Adnan Nas - Doğru bir vergi reformu için... |
23 Ağustos 2007 | |
Genelde bütün iş çevrelerinin hemfikir olduğu konular da giderek artıyor: Mevzuat ve uygulamalarda açıklık, öngörülebilirlik ve istikrar bunların başında geliyor. Ayrıca kazançların sadece bir ülkede ve bir defa vergilenmesi, harcamaların da bir ülkede ve bir defa indirilmesi isteniyor. Kâr dağıtımlarında stopajın düşürülmesi ve sıfırlanması da yaygın taraftar kazanıyor. Siyasal gündemin giderek ve umarız ki yeni krizlere yol açmadan hafiflemesi ile, toplumun esas beklentisi olduğu bir kez daha anlaşılan “iş ve aş sorunu” daha yaz bitmeden öne çıkacak. İyi de olacak çünkü geçen hafta sözünü ettiğimiz gibi odaklanılacak eylem listesi kalabalık. Hedefler matriksinin en tepesinde yer alan sürdürülebilir (ve yüksek) büyümenin sağlanması ve reel faizin düşürülmesi için tek gerçekçi yol yapısal reformları hızlandırmak olarak görünüyor. Bu reformların en önemlilerinden biri de vergi sistemi ile ilgili: Kayıtdışının azaltılması çabaları ile eşgüdümlü olarak gelir vergisi reformu ve Vergi İdaresi’nin etkinliğinin arttırılması. Yeri geldikçe ayrıntılarını zaman zaman mercek altına alacağımız vergi reformu konusunda bugün çoğu zaman göz ardı edilen bazı temel sorunlara dikkat çekmek istiyoruz. Vergi stratejisi oluşturulmalı Öncelikle, pek çok alanda yokluğundan sıkıntı çektiğimiz strateji ihtiyacını vurgulamalıyız. Son yıllarda Gelir İdaresi Başkanlığı ve Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü gibi farklı fonksiyonlara odaklanacak ikili bir yapılanmanın oluşturulması, ayrıca Vergi Konseyi aracılığıyla hem toplumsal kesimler ve mükellef temsilcileriyle diyalog kurulması hem de akademik ve teknik uzmanlıktan yararlanılması bu açıdan umut verici bir başlangıç. Strateji esas itibariyle, tespit edilen amaçlara erişmek için yapılacak tercihler ve belirlenecek öncelikler dizisidir. Türkiye’de hükümetin (aslında dünyadaki bütün hükümetlerin) temel amacı büyümeyi sağlamak ve bunu sürekli kılmaktır. Bu nedenle vergilerin yatırımcıyı ürkütmeyecek, iş yapma külfetini artırmayacak ölçüde olması gerekir. Yani vergiler açısından burada bir üst sınır söz konusudur. Öte yandan finanse edilecek kamu harcamalarının büyüklüğü de, özelleştirme gibi geçici vergi dışı gelirler ve faizleri azdırmayacak makul borçlanma ile karşılanabilen bölümü dışında, dolaylı ya da dolaysız vergilerin düzeyi yönünden bir alt sınır olarak değerlendirilebilir. Bu iki sınır arasında, mükellef tabanı genişletilmek ve dolaysız vergilerin payı yüzde 40’a yükseltilmek şartıyla, optimal vergi hasılatını sağlayacak verimli bir vergi sisteminin oluşturulması, kurgulanacak stratejinin başlangıç noktası olmalıdır. Kuşkusuz böyle bir stratejinin uygulanmasında gelir vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki yüzde 19’un altındaki payının, başta beyannameli mükellefler ve basit usuldeki yetersizlik ile kentsel rantlar gibi alanlardaki atıl kapasite olmak üzere zafiyet noktalarına yönelecek idari inisiyatifler ile en az yüzde 30 -35’e yükseltilmesi özel bir öncelik teşkil edecektir. Vergi açığı ve vergiye uyum külfeti Genelde vergi kaçağı diye adlandırdığımız bir diğer sorun, herkesin mevzuata uyması halinde toplanacak vergi ile fiilen toplanan vergi arasındaki farka işaret eder. Buna daha objektif bir tanımlama ile, vergi açığı da denebilir. Mevzuatın açık, anlaşılır ve tutarlı olması bu açığı azaltmak için mutlaka yararlı, ancak daha önemlisi mevzuatın hayata geçirilmesi yani herkese ve her kesime gereğince uygulanabilmesi. Bu bağlamda vergi mevzuatının mükelleflere yüklediği bürokratik külfetler, çok dikkat edilmesi gereken bir konu. Başta Dünya Bankası olmak üzere uluslararası kuruluş ve uzman raporları, bu hususun iş ve yatırım ortamının çekiciliğini azaltan faktörler arasında sayıyor. Ama bizce bundan da önemli sakınca, mevcut mükellef kitlesinin vergiye uyum maliyetinin yükselmesi ve vergi dışında kalma eğiliminin güçlenmesi. Gerçekten çok sayıda merkezi ve yerel verginin tahakkuku ve tahsilatı ile ilgili pek çok belge düzenlenmesi, sözgelişi bir ay içinde çok sayıda beyanname verilme zorunluluğu, üstelik dağınık mevzuat nedeniyle bunların özel personel istihdamını ve danışman desteğini gerektirmesi, özellikle KOBİ ölçeğindeki işletmeler için sistem dışına kaymayı özendiriyor. Bu külfeti karşılayabilen işletmeler ise zaten büyük ölçekli ve sistem içinde; bunlar ile ilgili vergi açığı, vergi planlaması araçlarından ve incelikli yorum farklarından kaynaklanıyor. Üstelik büyük şirketlerin toplam vergi yüklerini etkin bir şekilde yönettikleri ve raporladıkları da kuşkulu, bu nedenle vergi tabanını genişletmede yüklenmeleri gereken lobi rolünü yapamıyorlar. Dolayısıyla vergi sayısının ve uyum külfetinin azaltılması, vergi uygulamasının basitleştirilmesi en az mevzuatın kendisi kadar hatta daha önemli. Küresel ekonomi ve vergi rekabeti Değinmek istediğimiz üçüncü sorun, küresel ekonomiden ve uluslararası sermayeden bağımsız vergi sistemi tasarımının mümkün olmaması. Bırakın Türkiye gibi büyüme ve kaynak ihtiyacı yüksek ülkeleri, G-7 dediğimiz süper lig ülkeleri bile daha fazla yatırım ve sermaye çekebilmek için sürekli tartışma ve arayış içindeler. Vergi rejimleri himayeci oldukları sürece, yatırımcı açısından caydırıcı olarak gözüküyor. Öte yandan ulusal vergi sistemlerindeki oranların yüksekliği, yatırım getirisini azaltacağı için ülkenin uluslararası sermaye açısından tercih edilmesini önlüyor. Üstelik hem vergi idaresi, hem de Türk şirketleri sermaye ihracatçısı ve sermaye ithalatçısı ülkelerin mevzuatındaki gelişmeleri de izlemek zorundalar; temettülerin, faizlerin, merkez giderleri dağılımının, sınır ötesi vergi alacağının ve zarar mahsubunun vergi uygulamasının ne şekilde olduğu çoğu zaman çok yüksek yatırımı tercihlerinin yön değiştirmesine sebep olabiliyor. Sözgelişi son zamanlarda ABD’de hararet kazanan ve vergilemede “kaynak ülke” ilkesine geçişi (yani ülke dışındaki kazançlara muafiyet tanımayı) öngören tartışmalar, nerdeyse ABD Vergi İdaresi ve şirketleri kadar diğer gelişmiş ülke idareleri ve şirketlerini de ayaklandırmış durumda. Çünkü bu durumda yurtdışındaki vergi alacakları işe yaramayacağı için ABD yatırımları sadece düşük vergili ülkelere yönelecek. Aynı şekilde transfer fiyatlaması ve birleşmeler konusundaki farklı mevzuat da sürekli izlenip tartışılıyor. Genelde bütün iş çevrelerinin hemfikir olduğu konular da giderek artıyor: Mevzuat ve uygulamalarda açıklık, öngörülebilirlik ve istikrar bunların başında geliyor. Ayrıca kazançların sadece bir ülkede ve bir defa vergilenmesi, harcamaların da bir ülkede ve bir defa indirilmesi isteniyor. Kâr dağıtımlarında stopajın düşürülmesi ve sıfırlanması da yaygın taraftar kazanıyor. Küresel rekabet, hep söylüyoruz, sadece uyum gösterenleri ödüllendiriyor. Adnan Nas |