,6'dan 2008'de 1,4'e çekildi. Yani mali disiplinde bir sorumsuzluk yok. 2008 yılı da dahil olmak üzere, Türkiye'nin 2011'e kadar olan üç senede 'enflasyonu tek hanede tutmak ve yüzde 4-5 civarındaki bir büyüme kaydetmek' hedefine sadık kalması gerekiyor. Ancak iç ve dış ortamın düzelmesiyle beraber hızla yüksek büyüme patikasına geri dönebilmesi için reformların ilerlemiş ve üretim ekonomisinin önü açılmış olmalı. Yoksa işsizlik ve gelir dağılımında yaşanacak bozulmaya ilaveten kamu borcunu düşürme hedefi de sekteye uğrar. Zira borçların düşmesi büyümeye, faiz dışı fazla hedefine ve reel faizlere bağlıdır. Büyümenin ve FDF'nin düşürülmesi ile reel faizlerin artacak olması, borcun düşmesini engelleyen risk unsurlarıdır. Reel faizlerin artacak olmasının bir nedeni de Türkiye'nin artan risklilik algılamasıdır. Bunun için IMF ile bir program sonrası gözetim anlaşması ve AB reform sürecine sahip çıkılması önemlidir. Bu şartlar altında birkaç senelik bir maliyetten sonra Türkiye, yoluna dolu dizgin devam edecek gibidir. |