Adnan NAS - Devletin ve toplumun vergisi (17.06.08) |
17 Haziran 2008 | |
Değişimin etkilediği alanlardan biri de devlet ile birey (vatandaş) ve oradan hareketle devlet ile toplum ilişkisidir. Ekonomik gelişmenin hızlandığı dönemlerde daha az duyduğumuz geleneksel "devlet baba" referansı bir yana bırakılırsa, devlet ile vatandaş (ya da toplum) birbirinden ayrı ve genelde rakip konumda algılanır; birinin lehine olanın, diğerinin gücünü ve hareket alanını sınırladığına yani aleyhine sonuç verdiğine inanılır. Bu kutuplaşmanın en keskin bir şekilde ortaya çıktığı konulardan biri de vergi sistemi ve uygulamasıdır. Vergide çıkar birliği var Gerçekten de prensip olarak devletin daha fazla vergi almak, toplumun da daha az vergi ödemek istediği için aralarında çıkar zıtlaşması olduğu varsayılır. Oysa aşağıda değineceğimiz devlet ve kamu kavramları ile ilgili kafa karıştırıcı bulanıklık bir yana, iki tarafın çıkarları arasında böyle keskin bir zıtlık olduğu kuşkuludur. Devlet vergilerin ekonomik faaliyeti yavaşlatacak ve yatırım hevesini kıracak düzeye varmasından, toplum da yetersiz vergilerin kamu hizmetlerini aksatmasından ve bütçe açığı, enflasyon ve sair şekillerde krizleri tetiklemesinden tedirgin olur, zarar görür. Vergi mükellefi olarak şirketler ve bireyler kamu yararı ortak paydasındaki bu optimal dengenin tesisi için devlet ile benzer bir sorumluluk taşımaktadır. Beyan dışında, hatta kayıtdışında kalan işlemler ve gelirler büyüdükçe vergi yükü azalmayacak, sadece bileşimi değişecek, artan dolaylı vergileri bütün toplum yüklenecektir. Bu bağlamda şirketlerin, seçmen gücünden yoksun olduğu, bu nedenle vergi sistemi ve uygulamaları karşısında korumasız bulunduğu, ancak sadece kurumlar vergisi değil, gelir vergisi stopajı, KDV ve ÖTV gibi sistemin bütün vergilerinin finansörlüğünü yaptığı unutulmamalıdır. Vergi potansiyeli ile vergi hasılatı arasındaki farkın, yani vergi açığının asgari olduğu şirketler kesimini yaşanabilir bir vergi ortamına kavuşturmak, kayıtdışılığın azaltılması, istihdam ve firma ölçeğinin büyütülmesi yönünden de gereklidir. Devlet, kamu ve toplum Devlet ile toplumun vergi konusunda yabancılaşması, başka bir kavramsal ikileme de yansır. Gelişmiş piyasa demokrasilerinde (yani sermaye piyasalarının gelişmiş olduğu ekonomilerde) kamu ile kastedilen toplum ve halktır. Bizde ise, milli gelir düzeyindeki düşüklük ve piyasa kurumlarındaki yetersizlik nedeniyle olsa gerek, asimetrik bir algılama ile kamudan devlet anlaşılır. Böyle bir algılamada toplumun ve özel teşebbüsün yararını gözeten her uygulamanın kamunun aleyhine olacağı varsayılır. Oysa kamu gerçek anlamı ile algılanabilirse toplumun ortak yararı temelinde hem devlete, hem de vergi mükellefleri olarak toplumun ilgili kesimlerine kazandıracak pek çok ortak alan ortaya çıkar. Sözgelişi istikrarlı, öngörülebilir ve basit bir vergi sistemi iki tarafın da beklentilerine uyan bir çerçevedir. İstihdam maliyetinin azaltılması ve buna karşılık kayıtlı istihdam toplamının ve dolayısıyla toplam vergi tabanının genişlemesi, firmalar arasında ortaklık ve birleşmelerin, yeniden yapılanmaların kolaylaştırılması, iş kurma, lisans alma, mülk edinme, beyanname verme gibi yükümlülüklerdeki bürokrasinin hafifletilmesi, büyümeyi ve yatırımları özendirecek ve hem kamu kesimi mali dengesini hem de şirketlerin ve yatırımcıların iş yapmasını rahatlatacaktır. Dünya Bankası araştırması Dünya Bankası'nın PwC ile birlikte yıllık olarak yaptığı "Vergi Tahsilatı:Küresel Görünüm" araştırması da bu açıdan çarpıcı bulgular içeriyor. Sözgelişi Kamerun'da şirketler için vergi beyannamesi 172 sayfayı bulurken Avusturya'da bu 17 sayfaya iniyor. Brezilya'da bir şirket vergi ödemeleri için 2600 saat harcarken İsviçre'de harcanan zaman 68 saat. Yani modern ve saydam vergi idaresi ile bürokrasi ve kırtasiyecilik arasında tam bir ters orantı var. Öte yandan mevzuatın uzunluğu ve karmaşıklığı da devlet ile mükellef arasındaki barışık ilişkiyi simgeleyen gönüllü uyumu zorlaştırıyor. Türkiye son yıllarda yatırım ortamında ve vergi sisteminde sağladığı gelişmelerle bu açıdan durumunu iyileştiriyor. Sözgelişi ilk 20 ekonomi içinde İsviçre'den sonra en kısa vergi mevzuatı bizde; ayrıca şirketlerin ödedikleri vergi sayısı bakımından da 18 vergi ile OECD ortalaması düzeyindeyiz. (Bu sayının Özbekistan'da 130 olduğunu bilmek, sanırım bir fikir verir.) Şirketlerin vergi yükümlülüğü için harcadıkları zaman açısından da OECD ortalamasının biraz üzerindeyiz (254gün). Yükselen pazarlardaki rakiplerimiz ile benzer durumdayız. Şirketlerin üzerindeki toplam vergi yükü açısından bakıldığında da (Kurumlar Vergisi, İstihdam Vergisi ve diğer vergiler) Türkiye yüzde 47 ile OECD ortalaması civarında. Bütçe imkanları elverdiğinde kaldırılması düşünülen işlem vergileri ve finans aracılık maliyetleri (BSMV, Damga Vergisi v.b) ile Türk vergi sistemi daha saydam ve efektif hale gelebilir. Ancak bunun için temel sorunlarımızı yani vergi tabanını genişletme ve vergi yükünün eşitsiz dağılımını çözmek zorundayız. Gelir vergisi reformu bu yüzden hayati önem taşıyor. |