Rüştü Bozkurt - Teşvikler "ortak yarar" üretmeli (01.11.2007) |
01 Kasım 2007 | |
Bu e-Posta adresi istenmeyen postalardan korunmaktadır, görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir. Ülkemizde güncelliğini hiç yitirmeyen "teşvik uygulamalarına" ilişkin ne düşündüğümüzü anlatmayı sürdürüyoruz. "Ortak irade" ve "ortak değerler" ile ilgili düşüncelerimiz bundan önceki iki yazıda paylaşıldı.Bu yazıda ise teşvik sistemlerin hangi "ortak yararları" üretmesi gerektiğini tartışmak istiyoruz. Tutarlı bir felsefeye dayalı "ortak irade", aynı zamanda "ortak değerlere" dayalı sağlam bir kültür oluşturuyorsa; teşvik sisteminin varlık nedeni olan zihni model de sağlam bir temele dayanır. Ortak değerlerden türeyen teşvik kültürü "ortak yararlar" ürettiğinde de uzun dönemli geleceğini güven altına alır; aksi takdirde sürekli değişikliğe uğrayarak güvenirliliğini yitirir. Bizim algılamalarımıza göre iyi bir teşvik sistemi şu beş temel yararı üretmelidir: Birincisi, "yurttaş ile kurum, kuruluş, şirket yararlarını dengelemeli"dir; kitleler de bu dengeye inanmalı ve güvenmelidir. İkincisi, mevcut insan ve sermaye kaynaklarının üretim sürecindeki "verimlerini" artırmalıdır. Üçüncüsü, "yeni kaynak" yaratmanın önünü açmalıdır; bunun için özellikle dış kaynağın gelmesini sağlayacak ortam ve iklim yaratmalıdır. Dördüncüsü, tutarlı bir gelecek yarattığına inandıracak "projelere dayalı" olmalıdır. Beşincisi, "sürdürülebilirliği" güven altına alacak olan "işleyen kurumlar" yaratılmasını kolaylaştırmalıdır. Bir çıkar dengeleme işi Bir teşvik sisteminin "Mehmet ile memleket çıkarlarını dengeleme ilkesini" asla gözardı etmemesi gerekir. Bu da, siyasi iradenin gücüyle yakından ilgilidir. Eğer teşvik sistemi ekonomik gelişmeyi değil de, seçimlerde oy almaya dönük en küçük bir ödün verirse, kısa zamanda hedefinden şaşar.Bu şaşkınlaşmanın çok zengin örnekleri var ülkemizde. Aynı yanlışları yinelemek, kendimizi inkar anlamına gelir. O nedenle, uzun dönemde ülkenin çıkarına olan ile kısa dönemde yurttaş yararına olanı dengeleyemeyen bir teşvik sisteminin işlerliği olmaz. Bu husus teşvik sisteminin "hassas" alanlarından biridir. Teşvik sisteminin "ulusal tercihlere" dayanması ve bu tercihlerin de kitlelere çok net bir biçimde paylaşılması gerekir. Sistem, asla kapalı kapılar ardında kurulmamalı. Mutlaka geniş katılıma imkan veren bir ortamda formüle edilmeli. Demokratik sabır katılımcılığa inanmadır; alıcıcı ve geliştirici bir ruh taşıyan kararlar ancak katılımcı bir anlayışla alınabilir. Teşvik sistemi, mevcut insan ve sermaye kaynaklarının üretim sürecindeki "verimliliklerini" artırıcı olmazsa, yaratmak istediği sonuca ulaşamaz. Mevcut insan ve sermaye kaynaklarının verimini artırmada ilk adım, işgücü profilini gözden geçirerek, rekabet sisteminin gerektirdiği hüneri ve yaratıcılığı geliştirilmiş insan kaynağını sunacak eğitim-öğretim sisteminin kurulmasıdır. Bir teşvik sistemi, işgücü niteliğini geliştirici yararlar üretmiyorsa, daha başından sakat doğmuştur. Bir başka adım, sermaye verimliliğini artırmadır. Bunun için üç önemli nokta gözardı edilmemeli: Üretim tesislerinin rekabet edebilir ölçeklerde olmasına özen gösterilmeli. Teknolojik donanımın uluslararası piyasada rekabet edebilir üretim yapacak nitelikte olması sağlanmalı. İş yapma tarzının da, geçmişin alışkanlıklarından uzaklaşarak, günün gelişmelerine uyum gösterecek varsayımlara ve zihni modellere dayandırılmalı. Küresel, enformasyon-odaklı ve ağ kurumuna dayalı yeni ekonomide, gelişebilen ülkeler, kendi kaynakları ile gelişmesini sürdürür; dış kaynaklarla da gelişmenin hızını artırırlar. Kemal Derviş'in bir uluslararası toplantıda altını çizdiği gibi, "...dış kaynaklar ve dış uzmanlar, asla ulusal egemenliğin yedeği olamazlar; ancak ulusal hamlelere destek ve tamamlayıcı olurlar." Teşvik sistemi, bir yandan ulusal kaynakları daha verimli kullanmanın önünü açarken, öte yandan destek sağlayacak dış kaynakların gelişini de hızlandırıcı olmalı. Teşvik sisteminin üretmesi gereken yararlardan bir diğeri de, ülke koşullarına, toplumun tercihlerine uyumlu, ülkenin karşılıklı-bağımlılık içinde bulunduğu uluslararası kurumların kurallarını gözardı etmeyen -örneğin AB kuralları- "ilkelere" dayanarak, sürekliliği korumasıdır. Durmadan değişen, kendi iç tutarlılığı olmayan, uzun dönemli yatırım projeleri yapmaya imkan vermeyen bir teşvik sisteminden kaçınmak gerekir. O nedenle teşvik sisteminin hukuk sistemi ile olan bağlantıları çok özenle ele alınması gerekir. Eğer bir teşvik sistemi "proje-odaklı" değilse yukarıda özetlenen ölçüleri hayata taşıması çok güç olacaktır. "Ortak projeler" konusu da bir sonraki yazıda ele alınacaktır. http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=332469&dept_id=80 |