Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Dr. Yusuf İLERİ - Kanuni temsilciliğin sona ermesi vergi borcundan kurtuluş mu? (11.06.08) PDF Yazdır e-Posta
11 Haziran 2008

Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.     

TBMM'nin gündeminde 6183 sayılı AATUHK'de değişiklikler yapan bir kanun tasarısı var. Tasarının 4'üncü maddesiyle 6183 sayılı kanunun "kanuni temsilcilerin sorumlulukları" başlıklı mükerrer 35'inci maddesindeki "amme alacakları" ibaresinin, "bu kanunun 1'inci ve 2'nci maddesi kapsamına giren amme alacakları" ibaresi ile değiştirilerek bu maddenin "vergi ve bağlı alacaklara" da uygulanmasına imkan sağlanıyor.

Maddede yapılan bir değişiklik de kanuni temsilci vasfı kaybetmiş veya sona ermiş olan önceki temsilcilere bazı durumlarda "müteselsil sorumluluk" getirilmesidir. Bizim de inceleyeceğimiz esas konu budur. Maddeye eklenecek bir fıkra ile "Alacağın doğduğu ve ödenmesi gereken zamanda kanuni temsilcilerin farklı şahıslar olması halinde, bu şahıslar amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur" denmek suretiyle alacağın gerçekleştiği sırada temsilci olan şahısların bu verginin Hazine'ye intikaline kadar yeni temsilcilerle beraber sorumlu tutulacaklardır. Yani şayet vergi borcu ödenmemiş ise vergi idaresi, eski temsilcinin beyanname vermek ve imzalamak, şirket kasasında para çekmek, bankada işlem yapmak yetkisinin sona erip ermediğine bakmayacak, bu hiçbir yetkisi kalmamış eski temsilci hakkında da cebri icra takibi başlatacaktır.

Öncelikle belirtelim ki "Alacağın doğduğu tarih" ibaresi ile neyin kast edildiği belli değildir. "Alacağın doğduğu tarihle" kastedilen beyannamenin verilmesi yani "verginin tahakkuk ettirilmesi" mi, yoksa vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği tarih midir?" Örneğin defter ve belgelerin ibraz edilmemesi halinde alacağın hangi tarihte doğduğu kabul edilecektir. Şayet kanuni temsilcilik vasfı yıl içerisinde sona ermiş ve beyanname verme sürelerinin sonunda defter ve belgeler istenmiş ise defter ve belgelerin ibraz edilmemesi nedeni ile KDV indirimlerinin reddine bağlı olarak yapılan tarhiyattan kim sorumlu tutulacak."Alacağın defter ve belgelerin ibraz edilmediği andan doğduğu mu kabul edilecek", yoksa indirimlerin reddedildiği dönemler için KDV beyannameleri verildiği halde alacağın bu dönemlerde doğduğu mu kabul edilecek?" Defter ve belge isteme talebi temsilcilik vasfı sona ermiş, yani herhangi bir yetkisi olmayan, gerçekten de iyiniyet sahibi şahsın belki de bilgisine girmemiş olacaktır. Şu halde konu yalnızca tahsilat boyutuyla değil, vergilendirme sürecine özgü hassasiyetler içeren tahsilat öncesi (tebliğ-tarh-tahakkuk) aşamalarıyla beraber ele alınmalıdır.

Aslında yapılan zaten alacaklı tahsil daireleri tarafından prensip haline getirilen bir uygulamanın yasa hükmüne dönüştürülmesidir. Ancak arada önemli bir fark bulunmaktadır: Bugüne kadarki uygulamada alacaklı tahsil dairesi öncelikle mevcut temsilci hakkında işlem yürütür, şayet mevcut temsilcilerden kamu alacağının tahsili imkanı bulamaz ve alacağın doğduğu tarihte bir başkası temsilci ise bu kişi hakkında da cebri takip işlemleri yürüttürdü. Yargıya yansıyan olaylarda yerel mahkemeler ve Danıştay "maddi olayı tespit ederek her olayın özelliğine göre ve delilleri tahlil ve takdir suretiyle" önceki temsilciyi kamu alacağının ödenmesinden sorumluluğunu kabul ya da reddederdi.

Maddeye eklenecek fıkra ile amme alacağının ödenmemesi halinde, alacağın doğduğu tarihte temsilcilik vasfı olan şahıs hakkında icra takibi işlemlerinin yürütülmesi yasal olarak yeterli bir neden olacaktır. Yani vergi idaresi kamu alacağının doğduğu tarihte temsilci vasfı olan buna karşın ödenmesi gereken zamanda bu vasfını yitiren şahıstan, ödenmeyen kamu alacağını tahsil etmeye muktedir olacaktır. Muhatap kaldığı cebri işlem sonucu ödeme yapmak zorunda kalan şahıs ise rücu için dava açmak hakkını kazanacaktır. Yani ödenen tutarı ancak dava ikame etmek suretiyle alabilme imkanına sahip olacaktır. Devlet haklı-haksız, yetkili-yetkisiz ayrımı yapmaksızın alacağını tahsil edip aradan çıkacak! Tebaa ise artık kavga, mahkeme, bir şekilde başının çaresine bakmaya çalışacak! Şayet dava açar; kusursuzluğunu ispat eder veya rücu hakkını elde ederse alacağının tahsili şirketin mal varlığının bulunmasına bağlı. Yoksa üzerine soğuk su içecek. Dönüp vergi idaresine, "borçtan sorumlu temsilci ben değilim, ben masumum, işte mahkeme kararı" demesi hiçbir şey değiştirmeyecek yani ödediği parayı geri alamayacak. Bu durumda borçtan sorumlu olan temsilcinin tespiti ve bu kişiye rücu edilip edilemeyeceği de yeni bir sorun olarak yargıya taşınacak.

Kamu alacağının tahsilinde amaç, kamu düzeninin sağlanmasıdır. Kamu alacakları ile kamu hizmetleri arasındaki yakın ilişki dolayısıyla tahsilinde öncelikli ve imtiyazlı alacaklar olarak göz önüne alınmasını gerektirmiştir. Ancak kamu alacaklarına tanınacak bu yeni imtiyaz, kamunun fertleri arasında ihtilafa elverişli ortam yaratacak bir görünüm sunmaktadır.

http://www.dunyagazetesi.com.tr/haber.asp?id=11839&cDate=