Genel olarak sermayenin tanımına baktığımızda; sermayenin üretimde kullanılan kendisi de üretilmiş olan mal ve değerler bütünü olarak ifade edildiği görülmektedir. Bununla birlikte sermaye kavramı; yatırılmış para, yatırımdan kazanılan gelir ve varlıkların parasal değeri anlamında da kullanılmaktadır.
I- GİRİŞ
Genel olarak sermayenin tanımına baktığımızda; sermayenin üretimde kullanılan kendisi de üretilmiş olan mal ve değerler bütünü olarak ifade edildiği görülmektedir. Bununla birlikte sermaye kavramı; yatırılmış para, yatırımdan kazanılan gelir ve varlıkların parasal değeri anlamında da kullanılmaktadır. Konuya muhasebe tekniği açısından bakıldığında ise, sermaye deyiminin ortaklar tarafından işletmeye konulan varlığı; özsermayenin ise bu varlığın belli bir tarihteki gerçek miktarını tanımladığı anlaşılmaktadır.
TTK’da bilanço tanımının yapıldığı 74. maddede; “Bilânço, envanterde gösterilen kıymetlerin tasnifi ve karşılıklı olarak değerleri itibariyle tertiplenmiş hulâsasıdır. Bilânçonun aktif tablosunda, mevcutlarla alacaklar ve varsa zarar, pasif tablosunda borçlar gösterilir. Aktif yekûnu ile borçlar arasındaki fark tacirin işletmeye tahsis ettiği ana sermayeyi teşkil eder.” hükümlerinin yer aldığı görülmektedir.
Diğer taraftan VUK’un 192. maddesinde özsermaye, TTK’da yer alan sermayeye ilişkin hükümler doğrultusunda “... aktif toplamı ile borçlar arasındaki fark, müteşebbisin işletmeye mevzu varlığını (öz sermayeyi) teşkil eder.” şeklinde tanımlanmıştır.
TTK açısından şirket ortaklarının (hissedarların) en önemli borcu “sermaye koyma borcu”dur. TTK’nın ticaret şirketleriyle ilgili genel hükümlerin bulunduğu bölümünde yer alan 140. maddesinde, her ortağın usulüne göre tanzim ve imza edilmiş şirket mukavelesiyle koymayı taahhüt eylediği sermayeden dolayı şirkete karşı borçlu olduğu hükme bağlanmıştır.
Sermaye ilişkin olarak yukarıda belirtilmiş bulunan hükümler incelendiğinde, “sermaye avansı” adı altında bir müessesenin mevzuatımızda düzenlenmemiş olduğu görülmektedir. Ancak bu husus, sermaye artırımına mahsuben avans verilemeyeceği anlamına gelmeyecektir. Diğer bir ifade ile, mevzuatımızda ortakların ileride yapılacak sermaye artırımında kullanılmak üzere sermaye artırım avansı vermelerini engelleyen herhangi bir hüküm mevcut değildir. Ortaklar her zaman için sermaye artırımına mahsuben avans verebilirler, ancak pek tabi ki bu, ödemeyi yapan ortaklar lehine (ortaklık hakları açısından) bir avantaj yaratmayacaktır.
II- SERMAYE AVANSI BORÇ MUDUR, SERMAYENİN BİR UNSURU MUDUR?
Sermaye avansı mevzuu TTK’da düzenlenmediği için belli bir şekle tabi değildir. Ancak, tarafların bu konuyu yazıya dökmesi ve sermaye avansı verilen şirketin yönetim kurulunda bu konunun karara bağlanması, bu kararda sermaye artırımı için makul olarak tespit edilmiş bir süreye de yer verilmesi, para transferinin borç para kullandırmak amaçlı değil, sermaye tahsisi amacı ile verildiğini ispat açısından (özellikle ispat hukuku açısından) önemlidir.
Diğer taraftan, gerek TTK’nın 470. maddesi ve gerekse Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11/1. maddesine göre esas sermaye için prensip olarak faiz ödenemez.
Bu hükümler uyarınca sermaye avanslarına da faiz ödenmemesi icap eder. Çünkü faiz ödendiği takdirde, bu avansların sermayeye ilave edildiği tarihe kadar şirket açısından alelade bir borç mahiyetine dönüştüğü söylenebilir. Faiz ödenmiyor olması da bunların sermaye artırım avansı mahiyetini pekiştiren bir husustur(1).
Bununla birlikte, böyle bir durumun varlığı halinde, sermaye avansını tahsis eden kurum, KVK’nın 13. maddesi gerekçe gösterilme suretiyle örtülü kazanç dağıtımı hükümleri açısından eleştirilerek vergi tarhiyatına maruz kalabilir. Ancak, böyle bir tarhiyata karşı açılacak davada, verilen avansın yönetim kurulu kararına bağlanmış olması ve makul bir süre içinde sermayeye eklenmiş olması kaydıyla, davanın kazanılma ihtimali yüksek olacaktır. Nitekim, Danıştay’ın bir kararında da (2); yönetim kurullarında karara bağlanarak tahsis edilen sermaye artırım avanslarına faiz yürütülmemiş olmasının örtülü kazanç dağıtımı olarak nitelendirilmeyeceğine hükmedilmiştir.
Konuya muhasebe tekniği açısından yaklaşıldığında ise, aslında bir kredi (borç) olmayıp şirket sermayesinin peşin olarak ödenmiş olan kısmını ifade eden sermaye (artırım) avansı bedellerinin şirket bilançosunda özkaynaklar (3) grubu içerisinde gösterilmesi yaklaşımı daha doğru olacaktır.
III- SERMAYE AVANSININ SERMAYEYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİNDE MAKUL SÜRE
17.06.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile yürürlükten kalkan 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’na bağlı olarak yayınlanan Yabancı Sermaye Çerçeve Kararı’nda; “Sermaye artırım avanslarının, döviz hesabına alacak kaydedildiği tarihten itibaren bir yıl içinde sermaye olarak tescil edilmesi zorunludur” hükmü yer almakta idi.
Anılan hüküm bugün itibariyle yürürlükte olmasa dahi, bu hükmün sermaye avanslarının sermayeye dönüştürülmesinde emsal olarak kabul edilmesinin yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Bununla birlikte, TC Merkez Bankası Kambiyo Mevzuatı Müdürlüğü’nün, (Hazine Müsteşarlığı’nın 10 Ocak 2008 tarihli yayımladığı Genel Yazıya istinaden değişen TCMB Genelgesi) 02.01.2002 tarih ve 2002/YB-1 sayılı genelgesinde, “Mevcut bir şirkete yabancı sermaye artış bedeli veya sermaye avansı olarak gelen bedellerin, Türk Lirası mevduat veya döviz tevdiat hesabına alacak kaydedildiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde sermaye olarak tescil edilmemesi halinde; şirket tarafından kullanılıp kullanılmadığına bakılmaksızın, yurtdışından sağlanan kredi olarak nitelendirilmesi ve ilgili mevzuatın genel hükümleri çerçevesinde işlem görmesi; kredi kullanım tarihi olarak bu bedellerin Türk Lirası mevduat veya döviz tevdiat hesabına alacak kaydedildiği tarihin esas alınması,” gerektiğine hükmedilmiştir. Bu noktadan hareketle sermaye avansı olarak gelen bedellerin yalnızca bir yıl içerisinde sermayeye eklenmedikleri durumda kredi (borç) olarak kabul edilebilecekleri; dolayısıyla bir yıl içerisinde sermayeye dönüştürülen avansların ise, sürecin en başından itibaren bir kredi (borç) değil sermayenin bir unsuru olarak değerlendirilmelerini gerektiren anlayış daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Yukarıdaki açıklamalardan hareketle, anılan Genelge hükümlerinin geçerli olduğu dönemlerde, örtülü sermaye kapsamında yapılacak vergi incelemelerinde, sermaye avansı bedellerinin bir yıllık süre içerisinde sermaye olarak tescil ettirilmiş olduğu durumlarda, örtülü kazanç dağıtımı iddiası ile yapılan tarhiyatların yargı sürecinde savunulmalarının ve ilgili davaların kazanılma ihtimallerinin yüksek olduğu düşüncesindeyiz.
Diğer taraftan, Hazine Müsteşarlığı tarafından 10 Ocak 2008 tarihli olarak yayımlanan Genel Yazıya istinaden değişen ve 21 Şubat 2008 tarihinden itibaren hükümleri geçerli olan 21.02.2008 tarih ve 2008/YB-5 sayılı TCMB Genelgesi ile daha önceki Genelge’de ifade edilen bir yıllık zorunlu süre kaldırılmış olup;
“Yabancı sermayeli mevcut bir şirkete yurt dışındaki yabancı ortak tarafından gönderilen sermaye artış veya sermaye avansı bedelinin, Türk Lirası mevduat veya döviz tevdiat hesabına alacak kaydedildiği tarihten itibaren tescil edileceği tarihe kadar sermaye avansı veya sermaye artışı bedeli olarak takip edilmeye devam edilmesi,
Sermaye bedelinin firma tarafından yurt dışına geri ödenmesi için bankaya müracaat edildiği tarihte krediye dönüştürülmesi ve krediye ilişkin anapara ve faiz geri ödemesinin şirket tarafından yapılacak yazılı beyana istinaden gerçekleştirilmesi,”
gerektiğini ifade eden hükümler getirilmiştir. Bu hükümlerin yürürlük tarihi olan 21 Şubat 2008 tarihinden sonra gelen sermaye avanslarında, ilgili avansların sermayeye dönüştürülme süreleri zorunlu olarak bir yıl olmaktan çıkmış ve fakat bu noktada örtülü kazanç dağıtımı iddialarından korunmak için takip edilmesi gerekli önlemler ise daha önemli bir hale gelmiştir. Avans işlemlerinin mutlak suretle yazıya dökülmesi, yönetim kurulu kararına bağlanması ve ilgili belge veya evraklarda avansın sermayeye dönüştürülme süresine de yer verilebilmesi sürecin ispatı safhasında önem arz edecektir.
IV- SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME
Mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde; şirket ortakları tarafından, ileride yapılacak sermaye artırımına mahsup edilmek üzere sermaye (artırım) avansı adı altında ortak oldukları şirketlere para transferleri yapmalarını engelleyen hiçbir hüküm yoktur.
Bununla birlikte, söz konusu sermaye avanslarının direk olarak kredi (borç) hükmünde oldukları veya sermayenin bir unsuru sayılmamalarını gerektiren herhangi kesin bir mevzuat hükmü de bulunmamaktadır. Her ne kadar, 1 Seri No.lu KVK Genel Tebliği’nde, örtülü sermaye tutarının ifade edildiği kısımda “Avanslar hangi amaçla verilirse verilsin işletmeye finansman imkanı sağladığı açıktır. Dolayısıyla, alınan avanslar da işletme bakımından alınan borç olarak değerlendirilecek ve örtülü sermaye hesaplamasında dikkate alınacaktır.” hükmüne yer verilmiş olsa da, kanımızca burada belirtilen avansları, bazı mal ve hizmet teslimleri kapsamında peşin olarak alınan ya da verilen ticari işlemlere esas avanslar olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Bu noktadan hareketle sermaye artırımına esas teşkil etmesi amacıyla verilen sermaye (artırım) avanslarına Tebliğ’de açıkça değinilmemiş olmasından hareketle, bu avansların örtülü sermaye tutarının tespitinde direk olarak dikkate alınmasını gerektirecek açık bir mevzuat hükmünün de mevcut olmadığı söylenebilecektir.
Sonuç olarak, tamamen esas maksadına uygun ve herhangi bir muvazaa içermeyen bir şekilde, sadece şirketin ileride yapacağı sermaye artırımında kullanılmak amacıyla ortaklar tarafından gönderilen sermaye (artırım) avanslarının, olası bir vergi incelemesinde örtülü kazanç dağıtımı kapsamında cezalı tarhiyata tabi tutulması durumunda, alınan avans bedeli ile ilgili olarak;
- taraflar arasında ilgili avans bedelinin “geri ödenmemesi” ve “sermayeye ilave edilmek üzere gönderilmiş olduğu” üzerinde mutabık kalınmış olması,
- anılan avans bedelinin, yukarıdaki şekilde alındığının yazılı olarak ispatlanabilir olması,
- avans bedeli paranın transferine ilişkin banka hesap hareketlerinde açıklama olarak “sermaye (artırım) avansı” bedeli ifadelerine yer verilmesi,
- avans işlemi ile ilgili olarak, mümkünse kesin süre hükmü içeren bir yönetim kurulu kararının alınmış olması, süre hükmüne kesin olmadığı için yer verilemese bile ilgili işlemin mutlak suretle yönetim kurulu kararına bağlanmış olması, şartlarının varlığı halinde, anılan kapsamdaki cezalı tarhiyat işlemine karşı açılacak bir davada; gerekli işlemlerin yukarıda belirtildiği şekilde yapılmış olması ve ilgili avans bedellerinin makul bir süre içerisinde sermayeye eklenmiş olması kaydıyla, işlemin VUK’un 3. maddesi hükmü gereği “... vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder” değerlendirilmesi ve bu doğrultuda değerlendirilecek davanın kazanılması ihtimalinin yüksek olacağı kanaatindeyiz
________________________________________
(1) Erdoğan SAĞLAM, “Sermaye Arttırım Avansı”, Vergi Dünyası, Kasım 2002.
(2) Dn. 4. D.’nin, 04.11.1998 tarih ve E: 1998/2191, K: 1998/3909 sayılı kararı.
(3) Denge Denetim YMM A.Ş.; “Açıklamalı Sirküler Rapor 2008/10 - Sermaye Artırım Avansı” (24.10.2008, İstanbul)
(Kaynak: E-Yaklaşım / Aralık 2009 / Sayı: 204)
Mehmet Müstehlik/Vergi Portalı |