Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
Mevduat artmadan bilânçoları büyütürsek Amerikalı bankaların durumuna düşeriz (13.11.08) PDF Yazdır e-Posta
13 Kasım 2008

Denizbank Finansal Hizmetler Grubu Başkanı Hakan Ateş'in kariyer sürecini okurken de, yazarken de nefesim kesildi. İş hayatına başladığından bu yana adeta hiç mola almamış.

"Hatırlarım, çocukluğumda annem beni bir psikoloğa götürmüş ve bu yerinde duramaz halimin problem olup olmadığını sormuştu. Doktor, 'Endişelenecek bir şey yok, çocuğunuz hareketli biri' demiş ve şöyle bir açıklama yapmıştı: 'Normal insan beynini 3 bin devirde çalıştırıyorsa, sizin çocuğunuz 5 bin devirde çalıştırıyor olabilir. Ama işin daha da ilginci, oğlunuz beynini 8 bin devirde çalıştırma gayretinde. Aradan geçen bunca yıl sonra doktorun yaptığı bu analiz bana da mantıklı gelmeye başladı. Var olanı olduğu gibi kabul etmek yerine daha iyi hale getirmeyi istiyorum. Tabii ki kifayetsiz muhteris olma hali değil bu! Elimdeki imkanlarla daha mükemmelini nasıl yaparım arayışı belki de! Her zaman doğruları söylemeyi seçmişimdir. Çocukluk yıllarında ilkokul öğretmenimin yazdığı 'Ali ve Ayşe Doğruluk Opereti'nde başrol oynayarak başladığım sahne performansım, ODTÜ'yü bitirene kadar radyo oyunlarında ve TV'de bazı programlarda seslendirme yaparak devam etti."

Artistik sanatlar nere, bankacılık nere diye geçiriyorum aklımdan. Bu radikal değişimde neler etkili oldu?

"Bir alternatifim de iyi bir tiyatro sanatçısı olmaktı. Ama hayat beni farklı bir yere yönlendirdi. Benim için bankacılık, bilhassa müfettişlik iyi bir öğreti oldu. İş Bankası'nda çalıştığım dönemlerde yurtiçi turnelerine çıkardık. Böylece insanımızı tanıdım ve iş hayatına iyi hazırlandım. İnterbank'tan teklif gelince de İstanbul'a döndüm."

Yeniliklerin adamısınız. Ya yeniden yapılanıyorsunuz ya da var olan bir şeyi yenileştiriyorsunuz. Bu, nasıl bir mücadele?

"Aslında bu, sorgulamaktan kaynaklanıyor. Kendi kendini motive edebilenlerdenim. Denizbank'ı bir otel odasında kurdum ve yönettim. Bankayı 2004'te halka açtık. Sonra holding bankacılığının bitmeye yakın dönemlerinden bugünkü noktalara geldik. Bütün bunlar sanırım karakterimin de bir yansıması."

Söylemlerinizden, ekip çalışmasına yatkın olduğunuzu düşünüyorum...

"Bir kere herkes ortak akıl diye bir şeyden söz ediyor ama hiç kimsenin bunu adamakıllı kullandığını görmedim. Bunu hayata geçirmek için elimden gelen çabayı göstermişimdir. Pasif bir organizmadan inanılmaz işlerin çıkabileceğine inanırım. Karakterimi, sinerji kavramı ifade edebilir. Her olaya derhal vaziyet alan bir yönetim anlayışım var. Yol göstericiyimdir. Zor bir kişiliğim olduğunu biliyor ve bunu kabul ediyorum ama sonuçlar iyi olunca memnuniyetimi de hemen dile getiririm. Hızlı hareket ederim ve çalışanların da hızıma ulaşmalarını beklerim. Çalışanlarımdan kritik yapmalarını da isterim. Bazen arkadaşlar aşırı sabırlı olduğumdan, bu kadar şeyi nasıl tolere ettiğimi soruyor. Sakin olmaya inanırım. Benimle çalışanlar, şahsa karşı değil işe yönelik eleştirilerde bulunduğumu bilir. Bazen söylemek istediklerimin altını çok kalın çizerim. Benim kontratlarım sözlüdür. Konulan hedeflerin ulaşılabilir olması gerektiğini düşünürüm. İyi iş çıkmasını bekler, bunun için imkan da sunarım. Benim için güven çok önemli. İyi ya da kötü niyeti anlarım. Açıklık ve şeffaflığa da inanırım."

Bankanızı 91. sıradan 6. sıraya yükseltmişsiniz, demek ki doğru şeyler yapmışsınız. Herkesin ortalığa para saçtığı dönemlerde, 'Tasarruf etmeyi seçen banka' diye ünlendiniz.

"Statükoyu gerektiği kadarıyla severim. Beraber çalışamayacağım karakterin statükocular olduğunu düşünürüm. Ama ben de tek bir konuda statükoculuk yaparım. O da kredi ve riski değerlendirme konusudur. Çünkü Cenevizliler döneminden beri 'Altın Kurallar'ı hiç değişmedi. Bu son olayda da gördüğümüz gibi yabancılar bize risk yönetimini anlatmaya kalkarken, darmadağın oldular. İsviçre hükümeti, UBS gibi bir bankanın 65 milyar France-Swiss borcunu, vergi ödeyenlerden kesip UBS'e enjekte etti. Bu, sadece bankanın toksin programları ile deli saçması ürünlerinin pisliğini temizlemek içindi. Bununla da yetinmediler, üzerine bir de sermaye koydular. Düşünün, bir ülkenin birikimleri ve bütçesi bankalara sermaye diye aktarılıyor. Bunun nedeni meşhur 'Altın Kurallar'dan sapılmış olmasıdır. Türkiye'nin bir tane bile toksik ürünü yok. Meslektaşlarım kriz döneminde çok iyi risk yönetti."

Dünyadaki durumun genel bir değerlendirmesini yapar mısınız?

"Dibe vurup yukarı hemen çıkılabileceğini de zannetmiyorum. Dipte uzunca bir süre gitmek durumunda kalacağız. 'The Day After/O Günden Sonra' diye bir film vardı. Buzul dönemi oluyor ve artık buzul sonrası diye başlayan bir çağdan söz ediliyordu. Bugün yaşanan kriz 1929'daki krizle kıyaslanamaz bile. Biz de bu kriz için 2008 krizinden sonraki dönem diye söz edeceğiz. Bu krizle üç Amerikalıdan biri işsiz kaldı. Paranın yönü de değişti. Kredinin statükoculuğu ise muazzam bir noktaya ulaştı. Ortada bir tane büyük banka kalmadı. Bizde öz varlığın toplam aktife oranı olarak tabir ettiğimiz avarege, Türkiye'de 11-12 olurken, Amerika'da 35-40-50 oranlarında. Bu, alınan riskten 20 kere etkilenme durumu var demektir. New York State Üniversitesi'nin en önemli hocalarından biri olan Rubini, 'Krizin faturası 2 trilyon dolara mal olabilir.' dediğinde daha ortada kriz yoktu. O dönemde herkes güldü geçti. Savaşlarda milletlerin orduları, barışta bankaları vardır. Çünkü kaynakların akılcı dağılımını sağlayacak yegâne merkez, bankalardır. Bugün bankalar arası savaşlar yapılıyor ve bunun sonucu olarak da İzlanda neredeyse el değiştirecek duruma geldi. Gelişmiş pazarlardaki kriz, gelişmekte olan pazarlara da yansıyor. Bunun ilk vurgununu yiyen Doğu Avrupa ülkeleri oldu. Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Romanya, krizden en fazla etkilenenler arasında. Cari, bütçe ve tasarruf açıkları var. AB havasıyla hak etmedikleri bir refahı yaşamışlardı. Oysaki ekonomik verimlilik olarak bunu hak etmemişlerdi. Ne yazık ki her yıkılan ülke çevresindekileri de ittirip zorluyor.

Bize gelince; 32 milyar dolar cari açığımız var. Her yıl bunu finanse etmemiz gerekiyor. Niye? Döviziniz yok ama döviz harcıyorsunuz. Bunu borçlanmayla kapatıyoruz. Peki, dünyadaki sermaye hareketleri azalırsa ne yapacağız? Burada iki yol var: Biri 70 cente muhtaç kalmak, diğeri ekonominin büyümeyi durdurması, yani sabit kalması ki bu da küçülmeye girer. Küçüleceksiniz ki ithalatınız azalacak. Niye, çünkü bizim 150 milyar dolarlık 'hammadde aramalı' ithalatımız var. İhracatınız 130 milyar dolarlara çıktı ama ithalatınız daraldığı müddetçe otomotivi, demir-çeliği nasıl ihraç edeceğiz?

Bunların hepsini yapsanız dahi yurtdışından taze sermaye akışına ihtiyacınız var, ki 32 milyar doları kapatabilesiniz. Neyle kapanır bu fark? Direkt yatırımla olabilir. KİT'lerinizi satar, yabancı sermayeyi çekebilirsiniz. Peki, geçici yatırımı size çekecek olan nedir? Reel faizin yüksek olması. Reel faiz, cari açığınızı kapatır ama uzun vadeli değildir. Acı bir reçetedir. Aynı etkiyi göstermez. Dolayısıyla kendi dengenizi, yine kendinizin koruması gerekiyor. Krizden Türkiye elbette etkileniyor ve etkilenmeye de devam edecek. Eylül sonunda Türkiye'de 115 milyar dolar döviz tevdiat hesabı vardı. 15 milyar doları bir ay içinde çıktı ve 100 milyar dolara indi. Bankaların 2009 sonuna kadar 15 milyar dolar sendikasyon geri ödemeleri var. Bankalar bunu yenilemekte zorlanacak.

Bankanız bir işletme, önce bunu efektif çalıştıracaksınız sonra da dışarıdaki krize hazırlanacaksınız. Bunu nasıl dengeleyeceksiniz?

"Sabah uyanan herkes, bankalara küfür ediyor. 'Bankalar kredi kartı verdi, şöyle oldu, böyle oldu' diyorlar. Bankalar, komisyoncu gibidir. Bir tarafta öz varlıklarımız var. Eskiden üç katrilyon şimdiki para birimiyle 3 milyar YTL'miz var. Bunun üstünde kredi verirsek mevduat alarak borçlanıyoruz. Neyle borçlanıyoruz? Yurtdışından kredi alarak, sendikasyonla. Peki, bu paraları ne yapıyoruz, cebimizde mi tutuyoruz? Tutsak batarız. Kredi veriyoruz, Hazine bonosu alıyoruz ve sosyal sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Kalkıp diyorlar ki niye kredileri kısıyorsunuz? Ee... mevduat kısılırsa krediler de kısılır. Doğal değil mi bu! Bir ara mevduat yüzde 16-17'lere düşmüştü. Şimdi 20'den aşağı mevduat mı var? Doğal olarak bu, kredi fiyatına yansır. Yüzde 20'yi verebilmem için krediden o getiriyi almam lazım ki ayakta kalabilelim. Burada öncelik, size yatırılan kaynakları gözünüz gibi korumak ve her talep edildiğinde yurtdışındaki kreditöre vermek. Mevduatta büyüme eğilimi yoksa biz de bilânçolarımızı büyütmemeliyiz. Büyütürsek Amerikalıların durumuna düşeriz."

Önümüzdeki yılı nasıl görüyorsunuz mevduat ve krediler açısından?..

"Her ne kadar haziran ortasına kadar düzelir deseler de 2009 en zor yıllardan biri. Mayıs ayı bankaların bilançolarının yayınlanma dönemi. Hisse değerleri de bu aya göre değerlenecek. O tarihe kadar iyimser değilim. Dünya, olmayan parayı harcadıysa ki olmayan paralarla yatırımlar yaptı, bunun ceremesini çekecek ve daha da fakirleşecek."

Büyümeyi ne kadar öngörüyorsunuz?

"Büyüme hayal edilmemeli. Türkiye'de ise giden otobüsten atladığınızda duramamak gibi bir durum var, yani bir miktar büyüme beklenebilir. Resesyon ve depresyon dünyada konuşuluyor. Depresyon dediğimizde yüzde 3 küçülme meydana gelecek. Bu durum dünya ekonomilerini çok zorlar. Bir yandan dünya nüfusu artıyor. İnsanlar belli bir ekonomik rahatlığa da alıştı. Diğer yandan işten çıkarmalar da başladı. Resmi rakamlar Türkiye'de yüzde 10'un üzerinde işsizlik olduğunu gösteriyor. Hükümet önemli yapısal reformlar yaptı ve dönüşüm programlarında da belli bir noktaya gelindi. Kriz meselesinin dünya liderlerince yeterince ciddiye alınmadığını düşünüyorum ve gelişmeleri de şaşkınlıkla izliyorum. İtalya ve Fransa'da alınan tedbirlere bakıyor ve 'Ne kadar iyi bir sistemimiz varmış ki; kendimizi iyi toparladık ve bu ülkeler kadar sarsılmadık' diyorum. Çünkü aldığımız çok fazla bir tedbir de yok! Peki, bunu nasıl başardık? Aslında burada üç tane ana paydaştan söz edebiliriz: Birincisi, devlet. Devletin maliye politikası ile mali durum gayet iyi. Net borçlanma yüzde 29'un altında.

2001 krizinde bu oran yüzde 98'di. İkincisi bankacılık. Bu sektör geçmişte çok ciddi yaralar aldı. Batık oranı düşük, çünkü herkes yoğurdu üfleyerek yiyor. Üçüncü alan ise özel sektör. Bu alan bizim ekmeğimiz. Bankacılık desteklenmeyecekse, yurtdışından kaynak bulunmayacaksa, birikim olmayacaksa insanlar yatırımlardan nasıl kâr elde edecek? Avrupa ve Amerika gibi pazarda talep daralması var. O zaman da işsizlik gibi bir sosyal sorun karşımıza çıkar. Türkiye, krizlere iyi adapte olmuş bir ülke. Yurtdışıyla kıyaslanınca bu kriz dönemini fena yönetmemişiz diyebilirim."

Borçlanarak büyümekten uzak durun

"Çok riskli bir döneme girdik. Kaynağın kıt olduğu dönemde faaliyet de daralır. KOBİ'ler böyle ya faaliyetlerini daraltır ya da işini terk eder. Ölçek olarak baktığımızda işini borçlandırarak büyütmek meselesinden uzak durmak gerek. Zamanla KOBİ'ler mevcut kaynakları korumak ve kendi durumunu konsolide etmek için bu krizden nasıl çıkılır meselesinin yolunu bulacaktır, yani onlar o kadar sağduyulu ki... Dolayısıyla yapılması gereken şey; kendi kaynaklarımıza dönmek ve illaki verimli çalışmak. Bankalar, vatandaşın getirdiği parayı en iyi şekilde kullanmalı. Verimliliği artırmalıyız. Tüketiciyle ilişkileri de kesmemek gerek. Biz hiç kesmedik ve kesmeyeceğiz. Bu aralar proje kredileri daralacak. Yine şube açacağız, istihdam oluşturacağız, ama bu şubeler 10 değil, 8 kişilik olacak."

Rakamlarla Denizbank*

Toplam akifler: 22,576

Toplam krediler: 21,725

Mevduatlar: 11,368

Net kâr: 186

Şube sayısı: 373

Personel: 8,632

(*) milyon YTL, 2008 ilk 6 ay

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=759734&title=is-dunyasina-yon-verenler-mevduat-artmadan-bil%E2ncolari-buyutursek-amerikali-bankalarin-durumuna-duseriz