Skip to content

Narrow screen resolution Wide screen resolution Auto adjust screen size Increase font size Decrease font size Default font size default color brick color green color
"Her üç Şirketten birinde Zimmet var" (söyleşi) PDF Yazdır e-Posta
11 Kasım 2009

Image

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2009 Küresel Yolsuzluk Raporu’nu Vergi Portalı’na açıkladı. Raporun sonuçlarına göre son dönemde batan şirketlerde denetim eksikliği görüldüğünü söyleyen Gündüz, özel şirketlerde rüşvetin varlığına dikkat çekerek, her üç şirketten birinde zimmet olayı meydana geldiğini, şirketlerde kayırmacılık, iltimas ve ahbaplık ilişkilerinin görüldüğünü kaydetti.(Söyleşi)

PwC vergi bölümü ortaklarından Zeki Gündüz, bütün dünyada kamu kesimi yanında özel sektörde de önemli oranda yolsuzluk yaşandığını söyledi. Zeki Gündüz, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2009 Küresel Yolsuzluk Raporu’nu Vergi Portalı’na açıkladı. Raporun sonuçlarına göre son dönemde batan şirketlerde denetim eksikliği görüldüğünü söyleyen Gündüz, özel şirketlerde rüşvetin varlığına dikkat çekerek, her üç şirketten birinde zimmet olayı meydana geldiğini, şirketlerde kayırmacılık, iltimas ve ahbaplık ilişkilerinin görüldüğünü kaydetti.

EN BÜYÜK DEVLETLEŞTİRME LİBERALİZMİN KALESİ ABD’DE YAPILDI


Transparency International’ın (Uluslararası Şeffaflık Örgütü) hazırladığı 2009 Küresel Yolsuzluk Raporu açıklandı. Nedir bu rapor, bilgi verebilir misiniz?

Küresel yolsuzluk raporları uzunca bir süredir hazırlanmakta ve her yıl farklı bir tema ele alınmakta. Bu yılın teması Özel Sektör ve Yolsuzluk. Şimdi aklınıza nereden Transparency International’ın gündemine, Uluslar arası Şeffaflık Örgütü’nün gündemine yolsuzluk deyince özel sektöre odaklanmak geldi diye bir soru gelebilir. Aslında belki başka bir yılda ya da önceki yıllarda olsaydı, bu soru daha rahat akla gelirdi ama son iki yıldır yaşadıklarımızı şöyle bir hatırlattığımda niye Transparency International Uluslar arası Şeffaflık Örgütü bu yıl yolsuzluk raporunun ana teması olarak özel sektörü seçti, daha rahat birlikte hatırlayabilme, mutabakata varabilme, anlayabilme fırsatımız olacak. 2008 yılında ardı ardına daha önce devrilme, yok olma, iflas etme, batma kavramlarıyla yan yana getiremeyeceğimiz bir çok şirketin, bu dönem arka arkaya battıklarını ya da devletleştirildiklerini gördük ki, bazı şirketler Türkiye’nin neredeyse yıllık gayri safi milli hasılası kadar iş hacmine ulaşmış büyüklükteki devlerdi. Hatırlarsanız, hatta bu büyük şirketler Türkiye’yle ilgili belki notlar vermekte, Türkiye’ye dönük olarak yönlendirme yapmakta, akıl vermekteydiler. Ama sonrasında gördük ki, bir kısım dünya devleri arka arkaya devrildi, yok oldu, halen de bu silsile devam ediyor. Bir kısmı da ülkelerinde problem yaşanacağı endişesiyle bulundukları ülkelerde devletleştirildi. En büyük devletleştirmeleri de özelleştirmelerin adeta bir bakıma politika olarak tavsiye edilme merkezi olan Amerika’da, liberalizmin kalesi diye anılan Amerika’da yaşadık. Amerika birden bire büyük bir devletleştirmeyle karşı karşıya kaldı bu problem nedeniyle.

BATAN ŞİRKETLERDE DENETİM EKSİKLİĞİ VARDI


Neden olmuştu bu batmalar diye baktığımızda, birden bire bu büyük krize, halen içinde yaşadığımız ve ne zaman biteceğinin kesin olarak tahmin edilemediği, sınırlarının çizilemediği bu büyük krize sebep olan bu ardı ardına meydana gelen şirket batmaları, devrilmeler neden oldu diye baktığımızda, ilk etapta bir denetim eksikliği kavramıyla karşı karşıya kalındığını gördük. Ve süratle bu konu tartışılmaya başlandı. Denetim konusunda mangalda kül bırakmayan ya da iyi olduğunu düşündüğümüz ülkelerde böylesi büyüklükteki ekonomik aktivitelerin yeterince denetlenmediği ortaya çıktı. Son G-20 toplantılarında adeta ülkelerarası restleşmeye varan bir başka konu gene bu tartışmalar sırasında gündeme geldi. Bu finans şirketlerinde özellikle çalışan yöneticilerin aldıkları maaşlar, ikramiyeler. Çünkü görüldü ki bu dünya devleri batmadan önce bu şirketlerin yöneticilerine çok büyük ölçekli ödemeler yapılmış. Yani batan, batmakta olan bir şirket ya da bu şirketin yöneticileri çok büyük başarılar elde ettiler düşüncesiyle büyük ödemeler yapmış. Ve belki de şu anda tartışıldığı şekliyle bu ödemeler aynı zamanda bu ödeme sistemi, ikramiye sistemi bu insanların büyük riskler almasına sebep oldu ve bu batışlarda da belki bunlar rol oynadı diye tartışılmaya başlandı.

Velhasıl özellikle özel sektörde sorun yaşandığında dünya ekonomisinin krize girebileceği gerçeğini hep birlikte yaşadık ve bu şirketlerde neler oluyor, bunlar nasıl yönetiliyor, ne gibi problemler var konusu ister istemez kendiliğinden gündemi belirledi ve Transparency International da o yüzden 2009 yılı araştırmasında, 2009 yılı Küresel Raporunda bu temaya yer verdi.

HER ÜÇ ŞİRKETTEN BİRİNDE ZİMMET VAR

Raporun sonuçları nasıl bir tablo ortaya çıkarıyor?


Yapılan araştırma neticesinde çarpıcı sonuçlara varıldı. Örneğin bir bulguya göre araştırmalara katılan her 5 yöneticiden 2’si kamuyla ilişkilerinde rüşvet verilmesi yönünde bir taleple karşılaşmış. Bu oldukça büyük bir rakam. Gene araştırmaya katılan şirketlerin yüzde 50’si rüşvetin maliyetleri en az yüzde 10 oranında yükselttiği görüşünde. Yani özel sektör işini yaptırmak için bu tür taleplerle, rüşvet vermeyle karşılaştığında bu maliyetlere doğrudan doğruya yansıyor. Aynı zamanda yine bu araştırmaya katılanların yüzde 20’si rakiplerin rüşvet vermesi nedeniyle iş kaybettiğini düşünüyor. Bir bölü üçü ise rüşvetin gün geçtikçe yaygınlaştığı fikrinde.

Şimdi bu iş dünyasının kamuyla ilişkileri diye tarif edebileceğimiz alanda karşılaştıkları gibi duruyor. Ama rüşvet kavramını belki ikiye ayırmak gerekiyor. İş yaparken bir yandan devletle ilişki içindesiniz ya da kamu kurumlarıyla ilişki içindesiniz, o yüzden rüşvet verebilirsiniz. Ya da vermek zorunda kalabilirsiniz. Ama kamu kadar ya da kamudan daha fazla özel sektörde şirketler birbirleriyle ilişki içinde. Birbirlerine mal ve hizmet satma gayreti içinde. O alanda da rüşvet var. O alanda da özel sektörün çalışanlarının edindiği rüşvet ya da aldığı, verdiği rüşvet var. Bununla ilgili de oldukça çarpıcı verilere erişilmiş.

Örneğin her üç şirketin birinde zimmetle karşı karşıya kalındığı sonucuna varılmış. Yani her üç şirketten biri, bu araştırma sonuçlarına göre kendi çalışanları tarafından soyuluyor. Yani bu üç şirketten birinin çalışanları şirketin varlıklarını kendi amaçları için kullanıyor. Malını ya da parasını ya da varlıkları, her neyse, kullanıyor. Bu oldukça yüksek bir rakam.

Gene her 10 şirketin birinde muhasebe dolandırıcılığı görülmüş. Yani muhasebede bir takım hileler yapılarak şirket varlıkları bir şekilde özel çalışanların bir kısmına aktarılmış. Gene bu araştırmaya göre bu olayların yarısında üst ve orta düzel yöneticiler olaylara karışmış vaziyette. Bu da gene çok çarpıcı bir sonuç. Gösteriyor ki, eğer özel sektörde şirketlerde yolsuzluk varsa bu yolsuzluğu yapanlar şirketlerin üst düzey yöneticileri. Bazen yönetim kurulu üyeleri ya da şirketlerin doğrudan doğruya ortakları. Bu da oldukça çarpıcı diye nitelendirebileceğimiz bir sonuç diye düşünüyorum.

Bir başka çarpıcı sonuç, Almanya, Fransa, İngiltere, Amerika gibi ülkelerde dahi şirketlerin yüzde 80’inin ki oldukça yüksek bir oran, yabancı ülke görevlilerine rüşvet verilmesine ilişkin olarak mevcut olan OECD anlaşmasından haberdar olmadığı saptanmıştır. Yani büyük ülkelerin şirketlerinin yüzde 80’i dahil bu alandaki uluslar arası anlaşmadan habersiz.

Bir başka çarpıcı rakam, dünyanın en büyük 200 şirketinin yüzde 90’nında bir şirket içi etik yönetmeliği var. Ama bu şirketlerin yarısı, yani etik yönetmeliği bulunan şirketlerin yarısı bu uygulamayı takip etmiyor. Dolayısıyla bu uygulama kağıt üzerinde kalmış görünüyor.

Bunlar gösteriyor ki, bu zamana kadar bu tür araştırmalarda, bu tür raporlarda, değerlendirmelerde adeta kum torbası görevi gören devlet ve kamu çalışanları hiç de yalnız değiller. Ekonominin günlük faaliyetleri içerisinde özel şirketlerin çalışanları, üst düzey yöneticileri de en az bu bölüm kadar yani devlet ve kamu görevlileri diye tanımladığımız, bu zamana kadar son derece rahatlıkla eleştirmeye alışkın olduğumuz kesim yanında yer almalı. Yani en az onlar kadar eleştirileri hak eden, çok daha geniş, çok daha yaygın bir kitle var. Bunun görmezden gelinebilmesi, nedenleri üzerinde çalışılmaması ya da bu konuda bir şeyler yapılmaya çalışılmaması, ihmal edilmesi, bu konunun tek taraflı ele alınması, dolayısıyla yeterince verimli bir şekilde değerlendirilmemesi sonucunu yaratacak gibi duruyor.

İŞ DÜNYASINDA KAYIRMACILIK, İLTİMAS VE AHBAPLIK VAR

Rapora göre yolsuzlukların rakamsal boyutları nedir?


Rüşvetle ilgili ya da yolsuzluk ekonomisiyle ilgili genel olarak ne kadar bir rakamdan bahsediyoruz diye bakıldığında en çarpıcı belirleme geçiş ekonomilerindeki, yani gelişmekte olan ve geçiş ekonomisi diye tanımlanan ülkelerde politikacı ve bürokratların aldığı rüşvetin yıllık 20 ile 40 milyar dolar arasında seyrettiği tahmin edilmekte. Buna iş dünyasındaki rüşvetleri ve bunların toplumda yarattığı neticeleri de eklediğinizde yolsuzluğun boyutlarını aslında ekonomik olarak tahmin etmenin ne kadar güç olduğunu bilmem başka türlü izah edebilmek mümkün mü.

Tabi yolsuzluk sadece rüşvetten ya da az önce ortaya koyduğumuz özel sektör içindeki bir takım zimmet, parayı ya da mal varlığını çalma ya da buna benzer hareketlerden oluşmuyor. Bunun dışında da yolsuzluğun tanımları ya da yolsuzluk diye nitelendirilebilecek tanımlar, davranışlar var. Mesela bununla ilgili en önemli husus kayırmacılık, iltimas, ahbaplık. İş dünyasında önemli bir yer tutuyor. OECD ülkelerinde faaliyet gösteren şirketlerin yöneticilerinin yüzde 50’si, OECD dışı ülkelerde kamu ihalelerini alabilmek için en kolay yolun aile ve yakın arkadaşlık ilişkisi kurmak olduğunu söylemişler. Bu yine oldukça ilginç bir değerlendirme. Üst düzey yöneticiler faaliyetlerini sürdürürken yolsuzluğun altyapı sorunları ya da yargı sistemindeki bozukluklardan daha engelleyici bir sorun olduğunu nazara getirmişler, belirtmişler. Yani yatırımları, yatırım yerinin seçilmesini, yatırımın büyüklüğünü etkileyecek önemde bir faktör yolsuzluk.

FELAKETLER ÇÜRÜMENİN GÖRÜNÜR HALE GELMESİNİ SAĞLIYOR

Türkiye açısından baktığımızda bu raporu nasıl değerlendirebiliriz?


Bütün bunlar dikkate alındığında özellikle bu raporun konusu olan özel sektördeki yolsuzluk nelere yol açıyor, aslında sadece son zamanlarda yaşadıklarımızı akla getirsek Türkiye için, başlı başına yeterli gibi geliyor. Örneğin bir sel olayı yaşandı ve hep beraber fark ettik ki, Türkiye’de imar planına uygun yapı azlığı var. Yani tersi olması gerekirken imar planına uygun olmayan yapılar bütün şehirleri kaplamış vaziyette. En olmayacak yerlere en olmayacak şekilde binalar yapılmış. Dere yatakları bu binalarla işgal edilmiş. Birden bire sel altında kalınca, onlarca insan sel sırasında ölünce bunların farkına vardık ya da tekrar bu konuya eğildik. Sel, deprem gibi felaketler bu konularda özellikle belki yarattığı büyüt etkiler nedeniyle, ekonomik etkiler nedeniyle yolsuzluk ya da bozulmanın, çürümenin daha görünür hale gelmesini sağlıyor. Yani yıkılan her ev ya da sele verdiğimiz her can ya da selin yarattığı her tahribat aslında yolsuzluğun, çürümenin çok sembolik ifadesi, çarpıcı ifadesi. Buna bozuk gıdaları eklediğinizde, şirketlerin günlük hayatta yaşadıkları, yarattıkları sorunları eklediğinizde bunun ne boyutlara erişebildiğini tahmin edebilmek, rakama vurabilmek mümkün değil. Yani havası kirlenen, toprağı kirlenen, suyu kirlenen, yaşanamaz hale gelen bir dünya ve bunların oluşumunda yolsuzlukların boyutları.

Raporda ülkeler bazında örneklerden bahsediliyor mu?


Tabi bu sadece Türkiye’ye has bir durum değil ki, rapor zaten dünya için hazırlanmış bir rapor. Raporu okurken, yorumlarken ya da şimdi size anlatırken daha ziyade Türkiye örneklerini vererek belki çarpıcı hale getiriyor ya da Türkiye açısından konuyu size sunmaya çalışıyorum. Mesela İspanya’da da su havzalarında benzer sıkıntılar yaşanmış. Su havzalarına binalar yapılmış. Türkiye’de de aynı şeyi zaten yaşıyoruz. Çin’de çocuk işçiler çalıştırılması. Maliyetleri düşürebilmek için çocuk yaşta insanlar madenlerde, fabrikalarda çok ağır koşullarda çalıştırılıyor. Nijerya’da yine sağlığa uygun olmayan ilaç üretimi ve bunların yaygın bir şekilde denetimsiz satılabilmesi. Endonezya’da kaçak yapılaşma. Bu yolsuzluk ekonomisinin boyutlarını ortaya koyabilmek için raporda yer alan örnekler.

ÖZEL SEKTÖR YOLSUZLUKLARININ DA ÜZERİNE GİDİLMELİ

Yolsuzluklar için nasıl bir çözüm öneriliyor?


Devlette oluşan yolsuzluklar kadar özel sektörde oluşan, özel sektörün günlük faaliyetleri çerçevesinde işlerini yaparken karşı karşıya kaldığı, meydana getirdiği her şeyle ilgili oluşan yolsuzluklar da son derece önemli. En az devletle ilişkili olanlarda olduğu gibi bunların da üzerine gidilmesi gerekiyor. Burada da sivil toplum örgütlerine, özel sektöre, devlete, basına büyük bir rol düşüyor. Hemen her kesimin bu konu üzerinde üzerine düşenleri hem ne yapabilirim diye düşünmesi, hem harekete geçmesi gerekiyor. Bu konudaki bireysel çabalar mutlaka desteklenmeli. Bireysel çabalar uluslar arası çabalarla birleştirilerek daha bir kolektif, organize hale getirilmeli. Dünya ölçeğinde bu alanda atılmış adımlar ya da iyi örnekler izlenmeli ve onlar bir şekilde nasıl uygulanır konusuna gidilmeli diye yapılan öneriler gene raporda yer alıyor.

Sivil toplum örgütleri, biraz daha detaya inmek gerekirse, burada belirli bir bilincin oluşturulmasında öncülük etme rolüne haiz kitleleri ya da vatandaş örgütlenmelerini oluşturuyor. Onlara büyük rol düşüyor. Aynı amaç doğrultusunda bir araya gelerek devletin dışında özel sektörün örgütlerinde zorlayıcı rol, aydınlatıcı rol, denetleyici rol oynamak zorundalar. Velhasıl toplumun tüm bireyleri bir şekilde bu konular üzerinde neyi, nasıl, ne kadar daha iyi yaparız, nasıl düzeltiriz, havası solunabilen, suyu içilebilen toprağında üretileni gene aynı şekilde yenebilen bir ülkede birbirimizi zehirlemeden, birbirimizi aldatmadan, maliyetleri artırmadan nasıl yaşarız konusunda tüm kesimlerin hep beraber düşünmesi gerekiyor. Harekete geçmesi gerekiyor ki bu rapor da biraz buna işaret ediyor.

http://www.vergiportali.com/Content.aspx?Type=GuestOfMonthD&Id=2590