Veysi Seviğ - Yabancı para birimine göre düzenlenen faturada KDV sabitlenemez |
15 Ağustos 2007 | |
Düzenlenen faturada gösterilmiş mal bedeli yabancı para birimine göre ödenirse, mevcut düzenlemeler çerçevesinde kendiliğinden ayrıca bir KDV hesaplanması zorunlu olur.
09.7.2007 tarihli "Kur farkları ve KDV" adlı yazınızda kur farklarıyla ilgili bir örnek vermişsiniz: 9440 YTL bizim KDV dahil, kesmemiz gereken rakam. Piyasadaki dövizli işlemlerde bir durum uygulanmakta, mal bedeli dolar, KDV YTL. Bu durumda kur farkı mal bedelinden kaynaklanmaktadır. Mal bedelinden çıkan kur farkına ait KDV uygulamamız durumunda satıcının hesabı tutmayacak. Bu durumda fatura kesmeden sadece kur farkını çalıştırmamız ne kadar doğru olur? Böyle yapmazsak satıcı carisi KDV kadar fark verecektir. (Ö.Özlem)
Sorunuzdaki duraksama konusu; malın teslim tarihinde düzenlenen faturada mal bedeli yabancı para birimine göre hesaplanıp, teslim tarihindeki kurdan YTL’ye çevrilerek KDV sabitlenmiş, ancak mal bedeli vadeli ve yabancı para birimine göre ödeneceği için bu bedel üzerinden ortaya çıkan kur farkının nasıl Katma Değer Vergisi'ne (KDV) tabi tutulacağıdır. Oysa, düzenlenen fatura üzerinde gösterilmiş bulunan mal bedelinin yabancı para birimine göre ödenmesi durumunda mevcut düzenlemeler çerçevesinde kendiliğinden ayrıca bir KDV hesaplanması zorunlu olmaktadır. Örneğin mal bedelinin yüz bin doları, buna karşılık kurun da teslim gününde (faturanın düzenlendiği tarihte) 1.26 YTL olduğunu varsayalım. Fatura düzenlenirken mal bedeli Türk Lirası cinsinden 126.000 YTL, buna karşılık KDV de 22.680 YTL olarak hesaplanacaktır. Eğer KDV dahil, mal bedeli dolar bazında ileri bir tarihte ödenecek ise bu takdirde ve bu tarihte de kur 1.30 YTL olmuş ise düzenlenecek faturanın 130.000 YTL mal bedeli, buna karşılık KDV'nin de (130.000x0.18=) 23.400 YTL olması gerekecektir. Daha önce düzenlenen faturada mal bedeli 126.000 YTL gösterildiğinden bu defa kur farkı nedeniyle düzenlenecek fatura (130.000-126.000=) 4.000 YTL kur farkı faturası, buna ek olarak da (4.000x0.18=) 720 YTL de kur farkından kaynaklanan KDV olmak üzere (4.000+720=) 4.720 YTL olacaktır. Dolayısıyla böyle bir durumda satıcı kur farkını ve kur farkından doğan KDV'sini de bünyesine dahil etmiş ve kayıtlarına intikal ettirmiş olacaktır. Konuya ilişkin olarak Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 105 seri numaralı genel tebliğde de belirtildiği üzere; “Bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas itibariyle vade farkı mahiyetinde olduğundan, matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Buna göre teslim veya hizmetin yapıldığı tarih ile bedelin tahsil edildiği tarih arasında ortaya çıkan lehe kur farkı için satıcı tarafından fatura düzenlenerek ve faturada gösterilen kur farkına, teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlemler için geçerli olan oran uygulanmak suretiyle KDV hesaplanacaktır. Bedelin tahsil edildiği tarihte alıcı lehine kur farkı oluşması halinde, kur farkı tutarı üzerinden alıcı tarafından satıcıya bir fatura düzenlenerek, teslim ve hizmetin yapıldığı tarihteki oran üzerinden Katma Değer Vergisi hesaplanması gerekmektedir. Yukarıya KDV 105 seri numaralı genel tebliğinden alıntı yaparak aktarmış olduğumuz bölümde de ifade edildiği üzere, yabancı para birimine göre düzenlenen fatura veya ödeme taahhütlerinde KDV'yi sabitleme olanağı mevcut değildir.
MAL İADESİNDE KDV
Toptan ticaretle uğraşıyorum. Bazen almış olduğumuz malları mahrecine iade etmek zorunda kalıyoruz. Ancak bu iade aşamasında Katma Değer Vergisi (KDV) oranlarında da değişiklik söz konusu olabiliyor. Biz malı mahrecine iade ederken bize kesilen fatura üzerinde gösterilen oranı uygulamak suretiyle mi fatura düzenleyeceğiz? Yoksa yeni belirlenen oranı mı dikkate alacağız? (H.Yıldıran) KDV Yasası’nın 35. maddesi uyarınca “Malların iade edilmesi, işlemin gerçekleşmemesi, işlemden vazgeçilmesi veya sair sebeplerle matrahta değişiklik vuku bulduğu hallerde, vergiye tabi işlemleri yapmış olan mükellef bunlar için borçlandığı vergiyi; bu değişikliğin mahiyetine uygun şekilde ve değişikliğin vuku bulduğu dönem içinde düzeltir. Şu kadar ki, iade olunan malların fiilen işletmeye girmiş olması ve bu girişin defter kayıtları ile beyannamede gösterilmiş olması şarttır.” Buna göre, matrahta değişikliğin vuku bulduğu tarihte işlemin tabi olduğu KDV oranının değişmiş olması halinde düzeltme işleminin, ilk teslim veya hizmetin yapıldığı tarihte bu işlemler için geçerli olan KDV oranı esas alınmak suretiyle yapılması gerekmektedir. Maliye Bakanlığı’nın yukarıya aktarmış olduğumuz görüşü çerçevesinde daha önce satın almış olduğunuz mal için satın alma işleminin yapıldığı tarihte geçerli olan oranı dikkate alarak iade işlemini gerçekleştirmeniz ve iade faturasını da buna göre düzenlemeniz zorunlu olmaktadır.
YÖNETİCİ HATASINDAN KAYNAKLANAN GİDERLER VE KURUM KAZANCININ TESPİTİ Servis şoförümüzün aniden rahatsızlanması nedeniyle otelimize gelen misafirleri havaalanından getirmesi için şoföre yardımcı olan arkadaş görevlendirilmiştir. Otel işleticisi limited şirkettir. Ancak kendisinin bu konuda ehliyeti yoktur. Söz konusu yolcuların otelimize intikali sırasında ortaya çıkan trafik kazası nedeniyle yapmak zorunda kaldığımız giderleri kayıtlarımıza intikal ettirmemiz mümkün müdür? Her ne kadar kaza ölümle sonuçlanmasa bile otobüste bulunan yolcuların doktor kontrolünden geçirilmesi ve ortaya çıkan bazı ödemeler için yapılan harcamaların ana hesaplarla ilişkisi nasıl olacaktır? (Y. Kardagezen)
Kurumlar Vergisi Yasası’nın 11. maddesinin 1. bendinin (g) alt bendi uyarınca, sözleşmelerde cezai şart olarak konulan tazminatlar hariç olmak üzere kurumun kendisinin, ortaklarının, yöneticilerinin ve çalışanlarının suçlarından doğan maddi ve manevi zarar ve tazminat giderlerinin kurum kazancının tespitinde gider olarak indirilemeyeceği hususu hükme bağlanmış bulunmaktadır. Buna göre sözleşmelerde cezai şart olarak konulan tazminatlar, ticari faaliyet nedeniyle ödenen tazminat niteliğinde olduğundan kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınmaktadır. Bunun dışında kalan ve kurumun kendisinin, ortaklarının, yöneticilerinin ve çalışanlarının suçlarından doğan maddi ve manevi tazminatlar cezai mahiyet taşıdıklarından kurum kazancının tespitinde dikkate alınmamaktadır. Olayınızda otobüs için sürücü belgesi olmayan bir kişinin şoför gibi istihdam edilmiş olması yönetici hatasıdır. Dolayısıyla bu durumda vuku bulan kaza nedeniyle yapılan harcamalar ve ödenen tazminatların kayıtlara gider olarak intikal ettirilmesi mümkün değildir. Söz konusu harcamalar “kabul edilmeyen indirimler” olarak hesaplara intikal ettirilebilir.
YARGI KARARLARINDA
HACİZ
Danıştay 4. Dairesi E.2005/292 K.2005/1464 T.18.7.2005
1998'de ortaklığından ayrılmış olduğu limited şirketin 1996-1997 yıllarına ait vergi borçları nedeniyle şirket ortağı olan davacının taşınmazına haciz uygulanmışsa da davacının ayrılmış olduğu limited şirket hakkında düzenlenen haciz varakasına dayanılarak davacıya ait taşınmaza haciz uygulandığı, şirket adına gönderilen ödeme emirlerine dayanılarak doğrudan ortakların malvarlığına haciz konulduğu ve şirket ortakları adına ödeme emri düzenlenmediği sabit olup, şirket ortakları adına ödeme emri düzenlenmeden, şirket adına düzenlenen haciz varakasına dayanılarak davacı adına haciz uygulanamayacağından, davacı şirket ortağının taşınmazına uygulanan haciz işleminin iptali gerekmektedir.
Danıştay 3. Dairesi E.2002/197 K.2004/319 T.13.2.2004
5.7.2000'e kadar ortağı ve müdürü olduğu limited şirket ile bu şirketin iş ortaklığının 1998, 1999 ve 2000'e ilişkin kesinleşen vergi borçlarının şirketten tahsil imkânının bulunmaması üzerine, davacı adına ortaklık payına göre düzenlenen ve itiraz etmemesi üzerine kesinleşen ödeme emri ile kamu alacaklarının tahsili amacıyla haciz uygulaması yapılmış olup; adına düzenlenen ödeme emrini tebellüğden imtina eden davacının söz konusu evrakı memur eliyle ve polis nezaretinde tebliğ almış olması, Vergi Usulü Kanunu'nun (VUK) 102 ve 107. maddelerine göre yapılan tebligatta hukuka aykırılık bulunmaması, davacı ortaklıktan ayrılmış olduğunu ileri sürse de adına düzenlenen ödeme emrine itiraz etmemesi sebebiyle ödeme emrinin kesinleşmesi ve sonrasında yapılan hacze karşı açılan davada ancak haczin hukuka uygunluğunun incelenebilecek olması, söz konusu alacağın tespit ve istenmesine ilişkin olup, kesinleşmiş bulunan tahakkuk ve tahsile ilişkin işlemlerin hacze itiraz aşamasında incelenemeyecek olması ve haczin yapıldığı tarihte borcun ödenmemiş olması sebepleriyle alacağın tahsili amacıyla yapılan hacizde hukuka aykırılık yoktur.
Danıştay 4. Dairesi E.2003/1945 K.2003/2734 T.6.11.2003
Davacı şirketin faaliyeti Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından geçici olarak durdurulmuş olup, bu tarihten itibaren malvarlığı üzerinde SPK'nın tasarruf yetkisinin bulunması, 2499 sayılı SPK’nın 4487 sayılı kanunla değişik 46. maddesinin 1/h ve 2. fıkralarına göre kurul tarafından faaliyeti geçici olarak durdurulan kurumların malvarlıklarının haczedilemeyeceği, teminat gösterilemeyeceği, rehnedilemeyeceği ve başlamış olan tüm icra takiplerinin kendiliğinden duracak olması ve geçici durdurma kararından sonra vergi borçlarının tahsili amacıyla da olsa şirket malvarlığının haczedilemeyecek olması sebepleriyle faaliyeti geçici olarak durdurulan davacı şirketin vergi borçlarının tahsili amacıyla adına kayıtlı araca konulan haciz yasal değildir.
Danıştay 7. Dairesi E.2000/2004 K.2002/1097 T.14.3.2002 6183 sayılı yasanın 54. maddesinde amme alacağının cebren tahsiline ilişkin kısmın, cebren tahsil ve takip esasları başlıklı birinci bölümde yer alan düzenlemelere göre cebren tahsil yollarına başvurulması için öncelikle cebren takip usulleri olan ödeme emri tebliği ya da alacak teminata bağlanmış ise borcun ödenmemesi halinde teminatın paraya çevrileceği hususunun tebliği gerektiğinden; haciz işleminden önce kendilerine herhangi bir ödeme emri tebliği edilmediğini ileri süren davacı şirket hakkında uygulanan haciz işleminde, davalı idarece de bu durumun aksi iddia edilmediğinden ve ödeme emri tebliğ edilmeden doğrudan uygulandığından yasal isabet yoktur.
ÖZELGELERDE
GAYRİMENKUL SERMAYE İRADI
1. Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 2.4.2007 tarih ve 1656 sayılı özelgesi
“Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca şirketinizin işyeri olarak kiraladığı gayrimenkule ilişkin olarak (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptığı kira ödemeleri sırasında, mülk sahibinin Gelir Vergisi'ne mahsuben tevkifat yapması zorunludur. Madde düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, kira bedellerinin avans mahiyetinde ileriki ayların kira bedeli de peşin olmak üzere ödenmesinin yani yapılan ödemenin ileri ay veya yıllara ilişkin olmasının tevkifat açısından bir önemi bulunmamaktadır. Bu sebeple, peşin yapılan kira ödemelerinde de ödeme tarihinde geçerli olan tevkifat oranı üzerinden tevkifat yapılması gerekir.”
2. Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 9.3.2007 tarih ve 26 sayılı özelgesi “Gayrimenkul sermaye iradında safi iradın tespiti için mülk sahiplerinin, gerçek gider usulünü veya hasılatın yüzde 25’i oranında götürü gider usulünü seçmeleri mümkündür. Kiraya verilen mal ve haklar dolayısıyla yapılan ve bunlara sarf olunan borçların faizleri ile konut olarak kiraya verilen bir adet gayrimenkulün iktisap yılından itibaren beş yıl süre ile iktisap bedelinin yüzde 5’i ve kiraya verilen mal ve haklar için ayrılan amortismanlar da gerçek gider usulünü seçen mülk sahibinin yapabileceği indirimler arasında yer almaktadır. Bu giderlerin safi iradının tespitinde indirim konusu yapılabilmesi için, gayrimenkulün iktisap edilmiş ve dolayısıyla iktisap maliyetinin oluşmuş olması gerekir. Bu hüküm ve açıklamalar gereğince, yapı kooperatifinden satın alınan ancak halen aidat ödemeleri devam eden ve tapu kütüğünde alıcı adına tescili yapılmamış yani Türk Medeni Kanunu hükümleri gereğince mülkiyeti henüz kazanılmamış gayrimenkulün kiralanmasından elde edilen gayrimenkul sermaye iradı safi iradının tespitinde, kooperatife yapılan aidat ödemelerinin ve yukarıda belirtilen giderlerin indirim konusu yapılması mümkün değildir.”
3. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 26.2.2007 tarih ve 3352 sayılı özelgesi “Gelir Vergisi Kanunu'nda; gayrimenkul sermaye iradı sahibinin kira olarak doğan alacağını başka bir şahsa ivazlı veya ivazsız temliki de (İvazlı temliklerde tahsil şartı aranması kaydıyla) tahsil hükümde kabul edilmiştir. Bu hüküm gereğince, eşinizle hisseli olarak sahip olduğunuz gayrimenkulden elde edilen kira gelirinin, eşinizle boşanmanız sonrasında mahkeme kararı gereğince, eşinize düşen kira gelirinin de nafakaya ek olarak tarafınıza bırakılması halinde, tapuda hisseli olarak sizin ve eski eşinizin adına kayıtlı gayrimenkulden elde edilen iradın hisseleriniz oranında beyan edilmesi gerekir. Bu halde gerek sizin gerekse diğer hisseli pay sahibi eşinizin, Gelir Vergisi Kanunu’nun 21. maddesinde düzenlenen ve binaların mesken olarak kiraya verilmesinde uygulanan istisnadan maddede yazılı koşulların da yerine getirilmesi koşulu ile ayrı ayrı yararlanmanız ve istisna tutarını aşan kısmı beyan etmeniz gerekmektedir.”
4. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 14.2.2007 tarih ve 13384 sayılı özelgesi “Murisinizin (miras bırakan) sahibi olduğu vakıftan murisin vasiyeti gereğince herhangi bir hizmet karşılığı olmaksızın vakfın yıllık gelirinden alınan pay, Gelir Vergisi Kanunu'nun 70. maddesinin son fıkrası düzenlemesi gereğince gayrimenkul sermaye iradı olarak kabul edilir. Bu gelirin ise yine Gelir Vergisi Kanunu’nun 92. maddesi gereğince yıllık beyanname ile beyan edilmesi gerekir.”
YENİ YAYINLAR Mali tatilin adli tatille birleşmesinin dava açma süresine etkisi konusunu köşemde irdelerken usul hukukunun önemine değinmiş ve bir yazımda da bu hukuk dalının davanın taraflarının haklı veya haksız oluşunun belirlenmesindeki önemini aktarmıştım. Bu nedenle bugün, benim de yazılarımda yararlandığım bir yargılama usulü hukuku kitabını tanıtacağım. Sözünü ettiğim kitap, Prof. Dr. Şükrü Kızılot ile Av. Zuhal Kızılot tarafından kaleme alınmış bulunan “Vergi İhtilafları ve Çözüm Yolları” adlı kitabın 12. basımı. Adından da anlaşılacağı gibi; esas olarak vergi yargısını konu alan ancak içerisinde ayrıca ihtilafların barışcıl çözüm yolları olarak da nitelendirilen “uzlaşma”, “düzeltme” gibi konuların da irdelendiği bu kitapta, bir vergi davasının açılışından hükmün kesinleşmesine kadarki yargılama aşamalarının tümü hakkında bilgi bulmak mümkün. Kitapta özellikle usul hukuku konuları, yargının emsal içtihatlarının da ışığında uygulama örnekleri ile birlikte incelenmiş. Yargılama sürecinin başvuru, cevaba cevap, itiraz, temyiz, karar düzeltme istemi gibi çeşitli aşamaları için hazırlanmış örnek dilekçelerle zenginleştirilmiş ve ayrıntılı indeksi ile kullanım kolaylığı sağlanmış olan kitap, hem hukukçular hem de mali danışmanlıkla uğraşanlar için bir başucu kitabı niteliğinde. Kitabı edinmek isteyenler, yayımcı kuruluş olan Yaklaşım Yayınları'na (0312-439 43 43) müracaat edebilirler. (B. Doğrusöz)
|