İbrahim Öztürk - Halkın kalkınması, sistemin arınmasına bağlı (03.07.08) |
03 Temmuz 2008 | |
İdeolojik kamplaşma nedeniyle dün dediklerini unutanlara bakmayınız, Türkiye'de şeffaflığa, adalete, liyakate ve denetime dayanan çağdaş bir sistem kurmadan ne piyasa ekonomisi gelişebilir, ne dünya ile bütünleşilebilir ne de halkın refahı artar. Artık bu çağda kendisi için en iyi işi bizatihi halkın kendisi ve özgür iradesiyle yapabilir. Öyle merkezde bacak bacak üstüne atan bir avuç 'büyük biraderin' halka kader tayin etmesi devri kapandı. Özgürlük alanı daraltılan, enerjisi bastırılan bir halk ile yola devam edilmez. Zira değer üretemeyen bir sistemde fakir ve cahil kalan halklar yönetilmez. Daha kötüsü, dış telkinlere ve manipülasyonlara açık hale gelir. Bu meyanda yönetme erkini kaybeden anayasanın yerine mevcut soğuk savaş düzenini değiştirmek üzere acilen sivil bir anayasa yapılmalı, devlet aygıtı reforme edilmeli, kamu personel yasası çıkartılmalıdır. Bakın, 2001 krizinin zorlaması ve 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde halkın krizin ve antidemokratik 28 Şubat sürecinin sorumlusu olarak gördüğü siyasi kadroları tümüyle tasfiye etmesinin verdiği rahatlık ortamında birçok reform yapıldı. Denetim etkinleşti, devlet daha rasyonel hareket etmeye başladı. Sonuçta tam 25 çeyrektir soluksuz büyüyen bir ekonomimiz, borçlarını tasfiye etmiş bir kamu kesimimiz var. Borç ve bütçe açığı üretmeyen bir yapıda enflasyonumuz da 20 seneden sonra yüzde 70 bandından yüzde 10 bandının altına, tek haneye düştü. Bankacılık sistemimiz güçlendi, kredi verebilir bir yapıya kavuştu. Ancak kriz sonrasında kazanılan fırsatların sonuna gelindi. Ekonomi bir kez daha siyasi yapının yetersizliğine tosladı. Eğer yukarıda bahsedilen değişim gerçekleştirilmezse 'her şeye rağmen' direnen, yani yatırım, üretim, istihdam ve ihracata devam eden işadamı pes eder. Dünyaya açıldığı ve artık 'alemin' farkında olduğu için bu halkı kimse yerinde tutamaz. Yeni bir kriz olursa herkes kaçacak delik arar. Ne oligarşi ne de İstanbul'un büyük baronları halktan izole edilmiş yalısında, yatında, katında rahat uyuyabilir. Bu gerçeğe rağmen dar bir kesim haksız kazancını sürdürmek için acımasız bir sınıf savaşına girişmiş durumda. Her savaşın bir ahlakı var, bunlarda böyle bir standart da yok. Her yol mubah. Terör, cinayet, iftira, şantaj, cunta, darbe... Bütün hikâye bu kadar basit. Yoksa laiklik eksenindeki gündem tümüyle suni ve uydurma. Rusya meclisi Duma'da başı bağlı vekil varken, bizde zulümden kaçan başörtülü kızlar Kızıl Çin'e üniversiteye gitmeye başladı. Ayrıca bu ülkede laiklik hiç kesintiye uğramadı. Zaten halkımızın da laiklikle ilgili ne bugün ne de tarihte bir sorunu olmadı. Bu ülkenin tarihinde ülke yönetmeye kalkan mollaların tecrübesi yok. Ancak bu ülkede doğrudan ya da dolaylı olarak beş kere demokrasi kesintiye uğradı, Meclis kapatıldı, halkın iradesine el konuldu. Yani, ülkede tehdit altında olan laiklik değil, millet iradesi ve demokrasidir. Önceki gün yeni bir aşamaya gelen Ergenekon terör örgütüne, bu örgütün tezgâhladığı Sarıkız vb. 2004 yılındaki darbe girişimlerine yönelik olarak yasalar gereği Genelkurmay ile de işbirliği içinde gerçekleştirilen hamlelerin büyük bir arınmanın başlangıcı olmasını dilerim. Bu arada olaylar açığa çıktıkça CHP'yi bir telaş basıyor. Acaba CHP kendi içine de bazı çürük elmaların karışmış olmasından mı korkuyor? Hele bir CHP'linin 'bu ülkede 2002 yılından beri bir sivil darbe yapıldığını' iddia etmesi, nasıl bir haletiruhiye içinde olduklarını gösteriyor. Ülkedeki 'entelektüel mafya' gelişmeleri halktan saklamak için 'AKP ikinci döneminde laikliği hedef aldı, bu yüzden işler karıştı' diyor. Darbe planı 2004 yılında yapılmış. Kimsenin ağzında ne laiklik, ne türban var ne de bu konuda bir yasal düzenleme söz konusu. Başbakan 'mutabakat' arayışında yani. Mevzu şu, demokrasinin gelişip ekonomik refahın artmasını, Türkiye'nin bir açık toplum olup dünya ile buluşmasını kendi sonu olarak görenler, sağını solunu şaşırmış, kavramları karıştırmış, çağı sektirmiş bir şekilde halkına 'darbeci', kendine ise 'sistemin sahibi' gözüyle bakıyor. Derin bir travma, ciddi bir hastalık. Allah şifa versin. |