Adnan NAS - Piyasa ekonomisi ve transfer fiyatlandırması |
04 Eylül 2007 | |
Çeşitli vesilelerle zaman zaman değindiğimiz ve aslında birbiri ile bir şekilde bağlantılı iki gerçek var: Türk ekonomisinin ve özellikle de reel kesimin çağdaş bir piyasa ekonomisi standartlarına ulaşmakta gecikmesi bunlardan biri. Bu hedef Kopenhag kriterleri arasında da yer alıyor. Diğeri de mevzuatımızın küresel piyasalara açık değil, içe dönük bir ekonominin zihinsel kodlarıyla kurgulandığı. İki konuda da girişilen değişim ve uyum çabaları bu nedenle hoşnutsuzluğa ve dirence, dolayısıyla da gecikmelere yol açıyor. Gecikmiş bir düzenleme Geçen yıl yürürlüğe giren ve oldukça çağdaş ve dinamik bir yapısı olan yeni Kurumlar Vergisi Kanunu, bir yandan yüzde 30 olan vergi oranını yüzde 20'ye indirerek rekabetçilik amacına verdiği önemi gösteriyor, ama öte yandan da çağdaş bir piyasa ekonomisinde bulunması gereken ve hem vergi mükelleflerinin hem de vergi idaresinin standartlarını yükseltmesini gerektiren yeni müesseseler getiriyordu. Bu da, kağıt üzerinde yüksek, ama uygulamada etkisiz bir vergi rejimi yerine makul oranlarda, ama avantajları ve sınırları iyi belirlenmiş, kaçağı da asgariye indirilmiş bir sistemi öngören reform felsefesi ile tutarlıydı. Ancak öyle görünüyor ki oran indiriminde haklı olarak olumlu tepki veren piyasalar, yükümlülük ve standart artışı gerektiren hususlarda yavaş ve uyum sıkıntısı çekiyor. Vergi idaresinin yeni müesseseleri mükellef kitlesinde ters etkiler yaratmayacak şekilde yerleştirmesi ve kendi kapasitesini güçlendirmesi de zaman alıyor. Yeni kanun ile getirilen müesseselerin en önemlilerinden biri, "Transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı"dır. Kanunun genel yürürlük tarihinden bir yıl sonra yani 1 Ocak 2007'den itibaren yürürlüğe giren, yani dikkate alınması gereken, nisan ayında yapılan düzenlemeler ile Gelir Vergisi Kanunu'na da yansıtılan bu kurallar aslında tümüyle yeni değil. Örtülü kazanç dağıtımı olarak öteden beri ve ilişkili taraflara bağımsız tedarikçi ve müşterilerden çok farklı fiyat uygulanmaması anlamında uygulanıyor; yeni olan yuvarlak ve bize göre bir hüküm olmaktan çıkarılıp sınırları ve içeriği yani köşeleri belirlenmiş ve uluslararası anlayışa ve OECD normlarına uygun bir şekilde yani herkese göre düzenlenmiş olmasıdır. Esas itibariyle, kazançları gelir ve kurumlar vergisine tabi işletmelerin, oldukça geniş tanımlanan ilişkili kişi ve kurumlar ile emsallere uygunluk ilkesine aykırı olarak tespit ettikleri fiyat ve bedel üzerinden mal ya da hizmet alım satımında bulunmaları halinde emsal ile oluşan farkın örtülü kazanç dağıtımı sayılmasını öngören bu hüküm, hem sözkonusu farkın vergi matrahından indirilmesini önlemekte, hem de kazanç dağıtımı yapılan tutar üzerinden gerekirse vergi kesintisi yapılması sonucuna yol açmaktadır. Amaç, kişi ve kurumların kazançlarının transfer fiyatlandırılması yoluyla aşındırılmasının engellenmesidir. Eski uygulamadan fark Aslında "emsale uygunluk" gibi genel bir ifade dışında hiçbir ölçü, yöntem ve ayrıntı içermeyen eski kanunda, özellikle belirli bir ölçeğin üstündeki işletmelerin vergi denetimlerinde en fazla başını ağrıtan ve sık sık yargıya taşınan bu konu, mükelleflerin önceden pozisyon ve strateji tespit edebileceği bir hukuki çerçeve bulunmadığı ve denetim elemanlarının oldukça katı ve subjektif yorumları ile karşılaşıldığı için, tıpkı örtülü sermaye hükmünde olduğu gibi, yatırımcı için ciddi bir belirsizlik faktörü oluşturuyor, dolayısıyla ticaret ve büyüme için bir handikap teşkil ediyordu. Yeni düzenleme ise hem fiyatın hangi yöntemler ile tespit edileceğini belirlemekte, hem de bu ve emsale uygunluk için mükellefçe daha uygun bulunan diğer yöntemlere göre yapılan fiyatlandırmanın belgelenmesi için hazırlık yapılmasını ve dosya oluşturulmasını şart koşmaktadır. Burada çok önemli bir husus, beyyine (ispat) külfetinin, vergi mükellefine yüklenmiş olmasıdır. Ancak diğer taraftan ne vergi idaresi ve vergi denetçisi, ne de yargı eski uygulamada olduğu gibi yorum konusunda geniş bir manevra alanına sahip olmayacak, yani ne çok katı denetçi yorumları, ne de çok hoşgörülü yargı kararları ile sıkça karşılaşılmayacaktır. Bir başka deyişle hem taraflar için bir kazan-kazan durumu, hem de yeni yatırım kararlarını caydırmayacak netlikte bir mevzuat perspektifi oluşacaktır. Hazırlık tamamlanmalı Gerçi kanun yürürlüğe girdi, ama uygulama ve işleyiş esaslarını düzenleyen kararname ve tebliğ henüz taslak aşamasında ve Gelir İdaresi Başkanlığı'nın internet sitesinde tartışmaya açık bulunduğundan yeni hükümler tümüyle hayata geçmiş değil. Öte yandan ancak 2007 yılı sonundan itibaren yapılacak vergi denetimlerinde yeni kanun uygulanacak. Bu arada vergi idaresi ile yöntem konusunda üç yıl süre ile ön anlaşma yapılması imkanının da sadece yurtdışı işlemler ile sınırlanması tasarlanıyor ki bu, hem idare hem de mükellef açısından bu aşamada gerçekçi bir yaklaşım olarak görünüyor. Transfer fiyatlandırmasının önemi, küresel ölçekte faaliyet gösteren şirketlerin konsolide kazançlarının farklı ülkeler ve vergi otoriteleri arasında nasıl bölüneceği nedeniyle arttı. Ama küresel olmayan yani aynı vergi otoritesine bağlı şirketlere de uygulanıyor ve öngörülebilir bir yatırım ortamı açısından bu gerekli. Faaliyetlerini sınır ötesine yayan ve başka ülkelerde şirket ve /veya tesis kuran Türk şirketlerinin diğer ülkelerde zaten karşılaşmakta oldukları transfer fiyatlandırması değerlendirmelerine ve sorularına artık Türkiye'de de muhatap olacaklar. Daralan zamanda acilen tamamlanması gereken hususlar da var: En önemlisi emsal bedel konusunda şirketlerin başvurabileceği bir veri tabanı ya da bilgi bankası oluşturulması ya da uluslararası emsallere referans yapılması gerekli. Ayrıca konunun, gümrük ve KDV ile ilgili sonuçlarının da açıklanmasına ihtiyaç var. Yeri gelmişken bir başka gerçeği vurgulayalım: Piyasa ekonomisi herkesin (devlet ya da vatandaş) her istediğini yaptığı değil, herkesin aynı kurallara uymak zorunda olduğu düzendir.
http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=325424&dept_id=6219
|