Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Şüpheli Hale Gelmiş Alacak İçin Hangi Dönemde Karşılık Ayrılacağı Konusunda Yaşanan Tereddütler PDF Yazdır e-Posta
08 Kasım 2020

I- GİRİŞ

Ticari veya zirai muamele ile ilgili işlemler eksiksiz ola­rak tekemmül ettiğinde kazanç elde edilmiş sayılmakta, ayrıca karşılığın tahsil edilmesi beklenilmemektedir. Ticari ve zirai kazanç ile kurum kazan­cında çok kısa zaman dilimi içerisinde çok çeşitli işlemlerin yapılması nede­niyle bu işlemler karşılığında tahsilatı ayrı ayrı takip etmenin güçlüğü anılan gelir türlerinde elde etmenin tahakkuk esasına bağlanmasını zorunlu kılmak­tadır.

Kanun koyucu ticari ve zirai kazanç ile kurum kazancında elde etmeyi tahakkuk esasına bağlamış ancak, belli şartlar altında işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceğinin kesinleşmesi veya böyle bir ihti­malin ortaya çıkması durumunda daha Önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilen fakat nihai anlamda gelir olarak doğmayan bu tutarın, doğrudan ya da karşılık ayırarak zarara intikal ettirilmesi suretiyle de vergi adaleti sağla­mıştır.

Bu düzenlemelerden biri, işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceği ihtimalinin ortaya çıkması üzerine, daha önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilmiş tutarın karşılık ayırmak suretiyle zarara aktarılma­sını sağlayan “şüpheli alacak müessesesi”dir.

Bu makalede alacakların hangi dönemde tahsili şüpheli hale geldiği ve bu alacaklara karşılık ayırma işleminin hangi dönemde gerçekleştirilebileceği açıklanmaya çalışılacaktır.

II- HUKUKİ DURUM

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Amortismanlar” başlıklı üçüncü kısmının “Alacaklarda Amortismanlar” başlıklı bölümünde düzenlenen şüpheli alacaklar, doğrudan gider kaydedilebilen değersiz alacaklardan farklı olarak, karşılık ayrılmak suretiyle giderleştirilebilmektedir. Şüpheli alacak müessesesi ile ilgili yasal düzenleme Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde yer almakta olup, söz konusu maddede; “Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;

  1. Dava veya ica safhasında bulunan alacaklar;
  2. Yapılan protestoya veya yazılı ile bir defadan fazla İstenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değme­yecek derecede küçük alacaklar;

Şüpheli alacak sayılır.

Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf de­ğerine göre pasifte karşılık ayrılabilir.

Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösteri­lir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder.

Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikle­ri dönemde kâr-zarar hesabına intikal ettirilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Karşılıklarla ilgili olarak ise Vergi Usul Kanunu’nun 288. maddesinde; “Hasıl olan veya husulü beklenen, fakat miktarı katiyetle kestirilmeyen ve teşebbüs için bir borç mahiyetini arz eden belli bazı zararları karşılamak maksadıyla hesaben ayrılan meblağlara karşılık denilir. Karşılıklar mukayyet değeriyle pasifleştirilmek suretiyle değerlendirilir. Amortisman kayıtları hakkındaki özel hükümler mahfuzdur.” hükmüne yer verilmiştir.

Kanun hükmünde de görüleceği üzere bazı safhalarda bulunan alacak­lar, karşılık ayırmak suretiyle gider yazılabilmekte ve böylece tahakkuk esa­sına göre elde edilmiş olmakla birlikte fiiliyatta elde edilmemiş olan gelirin vergilendirilmesinin önüne geçilmektedir.

Bu uygulamanın amacını, tahakkuk ettirildiği dönemde kazanca dahil edilen alacaklar tahsil edilememe riski ile karşılaştığı durumda mükellefin kasasına girmeyen gelirden vergi alınmaması şeklinde özetleyebiliriz.

Ticari ve zirai kazançta gelirin elde edilmesi tahakkuk esasına bağlan­mış olduğundan dolayı şüpheli alacak uygulaması sadece bu gelir unsuru sa­hipleri için geçerli olmaktadır.

Kanun metninde sadece alacaktan bahsedilmiş olup, bu alacağın se­netli olup olmaması konusunda bir belirleme yapılmamış olması münasebe­tiyle karşılık ayrılacak alacığın senetli alacak olup olmadığının önemi bu­lunmamaktadır(1). Her ne kadar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesi belli tutarın üzerindeki hakkın senetle ispat edilmesi gerektiği­ni belirtmekte ise de, vergi hukukunda gerçek mahiyet esas olduğundan ala­cağın satış faturası veya diğer kanıtlayıcı belgelerle ispat edilmesi halinde ayrıca alacak senedi aranmayacaktır.

A- ALACAĞIN TİCARİ VE ZİRAİ KAZANCIN ELDE EDİLMESİ VE İDAME ETTİRİLMESİ İLE İLGİLİ OLMASI

Karşılık ayrılabilmesinin birinci şartı olan “alacağın ticari ve zirai ka­zancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olması” gerektiği 213 sa­yılı Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde 2365 sayılı Kanun’un ile yapı­lan değişiklik sonucunda netlik kazanmıştır.

Bahsi geçen Kanun değişikliğinin gerekçesi aşağıdaki gibidir(2).

“Karşılık ayrılmak suretiyle, zarara intikal ettirilecek alacağın ticari ve zirai faaliyetin elde edilmesi veya idamesi ile ilgili olması, diğer bir şekil­de ifade ile alacağın daha önce hasılat hesaplana intikal ettirilmiş bulunması gerekmektedir. Buna rağmen özel alacaklarını tahsil edemeyen bazı tacirle­rin bunları ticari defterlerine ithal edip sonradan karşılık ayırmak suretiyle matrahlarını düşürdükleri görülmektedir.

Bu konudaki vergi kaybını ve ihtilafları önlemek için, karşılık ayrıla­cak alacağın ticari ve zirai kazancın elde edilmesi veya idamesi ile ilgili ol­ma şartının madde metninde sarih bir şekilde belirtilmesi uygun görülmüş­tür”

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; işletmeye ait ticari ya da zi­rai kazancın elde edilmesi ve devamlılığıyla ilgili olmayan şahsi alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılamamakta ayrıca, işletme bilançosuna ka­yıtlı olsa da şahsi kefalet ve teminatlardan doğan alacaklar(3) esas itibariyle şüpheli alacak kapsamı dışında tutulmaktadır.

B- ALACAĞIN DAVA VEYA İCRA SAFHASINDA BULUNMASI YA DA YAPILAN PROTESTOYA VEYA YAZI İLE BİR DEFADAN FAZLA İSTENİLMESİNE RAĞMEN ÖDENMEMİŞ KÜÇÜK ALACAKLAR OLMASI

Kanun metninde sadece alacaktan bahsedilmiş olup, bu alacağın se­netli olup olmaması konusunda bir belirleme yapılmamış olması münasebe­tiyle karşılık ayrılacak alacağın senetli alacak olup olmadığının önemi bu­lunmamaktadır(4).

Şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi içi aranan diğer bir şart ise ala­cağı şüpheli hale geldiğinin tespitidir. Kanun maddesinde yer alan bu düzen­lemeye göre dava ve icra safhasında bulunan alacaklar ile yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından öden­memiş bulunan dava ye icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar şüpheli alacak sayılır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na göre alacakları takibi iki şekilde olmaktadır.

- Cüz’i İcra (icra takibi)

- Külli İcra (iflas yolu ile takip)

Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde herhangi bir ayrım yapılmaksızın dava ve icra safhasında bulunan alacaklar için karşılık ayrıla­bileceği hüküm altına alınmıştır(5). Bu nedenle mükellefler alacaklısı bulundu­ğu müşterilerin iflası halinde, alacaklarını iflas masasına kaydettirmek şar­tıyla, bu alacaklarına karşılık ayırabileceklerdir. Ancak burada dikkat edil­mesi gereken husus şekli bir başvurunun alacağın şüpheli hale gelmesi için yeterli olmayacağıdır. Yani dava veya icranın ciddi olarak takip edilmesi ge­rekir. Aksi takdirde dosyanın takipten kalkması ve buna bağlı olarak da kar­şılık ayırma imkanının kaybı söz konusu olabilecektir. Yapılmakta olan icra takibi durdurularak yeni senede bağlanan alacak da şüpheli alacak niteliğini kaybeder.

Dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacakların neler olduğu konusunda madde metinde genel bir belirleme yapılmamıştır. Bu ne­denle her olay kendi içinde değerlendirilmelidir. Her bir kişi veya kurum iti­bariyle alacağın takibi için yapılması gereken avukatlık ücreti, noter ve pos­ta masrafı, yargı harcı gibi yapılacak dava ve takip masrafları alacağın mik­tarından fazla olması halinde, bu alacakların küçük alacak olarak kabul edi­leceği tabidir. Ancak tek tek küçük olan aynı nitelikteki alacakların toplamı­nın hasılat içinde oransal olarak büyük bir yekun tutması durumunda artık bu alacakların küçük olduğundan bahsedilemeyecektir.

Maddede, yazılı istemin ne şekilde yapılacağına dair bir belirleme ya­pılmamıştır. Ancak kanıtlayabilme açısından istemin en azından taahhütlü mektup veya noter kanalı ile yapılması gerektiğinin kabulü zorunlu olmakta­dır.

C- ALACAĞIN TEMİNATLI OLMAMASI

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde; “teminatlı alacaklar­da bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder” hükmüne yer veri­lerek, teminatlı alacaklar için karşılık ayırmaya imkân tanınmamıştır. An­cak teminat bu alacağın sadece bir kısmını karşılamakta ise, alacağın temi­natsız kalan kısmı için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilir. Bununla beraber kısmi teminatın olduğu durumlarda, alacağın ne kadarlık kısmının teminat­sız olduğu tespit edilemiyorsa bu alacak için kısmi de olsa şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacaktır.

Genel olarak;

- Gayrimenkul ipoteği,

- Menkul rehni,

- Şahsi kefalet,

- Teminat mektubu,

- Haciz tatbiki,

bulunması durumlarında alacağın teminatlı olduğu kabul edilir.

Madde ile şüpheli vasfını iktisap etmiş olan alacaklar için karşılık ayrılabilmesi hususuna yer verilmekle, ilgili alacaklının elde etmediği bir gelir için vergi ödemek mecburiyetinde bırakılmaması amaçlanmaktadır.

Kamu idare ve müesseselerinden olan alacakların teminatlı alacak sayılıp sayılmayacağı tartışma konusudur. Bu konuda Maliye İdaresi genel bir açıklama yapmamıştır. Hatta Maliye İdaresi, kamu idare ve müesseselerin­den olan bir alacağın tahsil edilememesi diye bir durumun söz konusu ola­mayacağı gerekçesi ile bu alacaklar için karşılık ayrılamayacağına dair 29.06.1995 tarih ve 1300-220/7897 sayılı Mukteza vermiştir(6). Kanaatimize göre, bu tür alacakların her halükârda tahsil edilecektir düşüncesi ile karşılık ayrılmaması (dolayısıyla giderleştirilmemesi) gerektiğinin kabulü, mükellefi tasarruf etmediği bir alacak için vergi ödemek durumuyla karşı karşıya bırakmak ve kendisini özel teşebbüsten alacaklı olanlara nazaran farklı mu­ameleye tabi tutmak olur. Kaldı ki hukuk düzeninde özel teşebbüs-kamu ida­resi ticari ilişkisi ile Özel teşebbüs-özel teşebbüs ticari ilişkisi arasında bir farklılaştırılmaya gidilmemiş aynı hukuk kurallarına tabi tutulmuştur. Bu ne­denle kamu idarelerinden alacaklı olanlarında bu alacakları için özel teşeb­büsten vaki olan alacaklarda olduğu gibi karşılık ayırabilmeleri gerekmekte­dir.

D- BİLANÇO ESASINA GÖRE DEFTER TUTULMASI

Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesi hükmü gereği şüphe­li alacaklar için pasifte karşılık ayrılmadan zarar yazılması mümkün değil­dir. Bu da bilanço esasında defter tutulması şartını gerektirmektedir. Ayrılan karşılığın hangi alacaklara ait olduğunun kayıtlarda ayrıntılı olarak gösterilmesi Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinin üçüncü fıkrası hükmü gereğidir. Dolayısıyla ayrıntısı gösterilmeden toplu olarak ayrılan karşılıklar gider olarak dikkate alınamaz. Bu husus ayrılan karşılığın takip edilebilmesi açısından önemlidir. Ayrıca doğrudan gider yazılması alacağın muhasebe kayıtlarından çı­karılması sonucunu doğuracağından alacağın kanuni defterlerde ve mali tab­lolarda yer almamasına neden olacaktır. Anılan 323. maddenin son fıkrası hükmü gereği, şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kâr yazılmak durumundadır. Bunun takibi ise karşılık ayrılması ile sağlanacaktır.

Kanun maddesinin açık hükmünden(7) ve yukarıda yapılan açıklamalar­dan da anlaşılacağı üzere şüpheli alacaklar için karşılık ayrılması imkânı yalnızca bilanço esasında defter tutan mükelleflere tanınmış bir haktır. İşlet­me hesabı esasında kayıtlarını tutan ikinci sınıf tacirlerle, benzeri durumdaki gerçek usulde vergilendirilen diğer işletmelerin ve serbest meslek erbabının söz konusu haktan yararlanmaları mümkün değildir(8). Çünkü karşılığın pasifte ayrılacağı hüküm altına alınmıştır. Pasif kavramı ise bir bilanço kavramı olup, bilanço esasında defter tutanlarca kullanılabilir.

İşletme hesabı esasına göre defter tutan mükellefler, şüpheli hale ge­len alacakları için herhangi bir işlem yapmayacaklar ancak, bu alacakların tahsilinin imkânsızlığı kesinleştiğinde Vergi Usul Kanunu’nun 322. maddesi uyarınca “değersiz alacak” olarak değerlendirip, bu alacakları (kanıtlayıcı kazai bir hüküm veya kanaat verici vesika olmak kaydıyla) doğrudan gider yazacaklardır.

Madde hükmü uyarınca her ne şekilde olursa olsun, şüpheli alacaklar­dan yapılan tahsilâtların tahsil edildikleri dönemde gelir kaydedilmesi unu­tulmamalıdır.

III- ŞÜPHELİ HALE GELMİŞ ALACAK İÇİN HANGİ DÖNEMDE KARŞILIK AYRILACAĞI KONUSUNDA YAŞANAN TEREDDÜTLER

Alacağın vadesinin gelmiş olmasına rağmen henüz tahsil edilememiş olması ve yukarıda belirttiğimiz şartları taşıması halinde bu alacak şüpheli hale gelmiş bulunmaktadır. Alacağın şüpheli hale gelmesi için senetli ve senetsiz olmasının da bir öneminin olmadığını gene yukarıda belirtmiştik. Buna göre vadesinde tahsil edilemeyen ve ileride tahsil edilip edilemeyeceği kesin olarak  belli olmayan alacaklar normal tahsil süresinin sona erdiği dönemde artık şüpheli hale gelmiş bulunmaktadırlar.

Şüpheli hale gelen küçük tutarlar dışındaki alacağa karşılık ayrılacak dönem ise dava ve icra aşamasına geçildiği dönemdir. Dava konusu edilen ihtilaflı ticari alacaklarla ilgili davalara sulh veya asliye ticaret mahkemeleri bakmaktadır. Söz konusu mahkemelerin süreci dava açılmasıyla başlamakta olup, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre; dava dava dilekçesinin mahkemenin esas veya muhabere defterine kaydedildiği tarihte açılmış sayılmaktadır. Şüpheli alacak karşılığı ayrılması ihtiyaridir. Yani mükelleflerin şüpheli hale gelmiş bulunan alacakları için karşılık ayırmamaları mümkündür. Şüpheli alacaklar Vergi Usul Kanunu’nun “Amortismanlar” başlıklı üçüncü kısmının “Alacaklarda Amortismanlar” başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Bu nedenle şüpheli alacak karşılıklarının bir tür amortisman özelliği gösterdiğini söylemek mümkündür. Bilindiği üzere amortisman ayırmak da ihtiyaridir ve her yılın amortismanı ancak o yıla ait değerlemede dikkate alınabilir. Bu nedenle zamanında ayrılmayan bir karşılığın daha sonraki bir dönemde ayrılması söz konusu olamaz.

Şüpheli alacak karşılığı alacağın şüpheli hale geldiği dönemde ayrılabilmesi dönemsellik ilkesinin de bir gereğidir. Bu durumda, vadesinde ödenmeyen alacak için yukarıdaki bölümde anlatılan kanuni yollara hangi dönemde başvurulmuşsa, alacak o dönemde şüpheli hale geleceğinden, karşılık da söz konusu dönemde ayrılabilecektir.

Konuyla ilgili olarak Gelir İdaresi Başkanlığının 25.05.2011 tarih ve 4.35.18.02-1744-179 sayılı Özelgesi ise şu şekildedir.

“Yukarıdaki Kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere, ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla; dava ve icra safhasında bulunan alacaklarla, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş olan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar şüpheli alacak sayılmakta, bu şartlardan herhangi birinin mevcut olmaması durumunda ise şüpheli alacak kaydına imkân bulunmamaktadır. Diğer yandan, şüpheli alacaklar için dava veya icra takibine başlanıldığı yılda karşılık ayrılması gerekmekte olup, şüpheli hale geldiği hesap döneminde karşılık ayrılmayan alacaklar için daha sonraki dönemlerde karşılık ayrılması mümkün olmamaktadır. Bir alacağın dava veya icra safhasında olduğunun kabulü için mahkemeye dava veya icra merciine takip için dilekçe verilmiş olması, ancak gerek mahkemeye gerek icra merciine yapılan başvuruların takip edilmesi gerekmektedir.

Buna göre, tahsili mümkün olmayan alacaklara ilişkin olarak icra takibine başlanıldığı hesap dönemi itibariyle şüpheli alacak karşılığı ayrılması gerekmekte olup, ilgili dönemde karşılık ayrılmayan alacaklarınız için daha sonraki hesap dönemlerinde karşılık ayrılması mümkün bulunmamaktadır.”

Şüpheli hale gelen alacaklar, ancak karşılık ayırmak suretiyle zarara intikal ettirilebilir. Şüpheli hale gelen alacağın doğrudan zarar hesabına intikal ettirilmesi mümkün değildir. Çünkü Vergi Usul Kanunu’nda tahsiline imkan kalmayan alacağın hangi hallerde doğrudan zarar hesabına intikal ettirileceği 322. maddede belirlenmiştir.

Karşılık ayrılmak suretiyle dönem kazancından indirilen şüpheli alacakların işletme bilançolarında devamlı surette izlenmesi gerekir. Şüpheli hale gelen alacağın ödenmesi halinde ödenen alacağın dönem kazancına eklenmesi ve ilgili hesapların düzeltilmesi zorunludur. Öte yandan, karşılığın hangi alacağa ait olduğunun muhasebe kayıtlarından ayrıntılı olarak görülmesi gerekir. Topluca karşılık ayrılarak gider yazılması mümkün değildir. Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde, şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarlarının, tahsil edildikleri dönemde kâr zarar hesabına intikal ettirilecekleri belirtilmiştir.

Tekdüzen hesap planında şüpheli alacaklar “128 - Şüpheli Ticari Alacaklar”,  “138 - Şüpheli Diğer Alacaklar”  hesaplarında izlenir.

Şüpheli alacak karşılıkları ise, alacağın ana faaliyet konusuyla ilgili olup olmadığına ve vadesine göre düzenlenmiş olup aşağıdaki gibidir.

- 129 Şüpheli Ticari Alacaklar Karşılığı (-)

- 139 Şüpheli Diğer Alacaklar Karşılığı (-)

- 229 Şüpheli Alacaklar Karşılığı (-) (Uzun vadeli)

- 239 Şüpheli Diğer Alacaklar Karşılığı (-)  (Uzun Vadeli)

Karşılık ayrılmış şüpheli alacakların daha sonra tahsil edilmesi halinde tahsil edilen bu tutarlar “644 Konusu Kalmayan Karşılıklar Hesabı”na gelir yazılacak ve daha önce ayrılmış olan karşılık hesapları kapatılacaktır.

IV- SONUÇ

Türk vergi sisteminde gelir vergisi yedi gelir unsuru üzerinden alınmakta olup, Anılan yedi gelir unsuru 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’na göre, ti­cari kazanç, zirai kazanç, ücretler, serbest meslek kazancı, gayrimenkul ser­maye iratları, menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlar olarak sınıflandırılmıştır. Yine her biri gelir unsurunun elde edilme­si ayrı ayrı kriterlere bağlanmıştır. Konumuzu ilgilendirenleri itibariyle bu gelir unsurlarından ticari ve zirai kazançlar ile tüm gelir unsurlarından olu­şan ve tüzel kişiler ya da, şirketler tarafından elde edilen kurum kazancında elde etme kriteri tahakkuk esasına bağlanmıştır.

Bu esasa göre ticari veya zirai muamele ile ilgili işlemler eksiksiz ola­rak tekemmül ettiğinde kazanç elde edilmiş sayılmakta, ayrıca karşılığın tahsil edilmesi beklenilmemektedir. Ticari ve zirai kazanç ile kurum kazan­cında çok kısa zaman dilimi içerisinde çok çeşitli işlemlerin yapılması nede­niyle bu işlemler karşılığında tahsilatı ayrı ayrı takip etmenin güçlüğü anılan gelir türlerinde elde etmenin tahakkuk esasına bağlanmasını zorunlu kılmak­tadır. Kanun koyucu ticari ve zirai kazanç ile kurum kazancında elde etmeyi tahakkuk esasına bağlamış ancak, belli şartlar altında işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceğinin kesinleşmesi veya böyle bir ihti­malin ortaya çıkması durumunda daha önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilen fakat nihai anlamda gelir olarak doğmayan bu tutarın, doğrudan (Değersiz Alacak) ya da karşılık ayırarak (Şüpheli Alacak) zarara intikal ettirilmesi suretiyle de vergi adaleti sağla­mıştır.

Şüpheli alacak karşılığının, ancak alacağın şüpheli hale geldiği yılda ayrılabilecek olup, şüpheli alacak karşılığı ayırma döneminin vergi yükümlülerinin ihtiyarına bırakılması, onları en çok kâr sağladıkları yılda şüpheli alacak karşılığı ayırma yoluna itebilecek olup bu durum kanun koyucunun amacına aykırı düşecektir.

Altar Ömer ARPACI*

Yaklaşım / Kasım 2020 / Sayı: 335

* Vergi Başmüfettişi

(1) Alacakların dönem sonu değerlemesi ile ilgili olarak yapılan reeskont uygulanmasına ise alacağın se­nede bağlı olması şartı vardır. (Vergi Usul Kanunu madde 281)

(2) Türk Vergi Kanunları Gerekçeleri: Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü, Cilt 3, s. 574-575

(3) Örneğin hatır senetleri, ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmadığından, verilen hatır senetlerinden doğan alacakların şüpheli hale geldiği iddia edilerek karşılık ayrılması mümkün değildir.

(4) Alacakların dönem sonu değerlemesi ile ilgili olarak yapılan reeskont uygulanmasına ise alacağın se­nede bağlı olması şartı vardır. (Vergi Usul Kanunu madde 281)

(5) Bir alacağın dava veya icra safhasında olması o alacağın şüpheli alacak niteliğine sahip olması için yeterlidir. Söz konusu alacağa ilişkin davanın borçlu tarafından açılmış olması durumunda dahi karşılık ayrılabilecektir.

(6) Şükrü KIZILOT, Danıştay Kararları ve Özelgeler, Yaklaşım Yayınları, Cilt 3, s. 1020

(7) Her ne kadar maddede şüpheli alacak karşılığının ayrılmasının ihtiyari olduğu belirtilmekte ise de, buradaki ihtiyariliğin şüpheli alacak için karşılık ayırıp ayırmama, dolayısıyla giderleştirip giderleştirmeme şeklinde anlaşılması gerek­mektedir. Yani burada kastedilen, şüpheli alacak halini alan alacakların gerek karşılık ayrılarak gerekse karşılık ayırmadan direkt olarak dönem gider­lerine intikal ettirilerek gider yazılması demek değildir.

 

(8) İşletme hesabı esasına göre defter tutabileceği halde, kendi isteği ile bilanço usulüne geçenler de şüpheli alacak karşılığı ayırabilirler.