Bumin Doğrusöz - Gecikme faizini durdurmak |
03 Eylül 2007 | |
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 47. maddesinde, amme alacaklarının rızaen ödenmesinde, orantılılık ilkesi getirilmiştir. Bu ilkeye göre yapılan ödemeler, alacaklı idare tarafından, borçlunun amme borçlarına ve bu borca bağlı fer’ilerine orantılı olarak kabul edilmektedir. Örneğin bir vergi dairesine 1000 YTL vergi aslı, 1750 YTL vergi cezası ve 2250 YTL gecikme faizinden oluşan toplam 5000 YTL borcu bulunan bir mükellef, borcunun 3000 YTL kısmını ödemek istediğinde yaptığı ödemenin, yüzde 20’si olan 600 YTL vergi aslına, yüzde 35’i olan 1050 YTL cezaya, yüzde 45’i olan 1350 YTL de gecikme faizine mahsup edilecektir. Böylece kısmi ödemelerde mükellefin daima vergi aslına denk düşen bir bakiye borcu kalacağından, bu borca gecikme zammı işleyecektir. Mükellef, borcunun tamamını ödemedikçe, vergi aslı da kapanmayacaktır. 6183 sayılı kanunla kabul edilen bu ilke, borçlunun yanı sıra alacaklının da haklarını koruması, bir başka deyişle hem alacaklının hem de borçlunun menfaatlerini dengelemesi ile adil bir yol olarak görülebilir. Buna karşılık borçlar hukukumuzda kural, daha katı ve alacaklı lehinedir. Zira borçlar hukukumuza göre borçlu tarafından yapılacak kısmi ödemelerin tamamı, borç ilişkisinin taraflarınca aksi kararlaştırılabilmekle birlikte kural olarak, öncelikle vadesi gelmiş faiz ve masraflara mahsup edilir (Borçlar Kanunu md. 84/1). Böylece borçlunun katlanacağı faiz yükü, üzerinden faiz yürütülecek bakiye borç tutarı daha fazla olacağından, daha yüksek tutarlarda olacaktır. Öte yandan mükellefler, anayasamızın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesi, 125. maddesinde yer alan ve “idarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolunun açık” olduğunu belirten hüküm ve 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetlerine istinaden, kendileri ile ilgili her türlü vergilendirme işlemine karşı dava hakkına sahiptirler. Vergi Usul Kanunu'muz 112. maddesinde ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerde, eksik ödenmiş veya hiç ödenmemiş verginin normal vade tarihinden tahakkuk tarihine kadar geçen süre için gecikme zammı oranında gecikme faizi alınması öngörülmüştür. İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilerin mükelleflerince (veya sorumlularınca) dava konusu yapılması halinde ise gecikme faizinin, ödeme yapılmamış kısmına, verginin normal vade tarihinden yargı organı kararının tebliğ tarihine kadar geçecek süre için hesaplanması öngörülmüştür (md. 112/3-c). Bu gecikme faizi idarece hesaplandıktan sonra uygulamada 2. ihbarname veya 112 ihbarnamesi olarak anılan vergi/ceza ihbarnamesi ile mükellefe duyurulur. Bu ihbarname, gecikme faizi açısından tarh işlemi niteliğindedir. Dolayısıyla gecikme faizinin yanlış hesaplandığı veya haksız olduğu iddiası ile bu işlem aleyhine dava açıldığında, işlemin yürütmesi, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27. maddesi uyarınca kendiliğinden durur ve artık tahakkuk veya takip işlemleri oluşturulamaz. Bu durumda faize faiz işlemez. Vergi Usul Kanunu'nun aynı maddesinde (fıkra 3/son paragraf), “dava açılması nedeniyle tahsili duran vergi ve cezalar mükellefler tarafından istenildiği takdirde davanın devamı sırasında da kısmen veya tamamen ödenebilir”, düzenlemesi de yer almıştır. Görüldüğü gibi Vergi Usul Kanunu'nun 112. maddesinin 3. fıkrasının son bendi, ikmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan mükelleflere (veya sorumlulara), dava süresince gecikme faizi işlemesini durdurma amacıyla vergi aslını ödeme olanağı vermiştir. Bu olanak, mükellefler için davadan haksız çıkma ihtimaline göre kullanabilecekleri son derece önemli bir haktır. Öte yandan bu hak, Hazine'ye de yerine göre dava bitemeden alacağına kısmen de olsa kavuşma olanağı vermektedir. Mükelleflerce bu hakkın kullanımı, Hazine lehinedir. Zira mükellefin davasından haklı çıkması halinde, para Hazine'den faizsiz olarak çıkacak ve mükellefe iade olunacaktır. Para, dava süresince Hazine tarafından faizsiz olarak kullanılacaktır. İşin bu yanı ise kuralın bir başka haksızlığını ve adaletsizliğini de ortaya çıkarmaktadır. Bu durum aynı zamanda mükellef haklarını da anayasaya aykırı şekilde ihlal etmektedir. İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan ve Vergi Usul Kanunu'nun anılan düzenlemesi uyarınca ödemede bulunmak isteyen mükelleflere tanınan, sadece vergi aslına ve/veya vergi cezasına mahsuben ödemede bulunabilme olanağı, 6183 sayılı kanunda yer alan ve yukarıda açıkladığımız “ödemede orantı ilkesi”nin bir istisnasıdır. İkmalen, re’sen veya idarece tarh edilen vergilere karşı dava hakkını kullanan ve Vergi Usul Kanunu'nun anılan düzenlemesi uyarınca ödemede bulunmak isteyen mükelleflerin yapacakları orantı ilkesine istisna oluşturan bu ödemelerini, bir dilekçe ile yapmaları ve ödemelerini hangi borçlarına mahsuben yaptıklarını ve dava haklarını kullandıklarını dilekçelerinde belirtmeleri gerekmektedir. Zira aksi halde idare, bu istisnai hakkın kullanılıp kullanılmadığını bilemeyeceğinden tahsilatı, 6183 sayılı kanun uyarınca orantılayarak kabul edecektir. Öte yandan, ödeme sırasında VUK’nın 112. maddesinde yazılı haklarını kullandıklarını belirtmeyenlerin ileride bunu ileri sürmeleri de hem güç olacak hem de başkaca hukuki tartışmaları da beraberinde getirecektir.
|