Özel Esaslara alınma tehdidi ile yapılan tarhiyatların hukuki durumu |
05 Eylül 2015 | |
1.Genel Olarak Sahte Belge ve Muhteviyatı İtibarıyla Yanıltıcı Belge Kavramı Malum olduğu üzere 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, vergisel işlemler bakımından idari ve/veya mali nitelikli suçlar/kabahatler yanında hürriyeti bağlayıcı cezaları gerektiren ceza hukuku anlamındaki suç ve cezaları da düzenlemektedir. Uygulamada en sık karşılaşılan vergi suçları ise "kaçakçılık suçları" olarak adlandırılmaktadır. Vergi Usul Kanunu'nun 359. maddesinde düzenlenen kaçakçılık suçları içerisinde en önemli yeri hiç şüphe yok ki 1. fıkranın (a) bendinde düzenlenen muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanma ve düzenleme suçları ile (b) bendinde düzenlenen sahte belge kullanma ve düzenleme suçları oluşturmaktadır. 4369 sayılı Kanundan önce, aynı bentte birlikte düzenlenen muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek veya kullanmak fiili ile sahte belge düzenlemek veya kullanmak fiili aynı cezayı gerektirmekte iken; adı geçen Kanunla yapılan değişiklikten sonra, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme veya kullanmanın farklı, sahte belge düzenleme veya kullanma fiilinin farklı sürelerde hapis cezası ile cezalandırılması öngörülmüştür 1 . Bunun doğal sonucu olarak ilk defa muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge ile sahte belgeden neyin kastedildiğine de kanunda yer verilmiştir. 5728 sayılı Kanunla değişik 359. maddede muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek veya kullanmak suçunun cezası 18 aydan 3 yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüştür. İlgili bendin devamında muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin tanımına yer verilmiş olup, Kanuna göre, gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir. Maliye Bakanlığı tarafından 84 Seri No'lu KDV Genel Tebliği'nde, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin daha kapsamlı bir tanımına da yer verilmiştir.
Tebliğ'in ilgili bölümüne göre;
Yine 359. maddenin ilk fıkrasının (b) bendinde sahte belge düzenlemek veya kullanmak suçuna yer verilerek, suç karşılığı öngörülen ceza kanun koyucu tarafından 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olarak tayin edilmiştir. İlgili bendin tanımıyla, gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir. Bu itibarla; bir mal hareketi veya hizmet ifası söz konusu olmaksızın düzenlenen belgeler sahte belge olarak kabul edilecektir 2 . Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme veya kullanma ile sahte belge düzenleme veya kullanma fiillerini işleyen mükellefler, sadece yukarıda yer verilen hürriyeti bağlayıcı cezalar ile karşılaşmamaktadırlar. Vergi kaçırdığı, yapılan ihbarlar, vergi incelemeleri, karşıt incelemeler, vergi idareleri tarafından yapılan risk analizleri vb. yollarla tespit edilen mükellefler, re'sen ve/veya ikmalen tarhiyatlar ile karşılaşacak, ayrıca Vergi Usul Kanunu'nun 344. maddesine istinaden tarh edilen verginin üç katı tutarında da vergi ziyaı cezası ödemek durumunda kalacaklardır. Hemen belirtmek gerekir ki; tek bir fiil ile işlenen suç karşılığında birden fazla cezai müeyyide uygulanması, ceza hukukunun evrensel ilkeleri bağdaşmamaktadır. Bir suç karşılığı öngörülen cezanın tek olması asli kural olmakla birlikte, vergisel suçlar açısından, mali nitelikli cezalar yanında hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi yoluna da gidilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik hale gelen kararlarında, bu gibi durumlarda, kanun koyucunun, mali nitelikli ceza ile hürriyet bağlayıcı ceza arasında bir tercih yaparak iki ceza birden uygulanması şeklindeki mevzuat hükümlerini revize etmesi gerekmektedir 3 Ancak makalenin konusunu teşkil etmemesinden ötürü bu hususa ilişkin olarak ayrıntılı açıklamalar yapmaktan kaçınıyoruz.
2.Özel Esaslar Uygulaması 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu, yapısı itibariyle vergiden indirim düzenlemesine yer vermiştir. Buna göre, mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak ve yine bu Kanunda belirlenen vergileri indirebilirler. Katma değer vergisinin bu yapısı, bugün, vergi kaçırmak yoluyla gelir elde etmeyi amaçlayan yahut ödemesi gereken vergiyi düşürmek amacıyla haksız indirim yolları arayan birçok mükellef tarafından adeta bir cazibe merkezi oluşturmaktadır. Tabii ki vergiden kaçınmak amacıyla, mevzuatın öngördüğü şekli ile ve yine mevzuatın tanıdığı imkanları kullanan mükellefleri, vergi kaçıran mükelleflerden ayırmak gerekmektedir. Hal böyle iken, Maliye Bakanlığı, iadesi gereken KDV tutarlarının gerçek olup olmadığının tespit edilmesi bakımından yoğun çabalar sarf etmektedir. Bilhassa vergi incelemeleri yoluyla, haksız iadelerin önüne geçmek arzusunda olan Bakanlık, vergi kaçırmanın önüne geçmek için çeşitli düzenlemeler yapma yoluna sıklıkla gitmektedir. Hiç şüphe yok ki mükelleflerin en çok korktuğu ve caydırıcı etkisi olan uygulama "özel esaslar" uygulamasıdır. 26.04.2014 tarih ve 28983 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak 01.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren Katma Değer Vergisi Uygulama Genel Tebliği ile özel esaslar uygulaması ayrıntıları ile düzenlenmiştir. Tebliğ'in ilgili bölümüne göre, "3065 sayılı Kanunun 9, 11, 29 ve 32'nci maddeleri ile iadeye ilişkin hükümler içeren diğer maddelerinde, nihai aşamada vergiden istisna edilen işlemler nedeniyle gerçek bir mal veya hizmet hareketine dayalı ve dayandığı işlemi mahiyet ve miktar itibarıyla doğru olarak yansıtan belgelere istinaden yüklenilen ve indirim yoluyla telafi edilemeyen KDV'nin iadesi öngörülmektedir. Mükelleflerin gerçekte yüklendikleri ve indirim yoluyla gideremedikleri KDV tutarlarının iadesini temin amacıyla, hiç yüklenilmediği halde sahte belge veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belgeye dayalı olarak indirim hesaplarına alınan ve indirim yoluyla giderilemediği için de iadesi talep edilen KDV olarak gösterilen tutarların iadesinin önlenmesi gerekmektedir. Sahte belge veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belgeye dayalı indirilecek KDV tutarlarının aynı zamanda KDV'nin katma değerden vergi alma işlevini de bozduğu ve gerçekte vergilenmesi gereken katma değeri vergi dışı bıraktığı da tabiidir. Bu nedenle, Tebliğin bu bölümü 3065 sayılı Kanunun 9, 11, 29, 32 ve iadeyi düzenleyen diğer maddelerinde yer alan yetkilere istinaden, gerçekte iadesi gereken KDV'nin tespitine yönelik olarak düzenlenmiştir." Tebliğ'in "E. Özel Esaslar" başlıklı bölümünün "1.3. Özel Esaslara Tabi Mükellefler" başlıklı bölümünde, hangi mükelleflerin özel esaslar uygulaması ile karşı karşıya kalacaklarına yer verilmiştir. Buna göre; haklarında, düzenledikleri veya kullandıkları belgelerin gerçek duruma aykırı olduğuna ilişkin delil ve karineleri içeren rapor veya tespit bulunan aşağıdaki mükellefler iade taleplerinin yerine getirilmesi bakımından özel esaslara tabidir:
Haklarında "olumsuz rapor" veya "olumsuz tespit" bulunan mükelleflerin iade taleplerinin bulunmaması; bunlardan doğrudan mal ve/veya hizmet alan mükellefler ile bu kapsamdaki mükelleflerden haklarında "sahte belge veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme olumsuz raporu" veya "sahte belge veya muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenleme olumsuz tespiti" bulunanların raporun ait olduğu dönemdeki ortakları, kanuni temsilcileri, bunların kurdukları veya ortak oldukları mükellefler ile kanuni temsilcisi oldukları mükelleflerin iade taleplerinde özel esaslar uygulanmasına engel teşkil etmez. Özel esaslara alınan mükelleflerin ticari yaşamlarının ne denli olumsuz etkilendiği, gerek vergi idaresi ve gerekse de ilişki içinde bulunduğu kişiler karşısında ne tür sonuçlar ile karşı karşıya kalacakları izahtan varestedir. Bu sebeple, gelir idaresi, mükellefleri kod listelerine almadan evvel, mükellef hakkındaki olumsuz tespitlerin objektif, şüpheden uzak, hukuken geçerli delillere dayalı olduğu noktasında doğru ve güvenilir işlemler yapmalıdır. Aksi uygulamaların, vergi mükelleflerini haksız olarak zan altına bırakmak olacağı muhakkaktır.
3.Özel Esaslara Alınma Tehdidi Uygulaması Türk vergi sisteminde genel olarak vergilendirme beyan esasına göre yapılır. Vergilendirmenin beyan esasına dayanmakta olması, beyan edilen verginin doğruluğunun saptanması ihtiyacını da beraberinde getirir 4 . İşte kanun koyucu, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunun tespiti ve Hazine'nin aşınmasının önlenmesi adına kanunla birtakım düzenlemeler yapma yoluna gitmiştir. Bu yolların tamamına genel olarak "vergi denetim yolları" denilebilir. Vergi denetimleri içerisindeki en etkili yol hiç şüphe yok ki Vergi Usul Kanunu'nun 134 vd. hükümlerinde düzenlenen vergi incelemesi yoludur. 134. maddenin ilk fıkrası uyarınca vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır. Vergi incelemesine yetkili olanlarca, mevzuat tarafından belirlenen hükümlere riayet edilmesi kaydıyla yapılan incelemeler, vergi kayıp ve kaçaklarının önüne geçmek adına ülkemizde en sık uygulanan denetim yoludur. Burada inceleme elemanları, Vergi Usul Kanunu'nda yemin hariç her türlü delile cevaz verildiğinden, bu hüküm dairesinde, ödenmesi gereken vergileri gerçeğe en yakın şekilde tespit etmek külfeti altındadırlar. Sıradan çaba sarf edilerek yapılan incelemelerin, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu tespit etmek yahut re'sen veya ikmalen tarhiyat yapmak bakımından kabul edilebilir olmadığı ise yüksek yargının kararları ile de hüküm altına alındığı üzere mümkün değildir. Vergi incelemesinin amacının, sonuçta vergi yasalarına göre ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunun araştırılması ve tespitinin, araştırma yönteminde hiçbir sınır tanımaksızın her türlü şekilde olduğu anlaşılmalıdır. Nitekim yasa değişikliğinin gerekçesinde "modern vergi inceleme anlayışı, defter ve belge ile kısıtlı olmaksızın vergiyi doğuran olayın gerçek mahiyetini tespite matuf bilcümle araştırma, karşılaştırma ve iktisadi gerekçeleri nazara alma ve bu olayın tespitinde her türlü delilleri değerlendirme gibi geniş bir muhteva kazanmıştır." denilerek vergi incelemesinin amacı gerekçede daha da açıklığa kavuşturulmuştur. Vergi incelemesinin amacı olarak ifade edilen ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu sağlamak, sadece devletin lehine olan konuların araştırılması biçiminde algılanmamalıdır 5 . Amaç doğruluğu sağlamak olduğuna göre, yükümlünün lehine olan hususları da araştırıp tespit etmek vergi incelemesinin amaçları arasındadır 6 Hal böyle olmakla birlikte, bilhassa son dönemde, uygulamada kod listesi olarak adlandırılan Olumsuz Mükellefler Listesi'nin bir hayli uzun olması, vergi idaresini, kolay yoldan tarhiyat yapılması yoluna itmektedir. Ancak bu durum, hukuken kabul edilebilir olmayan uygulamaların da gün yüzüne çıkmasına sebebiyet vermektedir. Vergi daireleri tarafından yapılan ve düzenleyici mükellefler hakkındaki inceleme ve tespitler neticesinde tanzim edilen vergi tekniği raporlarında isimleri geçen ve hakkında inceleme yapılan bu mükelleften aldığı sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltı belgeleri defter ve kayıtlarına geçirmek suretiyle kullandıkları iddia olunan mükellefler, kod listesine alınma tehdidi ile düzeltme beyannamesi vermeye zorlanmaktadırlar. Vergi daireleri tarafından mükelleflere, "Bilgi Verme" konu başlığı ile gönderilen yazılarda, sahte ve/veya muhteviyatı itibariyle yanıltı belge kullanılmasına ilişkin mükellef hakkında olumsuz tespit yapıldığı, olumsuz tespitin düzenleyici mükellefler hakkındaki incelemelere dayalı olduğu, verilen süre içerisinde belgelerin sahte olmadıklarının ispat edilmesi yahut belgelerin ait olduğu dönem beyannamelerinin düzeltilmesi gerektiği, aksi halde mükellef hakkında özel esaslar uygulanacağı söylenmektedir. Bu yazıları tebliğ alan mükellefler ise genellikle düzeltme beyannamesi yolu ile ilgili faturaları kayıtlarından çıkarma yoluna gitmekte ve bir kat vergi ziyaı cezalı vergi tarhiyatları ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Ne var ki yukarıda da ifade olunduğu üzere, bir mükellefin kullandığı faturaların sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olup olmadıklarının, mevzuatta belirlenen şekli ile ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta tespiti yapılmadan, salt düzenleyici mükelleflere ilişkin tespitlere dayalı olarak kullanıcı mükellefleri böyle bir tehdit ile karşı karşıya bırakmak hukuka uyarlılık göstermemektedir. Vergi Usul Kanunu m.3/B uyarınca, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır. Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. İlgili hüküm ve Danıştay'ın yerleşik içtihatlarıyla da sabit olduğu üzere vergilendirme işlemi yapılırken Kanuna uygun olarak biçimlendirilen muamelelerin, bu biçimselliğinin ötesine geçilmesi ve muamelenin tarafları arasında oluşan maddi ve hukuki ilişkinin gerçek mahiyetinin araştırılması gerekmektedir. Ayrıca yemin hariç her türlü delile cevaz verildiğinden tarafların ikrarı, vergiyi doğuran olayla ilişkisi tabi ve açık bulunan tanık ifadesi, muamelenin taraflarının ekonomik ve ticari konumları, alım satım konusuna ilişkin ödemelerin ne suretle gerçekleştirildiği gibi tespitler de yapılabilir. Bu tespitler neticesinde gerçek durumun hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde yansıtılması gerekir. Aksi uygulamaların, mevzuat hükümleri karşısında kabul edilebilir olmadığı ortadadır. Nitekim bir Danıştay kararında 7 , "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 73. maddesinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulup değiştirileceği veya kaldırılacağı kuralına yer verilmiştir. Yetkileri ve tüm eylem ve işlemleri kanunda belirlenmiş vergi idaresine tüm olasılıkların önceden kestirilememesi nedeniyle giderek daha geniş yetkiler verilmekteyse de, idare bu yetkisini kullanırken hukukun genel ilkelerini, Anayasa ve kanunların özünü ve ruhunu, yargı içtihatlarını ve idari gelenekleri dikkate almak durumundadır. Hukukun üstünlüğü için kanunların varlığı yeterli değildir, o kanunların adalete ve hakkaniyete de uygun olması gerekir. Vergilendirme yetkisinin temel hak ve özgürlüklerle olan yakın ilgisi nedeniyle, bireylerin devlet müdahalelerinden önceden haberdar olması ve geleceğe ilişkin planlarını buna göre yapabilmeleri hukuk güvenliğinin bir gereğidir. İdare hukukunda özel hukuktan farklı olarak idarenin tek taraflı irade beyanı hukuki sonuç doğurmaya yeterli olsa da, vergi beyannamesi vermek gibi, mükelleflerin özgür irade beyanı üzerine vergi tarh ve tahakkuk ettirilmesi gibi idari işlemlerin tesis edildiği durumlarda bu irade beyanlarının her türlü sakatlıktan, iradeyi bozucu etkenlerden uzak olarak oluşması gerektiği açıktır. İrade beyanını sakatlayıcı durumların söz konusu olması halinde bu beyana dayanılarak tesis edilen idari işlemin hukuka uygun olduğundan söz edilemez." diyerek, yukarıda izah edilen hususları açıklığa kavuşturmuştur. Vergi daireleri tarafından mükelleflerin, kod listesine alınma tehdidi ile düzeltme beyannamesi vermelerinin sağlanması ve bu beyanlara ilişkin olarak yapılan tarhiyatların ve kesilen cezaların, yukarıdaki açıklamalara istinaden hukuka uyarlılık göstermediği, gerek ilk derece mahkemeleri ve gerekse de Yüksek Mahkeme tarafından verilen ve müstakar hale gelen kararlar ile hüküm altına alınmıştır. Nitekim Danıştay tarafından verilen bir diğer kararla 8 , düzenlenen faturaların sahte olduğu yolunda somut ve hukuken geçerli tespitler bulunmadan kod listesinde yer aldıklarından bahisle söz konusu firmaların düzenledikleri faturaların sahte kabul edilmesinde hukuki isabet görmeyen, bu faturalara ilişkin katma değer vergisi beyanlarının düzeltilmesinin istenilmesi sonucu ihtirazi kayıtla verilen düzeltme beyannamesi üzerinden tahakkuk ettirilen katma değer vergisi, damga vergisi ve hesaplanan gecikme faizi ile kesilen vergi ziyaı cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle davayı kabul eden İstanbul 6. Vergi Mahkemesinin 25.05.2010 tarih ve E:2009/3058 ve K:2010/1506 sayılı kararı onanmıştır. Konuyla alakalı olarak bir diğer yargı sürecinin irdelenmesinde de fayda görüyoruz. İstanbul 2. Vergi Mahkemesi, 30.07.2010 gün, 2010/371 E. ve 2010/2427 K. sayılı kararında aynı konu ile ilgili olarak açılan davada, "' davacı hakkında usulüne uygun biçimde vergi incelemesi yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan baskı ile verdirilen düzeltme beyannameleri üzerine uyuşmazlık konusu dönemler için tahakkuk ettirilen vergi ve cezalarda hukuka uyarlılık bulunmamaktadır." hükmüne varmıştır. Bu karar Danıştay 9. Dairesi'nin 05. 12.2012 gün, E: 2010/11282 ve K: 2012/ 8192 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Anlaşılacağı üzere, Vergi Usul Kanunu'nun 134 vd. hükümlerine riayet edilmek suretiyle yapılması icap eden vergi incelemelerine dayanmadan, salt, hakkında sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltı belge kullandığı yolunda olumsuz tespit bulunulduğu iddiası ile mükellefleri düzeltme beyannamesi vermeye zorlayarak yapılan tarhiyatlar ile kesilen cezalarda hukuka uyarlılık bulunmamaktadır.
4.Çözüm Önerisi Yukarıda da ifade olunduğu üzere, Türk vergi sisteminde genel vergileme şekli beyana dayalı vergileme olup, vergi matrahı mükellef tarafından hesaplanmalı ve bildirilmelidir. Ancak vergi matrahının tespiti veya vergileme ile ilgili diğer hususlarda mükellef ile vergi idaresi arasında yorum ve yaklaşım farklılığı olan durumlar özellik arz eder 9 . 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 378. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, "Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur." Beyanname verilmesi mükellef açısından zorunlu bir husustur. Ancak kendi beyanına karşı mükellef hem dava açamayacak olup hem de yorum farklılığı olan konuda beyanname vermeye zorlanırsa, bu durum, hukuki güvenlik ilkesi ile uyum göstermeyecektir. Mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh eden vergilere karşı dava açamayacakları kuralına yer verilmiş olmakla birlikte, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu m.27/IV hükmü dikkate alındığında, bu kuralın bir istisnasına yer verilmiş olduğu görülecektir. "İhtirazi kayıtla beyan" olarak adlandırılabilecek bu istisnaya göre, ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı da dava açılabilecektir. Daha açık bir anlatımla, beyanname verilen dönem için mükelleflerin daha sonra ilk beyan ettikleri bilgileri değiştiren ikinci bir beyanname (düzeltme beyannamesi) vermeleri ve bu ikinci beyannameye ihtirazi kayıt koyarak dava açma haklarını saklı tutmaları mevzuat tarafından mükelleflere tanınmış bir haktır. Vergi daireleri tarafından, mükellef hakkında herhangi bir vergi incelemesi yapılmadan olumsuz tespit olduğu yolunda gönderilen ihtarnameler üzerine mükellefler, ilgili belgelerin sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olmadığı durumlarda, ihtirazi kayıtla düzeltme beyannamesi vermek ve bu beyan üzerine tahakkuk eden verginin terkini için yargı yolunu seçmek hakkına sahiptirler. Yukarıda yer verilen kararlarda da görüleceği üzere, vergi yargısı organlarınca bu durumlarda davaların kabulüne karar verilmekle tahakkukların terkinine hükmedilmektedir. İlgili kararların gerekçelerinde genel olarak şu hususa yer verilmektedir: "... Davacının aleyhine olan bu durumun kendi iradesiyle ortaya çıktığı iddia edilse de ticari hayatın olağan koşulları altında bir yükümlünün bu yönde bir eylemde bulunması olağan sayılamayacağından davacının verdiği ikinci beyannamenin özgür iradeyle oluştuğundan söz edilemez. Davalı idarece, davacının indirim veya iade konusu yaptığı bazı faturaların sahte olduğunun ileri sürüldüğü durumlarda, bu hususun 213 sayılı Yasa'nın 134. maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde vergi incelemesine konu yapılarak açıkça ortaya konulması gerekmektedir. Olayda ise davalı idarece 213 sayılı Yasa'da belirtilen tarhiyat şekilleri ve vergi incelemesine ilişkin hükümler göz ardı edilmiş olup, davacının kod listesine girmemek amacıyla düzeltme beyannamesi vermek durumunda bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı hakkında bir inceleme yapılmadan ve kullandığı faturaların gerçek olup olmadığı, kendisi ve fatura düzenleyicileri hakkında her yönüyle incelenerek ortaya konulmadan, kod listesine girmemek amacıyla verilen düzeltme beyannameleri üzerine yapılan tahakkukta ve kesilen vergi ziyaı cezasında yasal isabet bulunmamaktadır." 10 Vergi mükellefi olmak, sadece belli sorumluluklar altına girmek anlamı taşımamakta olup, belli hakların da kullanımı bakımından hak sahibi olmak manasına gelmektedir. Makale içeriğinde izah edilen hususlar ile karşılaşan mükelleflerin, mevcut ve muhtemel haklarının neler olduğunu bilerek hareket etmeleri, vergi idarelerinin mevzuat hükümlerinin aksi uygulamaları terk etmeleri, bilhassa yüksek yargının müstakar hale gelmiş kararlarını yaptıkları işlemlerde referans olarak kullanmaları, vergi barışını ve vergi adaletini tesis etmek bakımından önem arz etmektedir. Oğuzhan Aslan/Lebib Yakın Yayımları
Kaynakça
----------o----------
Bu makalede yer alan açıklamalar, yazarının konu hakkındaki kişisel görüşünü yansıtmaktadır. Makaledeki bilgi ve açıklamalardan dolayı Özdoğrular smmm ltd. şti./Mehmet Özdoğru ve/veya ozdogrular.com./com.tr' ye sorumluluk iddiasında bulunulamaz. Mevzuatın sık değiştirilen ve farklı anlayışlarla yorumlanabilen yapısı nedeniyle, herhangi bir konuda uygulama yapılmadan önce konunun uzmanlarından profesyonel yardım alınmasını tavsiye ederiz.
|